Güncelleme Tarihi:
Küçük yaşta babasını kaybetmiş.
Kardeşlerini ve onu anneleri büyütmüş.
Hem de başkalarının evlerinde temizlik yaparak.
* * *
Bir pasaport çıkartıp Almanya’nın İstanbul’daki irtibat bürosunun kapısına dayanmış.
Kendisi gibi sıra bekleyen bir sürü kadınlı erkekli insan varmış.
Sıra ona gelince masa başındakilerinden biri “Sen daha küçüksün” demiş.
Evet, hem zayıf hem de kısa boyluymuş.
Ama Sevim Çelebi, “Evet, küçük gibi görünüyorum ama ben çok güçlüyüm. Her işi yaparım” demiş.
Almanya sınavını kazanan Sevim Çelebi kendisini birkaç gün sonra, 1970 yılında henüz 17 yaşındayken (pasaportunda daha büyük yazılmış) Berlin’de bulmuş.
Ünlü Siemens fabrikasında.
Spandau’daki Siemens fabrikasında iş başı yapmadan o zamanlar gastarbeiter denilen misafir işçilerin kaldığı bir yurda yerleşmiş.
4 kadınla aynı odayı paylaşmış.
VARDİYALI YILLAR
Taşı toprağı altın olarak bilinen Almanya’da çalışmak hiç de kolay değilmiş.
Üç vardiya çalışılıyormuş o zamanlar.
Sevim Çelebi, eğitimli olduğu için yürüyen bantta üretim yerine Siemens’te elektrikli aletlerin parçaların monte ve kontrol edildiği birimlerde çalışmış.
Yani bir yerde kalifiye eleman statüsünde.
O bölümde mühendisler de varmış.
O mühendislerden biri olan Jörg ile dostluk kurmuş.
Yeterli derecede Almanca bilmediği için İngilizce anlaşmışlar.
Hatta o yıl Noel’de ve yılbaşında Jörg ile eşi onu evlerinde misafir etmiş.
Buna çok sevinmiş Sevim Çelebi.
O günleri şöyle anlatıyor: “Bu toplumda yavaş yavaş kabul gördüğüm, dostluklar kurduğum için çok mutluydum. Ama her şeye rağmen kendimi çok yalnız hissediyordum. Başlangıçta günlerce ağladım. Dışarda kapalı bir hava, dört kişi kaldığımız bir oda, üç vardiya iş. ’Buralara nasıl düştün? Neden geldin?’ diye kendi kendime söyleniyordum. Siemens bizim Almanca öğrenmemiz için hiçbir olanak sunamadı. Ama ben Almanca öğrenmek, kendimi geliştirmek ve yüksek öğrenim yapmak istiyordum.”
VE DÖNÜM NOKTASI...
İşçi yurdundan iki ay sonra çıkıp, üç kadınla birlikte Spandau kesiminde bir samanlığı kiralayıp yerleşmişler.
Derme çatma mobilya alıp kendilerine yeni bir düzen kurmuşlar.
İşi de bırakmak istemiş.
Ancak iki yıllık sözleşmesi olduğu için mecburen devam etmiş.
Bu süreyi doldurduktan sonra bir mağazaya girip tezgahtar olarak çalışmış.
İşte o dönemde Almanca dil kurslarına da katılmış.
Sonra da gece okuluna gidip yarıda kalan öğrenimini tamamlamak için yoğun çaba göstermiş.
O dönemde gündüzleri taksi şoförlüğü yapmış, akşamları da okula gitmiş.
Berlin sokaklarında iki yıl direksiyon sallamış.
Bir yandan taksi şoförlüğü yapıp, diğer yandan Berlin Üniversitesi Sosyal Hizmetler Akademisini bitirmeye çalışırken, gazeteci Jürgen Gottschlich ile tanışmış.
“İşte bu benim için dönüm noktası oldu” diyor Sevim Çelebi.
“Jürgen ile evlenince Alman vatandaşlığını da aldım. Tabii Gottschlich soyadını da. Bu sırada yabancı haklarını savunan dernek ve komitelere girip çıkmaya başlamıştım. Yabancılara en çok sahip çıktığına inandığım Alternatif Liste (AL) adlı partiyle o sırada ilişki kurdum. AL, Almanya’daki Yeşiller Partisi ile paralel faaliyetler gösteriyordu. Partiye üye olmamama rağmen 1985’teki Berlin seçimlerinde beni de milletvekili adayı gösterdiler” diyor.
Ama 21 Nisan 1987 tarihinde milletvekili olarak Eyalet Parlamentosu’nda yerini alması öncesi tüm gözler üzerine çevrildi.
Alman medyasında “Almanya’da ilk yabancı milletvekili” başlıkları atıldı.
“Türk kadını AL milletvekili olarak Berlin Parlamentosu’nda” (Berliner Morgenpost).
“Bir Türk kadını Berlin Eyalet Parlamentosu’na giriyor” (taz).
“Bir Alman Parlamentosu’nda ilk yabancı” (Die Zeit).
Oysa ki, Sevim Çelebi-Gottschlich yabancı değildi.
Alman vatandaşıydı.
Çünkü bugün olduğu gibi, o dönemde de yabancıların seçme ve seçilme hakları yoktu.
Hürriyet Gazetesi de 10 Nisan 1987 tarihli baskılarında “Almanya’nın ilk Türk milletvekili” başlığını kullandı.
Diğer Türk gazeteleri de öyle.
Evet, Sevim Çelebi, Türk’tü, Türk kökenliydi ama Alman vatandaşı olduğu için parlamentoya girebilmişti.
Kürsüye çıkıp konuşmasına Türkçe başladı. Hıristiyan Demokrat Birlik Partili (CDU) bazı milletvekilleri “Buranın dili Almanca’dır” diye çıkıştı.
Ama aldırış etmeden Türkçe birkaç şey daha söyledi.
Sonra da sözlerini Almanca olarak, “Sayın bayanlar baylar ve bu parlamentonun beyleri, sayın konuklar. Beş aydır bu parlamentoda bulunmama rağmen, ilk kez bu kürsüden asıl hedefimizi dile getirme şerefine sahip oluyorum. Bunun ancak şimdi mümkün olması bu hükümetin, iktidarın göçmen politikasına ne kadar az önem verdiğini gösteriyor. Onlar işçi çağırdılar, ama insanlar geldi. Çoğumuz bundan 30 yıl önce sıkı sağlık kontrolünden geçerek Almanya’ya geldi. İşletmeciler ve politikacılar için önemli şey bizleri burada bir daha sağlık kontrolünden geçirmek ve bize fabrikanın yolunu göstermekti. Bizim günlük yaşamı nasıl sürdüreceğimiz, fabrikalardaki makineleri nasıl çalıştıracağımız, bu ülkedeki yabancı bir dilde kendimizi nasıl ifade edeceğimiz onları ilgilendirmedi, kimse bu konuda kafa yormadı. Onlar için bizim sağlıklı olmamız ve çenemizi kapatmamız önemliydi” diye sürdürdü.
YABANCILARIN HAKLARI İÇİN MÜCADELE ETTİ
Sevim Çelebi-Gottschlich, görev süresi boyunca yabancıların eşit haklara sahip olmaları, Almanya’daki yabancıların aile birliğinin korunması, ülkelerindeki eş ve çocuklarını yanlarına alabilmelerinin kolaylaştırılması, yabancılara da yerel seçim hakkı verilmesi, okullarda iki dilli eğitime ağırlık verilmesi, Almanya’daki okullarda İslam dini dersleri verilmesi, türklere vizenin kaldırılması için didinip durdu.
1998 yılındaki genel seçimlerde Federal Meclis’e girmek için Kreuzberg-Schöneberg kesiminden milletvekili adayı oldu.
Hem de seçilemeyeceğini bildiği halde.
Çünkü amacı, çok kültürlü toplum mücadelesini sürdürmekti.
Evet, milletvekili seçilemedi, ama bu yöndeki mücadelesini sürdürmekte.
Hem de kararlı bir biçimde...
Hem de durmak, yorulmak bilmeden..