Ahmet KÜLAHÇI
Oluşturulma Tarihi: Kasım 02, 2020 09:44
Türkiye’nin eski Başbakanlarından Mesut Yılmaz’ın ölüm haberini duyunca, kendimi birden 1990’lı yılların ikinci yarısında buluverdim. 30 Eylül 1997’de Başbakan Mesut Yılmaz, Almanya’nın eski başkenti Bonn’da Almanların ‘kara dev’ olarak nitelediği Almanya Başbakanı Helmut Kohl ile görüştü. Ben o dönemde Hürriyet’in Bonn temsilcisiydim.
HELMUT Kohl, Alman ekolünden gelen Türk başbakana övgüler yağdırdı. Biraz da abartarak
Mesut Yılmaz’ın kendisinden daha iyi Almanca konuştuğunu bile söyledi.
Evet... Mesut Yılmaz orta öğrenimini Avusturya Lisesi ile Alman Lisesi olarak da bilinen İstanbul Erkek Lisesi’nde yapmıştı.
Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra Köln Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde yüksek lisan çalışması yapmıştı.
İşte bu yüzden de Almanya’yı, Almanları, Alman kültürünü, Almancayı çok iyi bilen bir Türk politikacı, devlet adamıydı.
Helmut Kohl’le yaptığı resmi görüşmeden sonra Bonn’daki Basın Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında, Mesut Yılmaz çok memnun gözüküyordu.
Çünkü Helmut Kohl’den Türkiye’ye Avrupa Birliği (AB) kapılarını açacağı yönünde olumlu sinyaller almıştı.
Zaten Bonn ziyaretinin en önemli amacı da buydu.
Çünkü 1997 yılı aralık ayında Lüksemburg Zirvesi’nde AB’ye üyelik başvurusunda bulunan ülkelerin adaylık statüleri görüşülecekti.
Türkiye de bu ülkeler arasındaydı.
Mesut Yılmaz, Kohl’le yaptığı görüşmeden sonra, “Bu tamam. İstediğimi aldım” diyordu.
Ama hiç de öyle olmadı.
12-13 Aralık 1997 tarihlerinde yapılan Lüksemburg Zirvesi’nde Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya gibi eski Doğu Blok ülkelerinin de aralarında bulunduğu 11 ülkenin adaylıkları kabul edilirken, Türkiye’ye aday statüsü verilmemişti.
Bu karar Mesut Yılmaz’ı hayal kırıklığına uğrattı.
Hatta Almanya Başbakanı Helmut Kohl’ün Lüksemburg Zirvesi’nde, “Ben Türklerle aynı masaya oturmam” dediği bile ileri sürülmüştü.
*
Ben o zaman Bonn’daki Yabancı Gazeteciler Cemiyeti’nin (VAP) başkanıydım.
VAP üyeleri her yıl Noel öncesi Almanya Başbakanı’nın konuğu olurdu.
Her ne kadar başbakanlıkta buluşsak da, ‘ev sahibi’ VAP’tı.
İşte o yıl ben de Cemiyet Başkanı olarak Kohl’ün yanında yerimi aldım.
Toplantının sonunda kendisine teşekkür ettim ve “Her ne kadar siz ‘Ben Türklerle aynı masaya oturmam’ deseniniz de, bu akşam bir Türkle anı masada oturdunuz” demiştim.
Hiçbir şey söylememişti.
Bırakın aynı masayı, daha sonraki yıllarda oğlu bir Türk kızıyla evlendiği için Helmut Kohl, bir Türk’le anı sofraya bile oturmuştu.
Yıllarca, “Türkiye’nin AB’de yeri yok” diyen Helmut Kohl’ün kendisine verdiği sözü tutmadığını düşünen Mesut Yılmaz o kadar kızmış olmalı ki, Almanya’yı o günlerde Hitler döneminin ‘
Lebensraum’ (yaşam alanı) politikasına dönmek istemekle bile suçladı.
Tabii bir ‘Almancı’ gözüyle baktıkları Mesut Yılmaz’ın bu açıklaması Almanları küplere bindirdi.
Hatta Mesut Yılmaz’ın Almanya Başbakanı’nın AB’yi bir Hıristiyan kulübü haline getirmek istediği yönündeki açıklaması ve “Federal hükümet, Türkiye’nin AB’den dışlanmasının mimarıdır” demesi, Almanları adeta çıldırttı.
Alman hükümeti, “Türkiye Başbakanı’nın bu suçlamaları yersizdir. Tamamen saçmadır. Kesinlikle kabul edilemez” açıklamasında bulundu.
İki ülke arasında ciddi bir politik ve diplomatik kriz yaşandı.
Ama bu dönem kısa sürdü.
Çünkü bir yıl sonra yapılan genel seçimlerde, Hıristiyan Demokrat/Hıristiyan Sosyal Birlik Partileri (CDU/CSU) büyük ölçüde oy kaybına uğrayınca, Helmut Kohl başbakanlık koktuğunu Sosyal Demokrat Partili (SPD) Gerhard Schröder’e kaptırdı.
Gerhard Schröder, bir yıl sonra yapılan Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesinde etkin bir rol oynadı.
Bu da hem Türkiye Türklerini hem de Avrupalı Türkleri sevindirdi.
Evet...
2005 yılında tam üyelik müzakereleri başlatıldı, ama Türkiye hâlâ AB kapılarında beklemekte.
Daha doğrusu bekletilmekte.