Almanya’nın içinde bir Türkiye var

Güncelleme Tarihi:

Almanya’nın içinde bir Türkiye var
Oluşturulma Tarihi: Haziran 20, 2015 11:04

Türkiye’de 1965-1993 yılları arısında yedi kez başbakanlık koltuğuna oturan ve 1993-2000 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapan Süleyman Demirel’in ölüm haberi, beni birden Ankara’ya, Güniz Sokak’taki evine götürdü.

Haberin Devamı

Televizyon ekranlarına yansıyan görüntülerde, üzerinde yan yana ve üst üste yığılmış kitaplar, mavi renk ağırlıklı kocaman bir küre bulunan dev bir çalışma masası.
2008 yılının bir yaz günüydü.

Hürriyet’in o dönemki Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ile Bild Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann’ın aynı yıl Süper Dostlar-Süper Freunde başlığıyla hem Türkçe hem de Almanca olarak yayınlanacak kitapta yer alacak Almanya ağırlıklı bir söyleşi yapmak için gitmiştim Demirel’in evine.

Hürriyet’in Ankara bürosundan bir fotoğrafçı arkadaşla birlikte beni işte ekranlara da yansıyan o çalışma odasında karşılamıştı Süleyman Demirel.
O zamanlar 84 yaşındaydı.
Renkli yazlık ceketi, rengarenk kravatı ve renkli cep mendiliyle çok şıktı.
Aynı zamanda da çakı gibiydi...
Daha yerimizi almadan bana “Almanya nasıl? Sizin Almanlar nasıl?” diye sormuştu.
Yanıtımı beklemeden de, “Sen de benim gibi köylü çocuğuymuşsun. Sen de benim gibi yüksek öğrenim için yurtdışına gitmişsin. Ama dönmeyip oralarda kalmışsın. Gurbetçi olmuşsun” demişti.
Belli ki, özgeçmişimle ilgili kısa bilgiler almıştı.

Almanya’nın içinde bir Türkiye var


“Evet, ben tıp okuyup doktor olmak istiyordum. Benim en büyük hayalim oydu o zamanlar. Türkiye’de sınavı kazanamadığım için Fransa’ya gittim. Strasbourg Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir süre öğrenim gördüm. Ama beceremedim. Sonra Almanya’ya geçtim. Bochum Ruhr Üniversitesi’nde Komünikasyon Bilimleri, Politik Bilimler ve Genel dil Bilimler öğrenimi gördüm. Üniversiteyi bitirdikten sonra da Hürriyet’in Avrupa Merkezi Frankfurt’ta işe başladım. Yani Almanya’yı ikinci vatan edindim” diye bir giriş yapmıştım.

* * *

Demirel’le uzun bir söyleşi yapmıştık.
Neredeyse iki saat süren bir söyleşi.
Söyleşiye başlarken Almanya anılarını da anlatmıştı. Almanya’ya ilk kez 1953 yılında genç bir mühendis olarak gittiğini anlatmıştı. “Ben 1953 yılında genç bir mühendis olarak Erlangen’deki Siemens işletmesini ziyaret ettiğimde ki, biz o zamanlar Seyhan Barajı’nı inşa etmek istiyorduk. Bana çok modern bir fabrikayı gezdirdiler. Ve ‘İngilizler bizim fabrikalarımızı yok ettiler, biz yeni fabrikalar kurmak zorunda kaldık. Bu yeni fabrikalarla da biz oraları altüst edeceğiz’ dediler. Gerçekten 4-5 yıl sonra İngiltere bir krizle karşıya kaldı. 30 Ekim 1961’de Almanya ile Türkiye arasında Türk-Alman İşgücü Sözleşmesi imzalandı. Bu sözleşme ışığında Türk işçileri Almanya’ya gitti. 1973 yılında da yeni işçi getirilmesi durduruldu. Bu 12 yıl içinde ben altı yıl boyunca Başbakan’dım. Türkiye 1960 yılından sonra bir planlama dönemine girdi. Biz yeni bir Türkiye yaratmak istiyorduk. Ve Paris Kulübü isimli uluslararası bir kuruluştan yardım aldık. Almanya’da da bu kulübün üyesiydi... Bizim Avrupa’ya misafir işçi göndermemizin sosyo-kültürel bir boyutu da vardı. Türkiye’nin gelişmesine hizmet etmesi boyutu. Pulluk tutan ellerin, vidaları sıkması ve makineleri kullanmasını istiyorduk... Çok kültürlü Avrupa’nın önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler önemlidir... Bugün artık Almanya’da bir Türkiye vardır. 1.7 milyonu Türk vatandaşlığını korumuş, 900 bini Alman vatandaşı olmuş bir Türkiye...”

Demirel’e, “1961 yılında Türk işçilerin sürekli olarak Almanya’da kalacaklarını düşünmüş müydünüz?” diye sormuştum.
Yanıtı Alman politikacılarınkinden hiç de farklı değildi: “Hayır. Bu insanların bir süre orada kalacaklarını, biraz para biriktirip tasarruflarıyla geri döneceklerini düşünmüştük. Türkiye’ye dönüp Almanya’da öğrendiklerini burada tatbik edeceklerini düşünmüştük. Biz Almanya’yı bir okul olarak gördük ve özellikle de felaket yaşanan bölgelerdeki insanlarımızı oraya gönderdik...”

* * *

Demirel, “Almanya’daki Türk varlığı Almanya ve Türkiye açısından ne ifade ediyor?” sorumu da şöyle yanıtlamıştı: “Onlar hem Almanya hem de Türkiye için bir köprü görevi üstlendiler. Türkiye bir gün gelip Avrupa Birliği’nde (AB) yerini alacak. Ondan sonra zaten insanların bu ülkede mi, diğer ülkede mi yaşayacakları da önemini kaybedecek” demişti.
Tabii başta Almanya olmak üzere Avrupa’da çalışan Türklerin gönderdikleri dövizlerle Türkiye’nin kalkınmasına çok önemli katkılarda bulunduğunun da altını çizmişti. “Türkiye olarak biz onlara müteşekkiriz” demişti.

* * *

Süleyman Demirel’e, “Theodor Heuss’dan Horst Köhler’e, Konrad Adenauer’den Angela Merkel’e kadar Alman cumhurbaşkanları ve başbakanları tanıdınız. En iyi hangisiyle anlaştınız?” diye sormuştum. Yanıtı şöyleydi:

“Önce başbakanlara bakalım. Uzun süre görevde kalmadı ama Kurt Kiesinger alışılmışın dışında kibar, dostane ve anlayışlı bir devlet adamıydı. Ondan sonra Willy Brandt başbakan oldu. Bu dönemde sıcak ilişkilerimiz olmadı ama onun Dışişleri Bakanlığı döneminde çok iyi ilişkilerimiz vardı. Helmut Schmidt dönemi şahane ilişkiler dönemiydi. Schmidt söyleyeceğini allandırıp pullandırmadan söylerdi. Yani en son söylenecek şeyi baştan söylerdi. Ama çok dost bir adamdı, devlet adamıydı. Sonra Helmut Kohl geldi. Uzun süre başbakanlık yaptı. Bizim uluslararası arenada tabu olduğumuz dönemde de. Ama ilişkilerimiz hep devam etti. Yeniden Başbakan olduğumda Helmut Kohl’ü Türkiye’ye davet ettim. Ama o, ben, devlet başkanı olduktan sonra geldi Türkiye’ye. Ama daha başbakanlık görevini bırakmadığım için Kohl’ü Dolmabahçe Sarayı’nda hem başbakan hem de cumhurbaşkanı olarak karşıladım. Ben Almanya’yı ziyaret ettiğimde de Kohl Türkiye’ye geldiğinde de Türkiye’nin AB üyeliğini de konuşurduk. Kohl, hiçbir zaman bana Türkiye’nin tam üyeliğine karşı olduğunu söylemedi... 2000 yılında Alman Cumhurbaşkanı Johannes Rau Türkiye’yi ziyaret etti. Benim en iyi anlaştığım Alman Cumhurbaşkanı Rau’dur...”

Demirel, “Almanya’daki Türk toplumu göçün 50’nci yılını kutlamaya hazırlanıyor. Onları 50 yıl sonra nerede görüyorsunuz?” soruma da “Almanya’nın nüfusunun bugünkünden daha az olacağını sanıyorum. Ve Almanya’nın yeniden işgücüne ihtiyacı olacağını düşünüyorum” yanıtını vermişti.

* * *

Evet, Demirel bunları yedi yıl önce söylemişti. İşte Alman politikacılar nüfus azalmasının önüne nasıl geçileceğini, kalifiye eleman sıkıntısının nasıl giderilip olası boşluğun nasıl doldurulacağı tartışmaya, konuşmaya başladılar son dönemlerde.

* * *

Süleyman Demirel’e 8 Kasım 1989 tarihinde iki Almanya arasında duvarlar yıkıldığında nerede olduğunu ve neler hissettiğini de sormuştum. Yanıtı şöyleydi: “Ankara’daydım. Sevindim, zira iki ülkeye bölünmüş bir milletin olamayacağını savundum ben hep. Bana göre Almanya’nın bölünmüşlüğü bir felaketti.”
Yıllarca Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yaptığı halde Süleyman Demirel, Almanya’ya 1967 yılında iki kez resmi ziyarette bulunmuş. Daha sonraki yıllarda hiç Almanya’ya uğramamış.
Evet, Türkiye’nin 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ölümü beni Güniz Sokak’taki evine götürdü.
Allah rahmet eylesin.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!