Güncelleme Tarihi:
GOETHE Üniversitesi İslam Dini Vakıf Kürsüsü başkanı Prof. Ömer Özsoy Kayseri'de dünyaya geldi. 1980-85 arasında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Kelam ve İslam Felsefesinin yanı sıra eğitim bilimleri alanlarında öğrenim gördü. Vakıflar Genel Müdürlüğünün Arapça ve Osmanlıca arşivinde uzman olarak çalıştı. Doktora çalışmasını Ankara Üniversitesinde tamamladı. 1991-92 yılları arasında Heidelberg Üniversitesi'nde Kuran ve oryantalizm üzerine çalışmalar yaptı. 1995 tarihinde Türkiye'de İslam araştırmaları üzerine verilen ilk ödülün sahibi oldu. 1998-2003 yılları arasında İslamiyat dergisinin genel yayın yönetmenliğini ve Kitabiyat yayınevinin editörlüğünü üstlendi. 2004-2005 tarihleri arasında Alexander von Humboldt Vakfı bursu ile Göttingen Üniversitesi'nde Almanyadaki Kuran yazmaları üzerine araştırmalarda bulundu. 2006da Salzburg Üniversitesi'nde konuk profesör olarak görev aldı. Prof. Ömer Özsoy halen Frankfurt'ta bulunan Goethe Üniversitesi Protestan İlahiyat Fakültesi bünyesinde faaliyet gösteren İslam Dini Vakıf Kürsüsü'nde çalışmalarına devam ediyor. Prof. Özsoy'un Türkçe ve Almanca olmak üzere bir çok araştırmaları yayınlandı. Prof. Özsoya Almanya'da İslam konusu ile ilgili görüşlerini sorduk. Prof. Özsoy, din derslerinin Almanca verilmesi ve Türkiye'den gelen imamların mutlaka Almanca bilmesi gereğine inanıyor. Alman politikacıların Almanya'da İslam'ın varlığını kabul ettiklerinin altını çizen Prof. Özsoy, "Almanya'nın İslam adında nurtopu gibi bir bebeği oldu" diyor. Prof. Ömer Özsoya Goethe Üniversitesi'nde konuk olduk.
Bu bölüm bir kaç yıldır faaliyet gösteriyor. Bölümün amacı nedir?
"Kuruluş belgesindeki tanıma göre, amaç dünya dinleri ile ilişkiye geçmek ve buna üniversite düzeyinde katkı sağlamaktır. Diğer temel bir amaç ise Alman toplumunun ihtiyaç duyduğu İslam dini ile ilgili insan kaynağının yetiştirilmesidir. Dolayısıyla İslam din elitini, uzmanını Almanya Üniversitelerinde yetiştirmek temel hedeflerden biri. Hedef olarak öğretmen ya da imam yetiştirmek diye bir tanım yapmak doğru değil. Buradan yetişen insan kaynağı gerekli koşulları yerine getirdiğinde, uygun eğitimleri aldığında ister imam olur, ister öğretmen"
Bölüm git gide büyüyor.
"İlgi git gide büyüyor. Şu anda seksen civarında kendi öğrencimiz var. Her sömester bir o kadar da başka bölümlerin öğrencilerinden derslerimize katılanlar oluyor. Bölüm de bu doğrultuda gelişiyor. Halen iki profesör, bir Arapça okutmanı ve iki asistan olmak üzere beş kişilik bir öğretim kadromuz var. Ayrıca her sömester ihtiyaca göre Türk ve Alman konuk Profesörler ders veriyorlar. Öğrencilerimiz Alman üniversite geleneğine ve Türk ilahiyat birikimine göre ders görüyorlar. Şimdiden müjdeleyelim, hadis konusunda Türk ilahiyatçılığının duayeni Prof. Mehmed Said Hatiboğlu ve İslam kültürünü çok iyi tanıyan en büyük oryantalistlerden biri olan Prof. Gerhardt Endress önümüzdeki kış döneminde fakültemizde ders verecek".
Diyanet İşleri Almanya'da Almanca İslam eğitimi için katkı sağlamış oluyor.
"Evet. Bu, iki toplum arasındaki kaynaşmaya güzel bir örnek. Burada Almanca eğitim veriliyor. Öğrencilerimizin büyük bir kısmı Alman vatandaşı. İslam dininin bilimsel bir şekilde anlatılması, tanıtılması amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı bu girişime destek sağlıyor. Bu, İslam dininin anlaşılabilmesi ve önyargıların ortadan kaldırılması bakımından da önemli bir atılım. Türkiye öyle bir çok fırsatta dile getirildiği gibi, 'Din adamını ben yetiştirip Almanya'ya gönderirim' tutumunda değil. Bir yandan en iyi elemanlarını seçip buraya gönderiyor, öte yandan burada da eleman yetişmesi için katkı sağlıyor. Kısacası, günün koşullarına göre bir oluşum içinde bulunuluyor. Şunu da hatırlatmak gerekir, Marmara ve Ankara İlahiyat Fakülteleri bünyesinde Uluslararası İlahiyat programları uygulanıyor. Bu programa, diğer Avrupa ülkelerinin yanı sıra Almanya'da yetişmiş, burada lise eğitimini tamamlamış gençler katılabiliyorlar. Diyanet hem yurt dışında, hem de yurt içinde bu çalışmalara aktif bir şekilde destek sağlıyor. Türkiye bu işe ciddi bir şekilde yatırım yapıyor"
Peki böyle bir şeye ihtiyaç var mıydı?
"Elbette vardı. Din eğitimi sadece dini duyguların transferi ile olmuyor. Ben ve eşim İlahiyat mezunuyuz. Buna rağmen çocuklarımıza arzu ettiğimiz dini eğitimi veremiyoruz. Bu iş sadece evde olmuyor. Bilginin okullarda verilmesi, sistematik olarak paylaşılması gerekiyor. Bilginin oluşması için ise bu bilgileri üretecek beyin gücünün yetiştirilmesi gerekiyor. Çocuklarına sağlıklı bir din eğitimi vermek isteyen on binlerce aile var. Bu talebin karşılanması için bu girişime ihtiyaç vardı".
Bu konuda biraz geç kalınmadı mı?
"Bana kalırsa çok geç kalındı. Din eğitiminin Türkçe verilmesi ısrarı yüzünden bu oluşum gecikti. Oysa Alman okul sisteminin buna imkan vermeyeceği belliydi. 1992 tarihinde Heidelberg Üniversitesi'nde çalışmalara katıldığımda, yine Türkiyeden bir meslekdaşım ile birlikte bu duruma işaret eden bir raporu hazırlayıp o zamanki DİTİB yönetimine ve Türkiyede Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne sunduk. Almanya'da yetişen gençlerimizin ilahiyat okumalarına imkan sağlayan bir proje verdik. Ancak bir şey çıkmadı o zamanlar. O arkadaş şimdi birkaç yıldır Diyanetin Dış İlişkiler Daire Başkanı ve bu fikrin hayata geçmesi için çok önemli adımlar attı."
Türkiye'den gelen imamların Almanca öğrenmeleri gereğine inanıyor musunuz?
"Bu çok önemli. Almanya'da görev yapacak imamın Almanca bilmesi artık şart haline gelmiştir. Bunun en büyük tanığı burada imam olarak görev yapan arkadaşlardır. Almanca bilmeyen bir din görevlisi, namaz kıldırmak dışında fazla katkı sunamıyor. Türkiye büyük fedakalık yapıyor ve en iyi elemanlarını yurtdışına gönderiyor. Ama Almanca nedeniyle bu arkadaşlar yetersizlik duygusu yaşamak zorunda kalıyorlar. Bu da üzücü ve verimlerini olumsuz etkileyen bir durum. Burada yaşayan vatandaşlarımıza hizmet verecekseniz ve Alman toplumuna karşı İslamı temsil etmek durumundaysanız, hem Türkçe hem Almanca bileceksiniz. Özellikle gençlere yönelik çalışmalarda Almanca şart. Genel anlamda camilerin genç cemaat ve üye sayısında bir azalmadan söz ediliyor. Bunda diğer unsurların yanı sıra dil faktörünün de önemli bir rolü var. Türkiye bunun farkında. Ekonomik güçlüklere rağmen imamların Almanca öğrenmesi, Almanya'da İslam dini ile ilgili çalışmaların yürütülebilmesi için Türkiye önemli bir kaynak ayırıyor ve bildiğim kadarıyla Diyanet yeni projeler üzerinde de çalışıyor. Bu, İslam dininin önyargılara maruz kalmadan öğrenilmesi, öğretilmesi için çok önemli. Uyum sözcüğünü değil, kaynaşmayı tercih ediyorum. Kaynaşma için bu çok önemli"
Bugüne kadar yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Almanya'daki Türk makamları bugüne kadar camileri ve din derslerini daha çok Türkçeye ve Türk kültürüne hizmetin bir vasıtası olarak görme eğilimi gösterdi. Bunu hem Türkçenin korunması bakımından yetersiz buluyorum, hem de din dersinin ve cami hizmetlerinin doğasıyla her zaman örtüşmediğini düşünüyorum. Üstelik Türk kültürünün benimsetilmesi, korunması için sadece Türkçenin öğretilmesi veya Türkçe öğretim verilmesi yeterli olmuyor. Bunun müziği, kültürü, sanatı var. Hepsinden önemlisi özendirmek. Ben dilimizin ve kültürümüzün bu zenginliğe fazlasıyla sahip olduğuna inanıyorum. Doğrusu Eğitim ve Kültür Ataşeleri ne yapıyor anlamış değilim. Geldiğimden beri bu tür bir etkinliklerine tanık olmadım şahsen. Bu belki de benim eksikliğim, bilemiyorum. Ama yapılanlar kuşkusuz yetersiz. İyi ki Türk kanalları ve Türk medyası var. Türkçeye önemli bit hizmet verdiklerini düşünüyorum."
İslam derslerinin Türkçe öğretilmesine nasıl bakıyorsunuz?
"Öncelikle bunun bir fantezi olduğunu düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla Milli Eğitim ve Diyanet yetkilileri de farklı düşünmüyorlar. Zira Alman müfredat programı içinde Türkçe din dersi mümkün görünmüyor. Bence buraya takılıp kalmak sadece zaman kaybettirir. Öte yandan, bir İlahiyatçı olarak eklemek isterim ki, İslam dini evrensel bir dindir. Sadece Türk dini değil. Camiler de prensip olarak sadece Türklere ait mekanlar değil. Bunun anlatılması, anlaşılması ve buna uygun konseptler hazırlanması çok önemli. Ancak, İslam dininin Almanca anlatılmasında terminolojik sorunlar ve yetersizlik sözkonusu. Bu yetersizliği biz her gün hissediyoruz. İslam dinini anlamak başka, Almanca anlatabilmek başka. Gerekli terminoloji geliştirmek suretiyle ders Almanca verilmeli düşüncesini savunuyorum. İslamın doğuş dili Arapçaydı. Türkler Müslüman olduktan sonra kendi dillerinde dini terminolojilerini yarattılar, böylece İslamı kendilerine malettiler. Aksi taktirde Arabın dini olarak kalırdı. Bu Almanya'da da böyle olacak gibi görünüyor ve bence böyle de olmalı. Aksi takdirde İslam ve Müslümanlar burada eğreti kalmaya devam edecektir. Bu ise, ne buradaki Müslümanlar, ne de ev sahibi toplum açısından anlamlı olur. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Almanya'da yaşayan Türklerin çocuklarına, terminoloji sıkıntısına rağmen, İslam din dersi Almanca öğretilmelidir. Bu terminoloji meselesi de başka türlü aşılamaz zaten. Tabii bunları söylerken, Tükçenin çoğu aile ortamında hala ortak dili oluşturduğunu varsayıyorum."
İslam'a bakış konusunda dünya genelinde olumsuz bir gelişme yaşandı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
"İslam dinine karşı yaklaşım 11 Eylül olayından sonra bütün dünyada olumsuz bir şekilde nasibini aldı. İslama bakış sadece entellektüel bir meraktan kaynaklanmıyor. Bugünki ilgi sempatiden değil, korkudan kaynaklanıyor. Mesela akademik oryantalist çevrelerde daha önceki ilgi akademik düzeyde idi. Çalışmalar daha çok linguistik ve tarihsel çalışmalardı. Özellikle hümanist yazarlar 'İslam Kültürünü ve metinlerini nasıl anlayabilir ve kendi kültürümüze nasıl aktarabilirz' kaygısını taşıyordu. Doğrusu, yeni nesil bilim adamlarının böyle yetiştiğini sanmıyorum artık. Şimdi iş jurnalistik ilgiye dönüştü ve istisnaları olmakla birlikte daha çok İslam korkusunu pekiştirecek çalışmalar yapılıyor. İslama olan akademik ilgi de, İslamcıl