Güncelleme Tarihi:
Cem Özdemir, Almanya'nın Baden-Württemberg sınırları içindeki Bad Urach kentinde dünyaya gelmiş.
Kendi söylemiyle, “Türkiye ile Almanya arasında imzalanan İşgücü Anlaşamsı'nın bir ürünü”.
Yine kendi söylemiyle “Türk kökenli bir Süebyalı (Baden-Württemberg bölgesinde yaşayanlara Schwabe denir)”.
Cem Özdemir'i 1990'lı yıllarda Bonn'da tanıdım.
Genç bir milletvekiliydi.
Kendisini Türkçe ifade etmekte zorlanıyordu.
O yüzden o dönemdeki ilk söyleşilerimizi Almanca yaptık.
Kısa bir süre içinde Türkçesini geliştirdi.
Hem de iyi derecede.
Artık Türklerle ve Türk kökenli insanlarla hep Türkçe konuşuyordu.
Daha sonraki yıllarda Bonn'da ve Berlin'de yaptığımız söyleşilerde hep Türkçe konuştu.
Kötü bir öğrenciydim
Yıllar önce yaptığımız bir söyleşide Cem Özdemir'e ilk ve ortaokulda nasıl bir öğrenci olduğunu sormuştum.
“Maalesef kötü bir öğrenciydim. Karnem hiç de iyi değildi. Çünkü Almanca'yı konuşuyordum, ama yazı dilim çok kötüydü. Özellikle dikte ettirilen metinlerde çok fazla hata ayıpyorum. Benim gibi Portekizli yabancı bir çocuk daha vardı sınıfta. İkimiz, yani iki kötü en arka sırada oturuyorduk. Ama o benden biraz daha iyiydi.
4'üncü sınıfa kadar Almanca'dan hep 5 (en düşük not) alıyordum. Yani genelde ortalama notlarım kötüydü. Sadece iki derste iyiydim. Onlar da müzik ve din dersiydi.
5'inci sınıfta Hauptschule'ye gittim. Orada biraz kendime geldim. O zaman annem-babam bana öğretmen tuttular. Öğretmen benim iyileşmem için çok önemli rol oynadı. Genelde dayak da yiyordum okulda. Sadece Caner diye bir çocuk vardı. O benden daha yaramaz olduğu için biraz beni kurtarıyordu. Şiddet fazlaydı okulda o zamanlar. Güçlü olan kazanıyordu. Orada epeyce zorluk çektim. Liseye gitmekten çekindiğimiz, korktuğumuz için biz üç arkadaş Realschule'ye gittik. Orada notlarım yavaş yavaş düzelmeye başladı. Özellikle tarih ve politika derslerini sevmeye başaldım. Almancam da düzeldi. Sonunda epeyce iyileşti. Hatta 10'uncu sınıfta Almancam bir bile olabilirdi.
Öğeretmenlerin de çok faydası olduğunu sanıyorum. Özellikle polittikaya ilgilimi artırdılar. Dile karşı olan merakımı geliştirdiler. Beni motive ettiler.
“Politikaya ne zaman ilgi duymaya başladın?” sorusunu da şöyle yanıtlamışı: Politikaya küçük yaştan itibaren ilgi duydum. Ama bu ilgimi öğretmenlerim artırdı. Derse gelen SPD'li bir Belediye Meclisi üyesi, benim gazete okumadığımı görünce 'bu çocuğun ilgisini bu alana nasıl çekeriz?'diye düşünmüş olacak ki, bana 'iki hafta boyunca madem TV seyrediyorsun oradaki haberleri izle. Haberleri iç politika, dış politika diye ayır ve bir sıralama yap' dedi. Başka şeyler seyretmeyi sevdiğim halde bu ödev üzerine haberleri dinleme alışkanlığı edindim. O dönemde Sovyetler Birliği Afganistan'a girmişti. Orada benim siyasete olan ilgim başladı.
“Yeşiller'de politikaya başladın. Niye Yeşiller?” soruma da “ Aslında ben politikaya ortaokulda başladım. Sınıf başkanıydım. Liseye giden arkadaşlarla birlikte bir okul gazetesi çıkarmaya başladık. O çerçevede siyasete ilgim başladı ve 15 yaşımın sonlarına doğru 1981 yılında Yeşiller Partisi'ne üye oldum. İlk temel çevre hareketiyle atıldı bende. Sonra göç politikası da buna eklendi. Ama ben hala bugün bile ağırlıklı olarak Yeşiller'de çevre politikasıyla ilgileniyorum. Tabii göç politikası, dış politika bunlar çok önemli şeyler. Ama çevre politikası hem bizim partimiz hem de benim için hala anahtar konudur” yanıtını vermişti.
Solingen ve Mölln
“Aktif politikaya atılma fikrin mutlaka varmıştır, ama öneri kimden geldi?” sorumu da şöyle yanıtlamıştı: Teklif kimseden gelmedi. Kendiliğinden oluştu. Mevlüde Genç'in (Solingen'de Nenonazilerin kundakladığı binada ailenin 5 ferdini kaybeden Mevlüde anne) önemli bir rolü oldu aktif politikaya atılmamda. Solingen, Mölln ve Hoyerswerda'daki üzücü olaylardan sonra ben sadece sembolik aday olmanın yetmediğini düşündüm. Aktif olarak politikaya atılıp birlikte mücadele verilmesi gerektiğini düşündüm. Bundan sonraki Federal Meclis'te farklı bir simanın farklı bir ismin temsil edilmesi gerektiğini düşündüm. Türk kökenli birisi orada bulunmalı ki, Almanya'nın değiştiği gerçeği görünebilir hale gelsin istedim. Solingenleri, Möllnnleri yapanlara karşı ciddi bir sinyal verilmesi gerektiğini düşündüm.
MİT ajanı olarak suçlandım
“İlk kez milletvekilli adayı olduğunda bu parti içinde nasıl karşılandı?” sorumu da şöyle yanıtlamıştı: Aday olmak istediğim bölgede, Tübingen'de daha ziyade partinin 'sol kanadı' (fundis) ile 'gerçekçiler' (realos) kanadı arasında kıran kırana bir mücadele vardı. Orada adaylığı kıl payı kaybettim. Sonra kendi seçim bölgem Ludwigsburg'a gittim ve oradan aday oldum. Kanatlar tartışması orada da vardı. Sadece yabancı kökenli olduğum için seçilmeyi uygun bulmadım. Ben de kanatlar mücadelesi verdim. Türkiye ile bağım olmasını bazı çevreler benim aleyhime kullandı. Bazıları beni MİT'in elemanı olarak niteledi. Bana o günlerde en büyük zararı Almanlardan ziyade bizim toplumumuzdaki birtakım radikal çevreler verdi.
İki hata
Cem Özdemir, Lufthansa'nın iş seyahatleri karşılığı verdiği ücretsiz biletleri özel seyahatler için kullandığının ortaya çıkması ve bir halkla ilişkiler danışmanından düşük faizli özel kredi aldığının ortaya çıkması üzerine zor günler yaşadı.
2002 yılındaki genel seçimlei kazandığı halde bu olaylar yüzünden milletvekilliğinden istifa etti.
“İstifa etmen için partiden baskı gelmiş miydi?” soruma “Şurası bir gerçek ki, partiden herhangi bir baskı gelmedi. Ama benim kişisel ölçülerim farklıydı. Ben kendi adıma karar verdim. Ailemle de bunu konuşup paylaştım. Kararı aldığımda sadece kendimi düşünmedim, ayın azmanda göçmen toplumu da düşündüm. Siyasette çok önemli olan şeylerden biri inandırıcılıktır. Dolayısıyla ben bağımsızlığımı ve inandırıcılığımı koruyabilmek için yapabileceğim en iyi şeyin çekilmek olduğunu düşündüm. O zamanlar siyasete yeniden dönme gibi bir düşünce de yoktu kafamda.
Joschka Fischer (Dönemin Federal Dışişleri Bakanı) bile çok üzüldüğünü söyledi. Bana 'tekrar iyice bir düşün' dedi. Hatta ben ısrar edince Fischer bana 'türkischer Dickkopf” (dikkafalı Türk) bile dedi.
Çok açık bir biçimde hata yaptığını itiraf etti.
Ama Cem Özdemir ayağa kalkmasını bildi.
2004 yılında yapılan seçimlerde Yeşiller'den Avrupa Parlamentosu milletvekili seçildi.
2008 yılında da Yeşiller Eşbaşkanı olarak göreve getirildi.
O zaman kendisine “parti içinden ne tür tepkiler geldi”” diye sorduğumda, “Eşbaşkanlığımla ilgili olarak gelen telefonların, mektupların ve e-maillerin çok büyük bir bölümü olumlu ve sevindirici. Benim göç konusuna pek girmemem büyük ölçüde kabul görüyor. İnsanlar buna yavaş yavaş alışıyorlar. Insanların haberlerde benim gibi bir 'yabancı' isim taşıyan ve dış görünümü benim gibi olan birinin Opel konusu ile ilgili, Amerika'nın dış politikasıyla ilgili görüş belirtmesine alışması gerekiyor. Bunun da anlayışla karşılanmasının gerektiğini düşünüyorum. Bizler de buna alışmalıyız. Hala kendi aramızda Almanya hakkında konuşurken, başka bir yermiş gibi konuşuyoruz. Oysaki biz Almanya'yız. Almanya bizim Almanya'mız” yanıtını vermişti.
Evet, Cem Özdemir 7 yılı aşkın süredir aynı görevi sürdürmekte.
Hem de başarılı bir biçimde.