Güncelleme Tarihi:
Anadilimize önem verir, onu korur, ona gereken ilgiyi gösterdiğimiz zaman işlediğimiz toprak gibi ürünlerini sessizce bize sunar ve bizlerde bu sonsuz bahçenin meyvelerini toplarız. Anadili, ekmek gibi, su gibi, günlük yaşamımızda ihtiyaç duyduğumuz ve soluduğumuz hava gibi benliğimizi saran bir olgudur. Anadili düşüncelerimizin açtığı, gelişip büyüdüğü bir “çiçek bahçesi” gibidir.
Anadili, daha anamızın karnında iken ninnilerini işittiğimiz, üzüntülerine, ağıdına ortak olduğumuz; konuşmasak da, duymasak da hissetiğimiz bir bağdır. Anadili, doğunca babamızın belkide ilk defa güçlü kollarına alıp bizi bağrına basarak kulağımıza seslendiği bir güçdür. Anadili, hayata ilk adımlarımızı atarken bize yardımcı olan ninelerimiz, dedelerimiz, teyzelerimiz, amcalarımız, dayılarımız ve kardeşlerimizle olan bağımızdır. Anadili, sevgilimize yazdığımız şiirlerin, anamıza yazdığımız asker mektuplarının, yakınlarımıza olan özlemlerin taşıyıcısıdır. Anadili, büyüdükçe farkına vardığımız, bizi biz yapan, ulusumuzun, kültürümüzün, değerlerimizin taşıyıcısı ve ulus olmanın tek ölçüsüdür.
İşte bu nedenle anadilimiz olan Türkçe’ye daha fazla ilgi, daha fazla sevgi göstermeliyiz. Anadilimiz, anamız başta olmak üzere çevremizdeki insanlarla iletişimde en önemli unsurdur. Anadilimize verdiğimiz önem ölçüsünde beynimizdeki hücreler gelişir, yogunlaşır, düşüncelerimiz zenginleşir, benliğimiz oluşur.
Anadilimiz düşüncelerimizi yansıtan bir araç olduğu gibi aynı zamanda düşüncelerimizi geliştiren bir etkileşim aracıdır. Bilimsel verilere göre kişinin kullanabildiği sözcük sayısı düşünce zenginliğini ve bununla birlikte zeka gelişimini belirler. Bu nedenledirki ilk kullandığımız dilde, yani anadilimizde, mümkün olduğu kadar zengin sözcük sayısı ve bununla beraber dil kurallarını doğru öğrenmemiz ve çocuklarımıza da öğrenmelerine imkan tanımamız gerek. Dil doğru ve yerinde kullanıldığı zaman kişiye fayda, yanlış ve yersiz kullanıldığı zaman ise zarar getirir. Konuyu Yunus Emre’nin şu dizeleri ile daha kolay anlamış oluruz: “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı/Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz/Kişi, bile sözün demini, demeye sözün kemini/Bir cihan cehennemini, sekiz ucmağ ede bir söz.”
Bir millet düşünün, dilini yarım, yanlış ve yersiz kullanıyor. Sonucu ne olabilir? Konfüçyus’a göre dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi anlatmaya yetmez. Düşünce anlatılamazsa yapılması gereken işler yapılamaz. Yapılması gereken işler yapılamazsa değerler ve kültür bozulur. Değerler bozulunca adalet işlemez. Adalet işlemeyince halk şaşırır. Ve böylece bir millet tarih sayfalarından yok olur. İşte bu nedenle önemlidir anadili.
Anadil sevgisi anamıza ve kültürümüze olan bağlılığımızın, kültürümüze olan bağlılık ise millet şuurunun, millet şuuru da ulusal kimliğin göstergesidir. Atatürk’ün "Türk demek, Türkçe demekir. Milletin en bariz vasıflarından biri dildir. Türk her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır“ sözüyle millet olmanın gereğini daha iyi anlarız.
Bu nedenle Türkçe sadece "Türkçe Gönüllüleri’nin" değil, hepimizin gönül vermesi, sevgi ve özveriyle yaklaşması gereken bir konudur.