Güncelleme Tarihi:
FİLMİNİZİ, ‘sahte evlilikle gelen bir aşk öyküsü’ olarak yorumlayabilir miyiz?
Evet, öyle bir şey söylenebilir.
Sahte evlilikle göç üzerine film yapmak nereden aklınıza geldi?
Aslında amacım bir aşk hikâyesi anlatmaktı. Sahte evlilik olayı sadece dramaturjik bir karardı. Anneannem 1980’li yıllardan beri Marmaris’te ufak bir pansiyon işletiyordu. Ben de yaz tatillerimi orada geçirirdim. Orada, Anadolu’dan gelen gençlerin Avrupalı kadınlarla olan ilişkilerini senelerce birebir izledim. Otelimizdeki çalışanlar da bunlara dahil. Bu hikâyenin ilk ana fikri öyle oluştu.
Bu ilişkiler çoğu zaman ilginç bir dinamizme sahipti. Türkiye’deyken genç Türk erkeği olayı biliyor. Alman kadına etrafı gösteriyor. Birbirlerine âşık oluyorlar. Sonra Almanya’ya geliyorlar ve bir anda tamamen kadının eline bakıyor. Bütün ipler kadının elinde. Kadın yön veriyor her şeye. Bu, Türk erkeğinin sosyalizasyonu nedeniyle bazı sorunlara yol açıyor.
PAŞALIK ÇABUK BİTİYOR
Ne gibi? Türk erkek tipi, ‘kadına para harcatmayan, hesabı ödeyen biri. Ama Almanya’da kadının eline bakıyor’ olmasından kaynaklanan sorunlar mı?
Evet, gururuna dokunuyor. Karşısındaki eşi ama, bir anlamda annelik rolü görüyor. Çünkü kendisi dil bilmiyor. İş bulması gerekiyor. Çöpü nasıl ayıracağını ona kadın öğretiyor. Bu bir Türk erkeğine biraz koyuyor. Çünkü bilirsiniz, biz annelerimiz tarafından biraz paşa gibi büyütülürüz.
Bu paşalık burada bitiyor...
Evet, hem de çok çabuk bitebiliyor.
Fakat filmdeki Türk erkeği ‘Baran’ öyle mutsuz biri değil. Tam tersine evlendiği Alman kadın Marion mutsuz. Baran, Marion’a, restoranda geçen bir diyalogda, “Bak, ben ve sen. Yemek, şarap. Mutlu olmamak için bir sebep yok” diyor. Marion yüksek bir hayat standardına sahip. Aslında Baran mutlu olacak çok şeye sahip değil. Düşük ücrete çalışıyor. Marion’un maddi desteğiyle ayakta. Marion’un mutsuzluğuyla tüketici toplumun çok da mutlu olmadığını mı anlatmak istiyorsunuz?
Yüksek bir hayat standardı, doğrudan mutluluk garantisi değil. Marion’un hayatında iş çok önemli yer tutuyor. Hastalığı nedeniyle işini kaybedince derin bir boşluğa düşüyor. Baran’la evlenerek, bir yerde bu boşluğun yerini doldurmak istiyor. Ben dedemlerde de gördüm. Yoksul bir ortamdan gelen insanlar derin mutsuzluklara düşmüyorlar. Belirli bir hayat standardını yakaladıktan sonra onunla yetiniyorlar. Huzurlular. Dedem mesela, son 20 senesini sadece televizyonun önünde geçirdi. Eğer ailesi de yanındaysa, ondan mutlusu yoktu.
KURBAN KADIN DEĞİL, ERKEK
Marion kadın pilot. Eğitimli, güçlü bir kişiliğe sahip. Ne istediğini bilen biri. Baran mesleksiz. Tek hedefi kapağı Almanya’ya atmak. Sahte evliliklerde özellikle kadın figüründe tam tersi bir durum söz konusu. Kadın daha çok paraya ihtiyacı olan, asosyal biri. Sizin anlattığınız öykü biraz gerçek dışı değil mi?
Doğru. Senaryoya ilk başladığımızda sizin anlattığınız gibi düşündük. Ama fark ettik ki, o bir yere varmıyor. Alman kadın Türkiye’ye gidiyor. Türk gençleri onlara çok güzel ilgi gösteriyor. Bu tarz kadınlar Almanya’da aslında çok ilgi görmeyen kadınlar gibi gözüküyor bize. Kadın, bir nevi kurban rolünde bu durumda. Ben artık kadının kurban rolünde anlatılmasından bıktığım için kadını mücrim yapmak istedim.
Marion akılla hareket eden bir kadın. Duygularına izin vermiyor. Baran’ın da sorduğu, ama seyircinin de merak ettiği bir soruyu sormak istiyorum. O halde Marion niçin böyle bir sahte evliliğe “Evet” diyor?
Kadının Baran’a acıdığı için bunu yapmasını ortadan kaldırdık. Ona bir sır yükledik. Bu kadının bir sırrı. Sinemanın da amacı bu. Daha fazla sırlar anlatmak. Filme baktığınızda kadının bunu niçin yaptığını görüyorsunuz. Sadece Baran için yapmadığını, kendi çıkarları için de yaptığını görüyorsunuz.
ÜÇ YILI TAMAMLAYINCA...
Marion için çok kontrollü bir insan tipi dediniz. Şeytan detayda saklıdır. Marion’da görüyorsunuz ki, içi alev alev. Duygusuz değil. Derin duygular yaşıyor. Ama o duygularını dışa vuramıyor. Tipik bir Alman kadın karakteri mi bu?
Marion da Baran’ın hislerinden emin olamıyor. Çok zeki insanların böyle bir sıkıntısı vardır. Her şeyi en ince noktasına kadar düşünür, sorgularlar. Bu kadın da onu sorguluyor. “Bu çocuk şu anda bana böyle sevgi gösteriyor, ama üç yılı tamamlayıp Almanya’da artık tamamen oturma iznine kavuştuğunda genç bir kadına gider mi?” diye duygularına hâkim olmaya çalışıyor. Ama Marion duygu yüklü bir insan.
GÖÇMENLERİN DE BİR GURURU VAR
Bu film bir göç hikâyesi aynı zamanda. 2015 sonbaharında Almanya’ya mülteci göçü ve Almanların bu insanlara yardım etme isteği böyle bir filmi çekmenizi teşvik etti mi?
Bu film mülteci göçünden önce planda vardı. Ama şöyle bir ortak nokta var. İnsanlar hayatlarına bir mana arıyor. Bir başka insana yardım etmek insanı mutlu ediyor. Onun hayatına bir mana katıyor. İnsan olma meselesi. Güzel bir şey.
Film aslında Türk seyircinin hesap ettiği gibi bitmiyor. Baran dönüyor. Göç aslında insanları mutlu etmiyor mu?
Göçün insanları mutlu etmediğini anlatmaktan ziyade göçmenlerin de bir gururu olduğunu vurgulamak. Baran Almanya’ya gelmek, Avrupa’da bir yaşam kurmak istiyor. Hamburg Havalimanı’nda bagaj taşıyor. Burada bavul kayıplarında Baran’dan şüphelenilmesi onun gururunu kırıyor. “Başlarım bana sunulan bu hayata. Ben de gider kendi hayatımı kurarım. Kendime hırsız dedirtmem” diyor.
‘O ZAMAN SİNEMA YAPIN’
İlker Çatak, Berlin’de doğdu. 12 yaşında ailesiyle İstanbul’a döndü. İstanbul’da Alman lisesini bitirdikten sonra üniversite eğitimi için tekrar Berlin’e geldi. Bir yıl işletme okuduktan sonra bıraktı. İş ajansına başvurdu. Ne iş yapacağını bilmiyordu. İş ajansı kendisine hobilerini sordu. “Sinemayı seviyorum” deyince, “O zaman sinema yapın” cevabını aldı. Hamburg Media School’da sinema öğrenimi yaptı. Sadakat adlı kısa filmiyle ‘Yabancı Öğrenci Oscar Ödülü’nü aldı.