Güncelleme Tarihi:
İnanılması çok güç; cinayet işlemekten zevk alan bir Kahverengi-Ordu Franksiyonu Almanya'da şehirden şehire dolaşıyor ve kimse fark etmiyor. Bu nazi hücresinin kaç cinayet işlediği ve kaç kişiyi yaraladığı bilinmediği gibi, katillere nazi çevresinden yardım edenlerin olup olmadığı, varsa da kaç kişinin bu kanlı eylemlere destek verdiği de meçhul.
Nürnberg, Münih, Rostock, Hamburg, Kassel ve Dortmund kentlerinde en az dokuz kurbandan bahsediliyor. Öldürülenlerden ikisi döner büfesi işlettiği için, işlenen suçlar "dönerci cinayeti" olarak adlandırıldı. Bu tür saçma sınıflandırma alışkanlığından da süratle vazgeçilmelidir.
Katiller, bu insanları dönerci oldukları için değil, Türk veya Yunan kökenli oldukları için öldürdüler. İşlenen cinayetlerde içine düşülen en büyük yanılgı, bu kişilerin içinde bulundukları sözde haraç çevresinin kurbanı oldukları varsayımı ve buna istinaden "Bu bizi ne ilgilendirmiyor" yaklaşımıdır. Oysa bu suçlar, ırkçı nefretle işlenmiştir.
Kesin olan şu ki, bu olay Almanya Cumhuriyeti tarihinin en büyük terör cinayetler serisidir. Neonazi üçlüsü, giriştiği eylemlerin suç niteliği bakımından Kızıl-Ordu Fraksiyonu'ndan (RAF) hiç de geri kalan yanı yok. Ancak RAF çoğu kez eylemlerini üstlenmişti. Jena'daki katiller güpegündüz cinayet işleyip, sessizliğe büründüler.
Kullandıkları tabancalara susturucu takmakla kalmadılar. Saklandıklari inlerinde, kanlar içinde kalan kurbanlarının fotoğraflarının yer aldığı video kayıtları ve medya ile İslami derneklere ait adreslerin yazılı olduğu zarfların bulunması, pek alışılagelmiş bir durum değil. Anlaşılan katiller, işledikleri suçlardan duydukları gurur ile gizlenme gereksinimini serinkanlılıkla tartmış, sonunda ise harekete geçerek efektif bir şekilde cinayet işlemeye karar vermiş gözüküyorlar.
Soruşturma makamları, fazlasıyla uzun bir süre, işlenen suçlar serisini, Türkler arasında karmaşık bir hesaplaşma olduğundan hareket ettiler. Devlet burada çok acı bir şekilde iflas etmiştir.
CSU İç Politika uzmanı Hans-Peter Uhl şimdiden bir istihbarat skandalından söz ediyor. Polis ve istihbarat birimlerinin özellikle doğu eyaletlerinde, "kahverengi çevreleri" görmezden geldikleri iddia ediliyor.
90'lı yıllardan bu yana, başta yeni eyaletler olmak üzere aşırı sağcı ve şiddet yanlısı neonazi gruplar giderek yayılıyorlar. Özellikle kırsal kesimde ve küçük kentlerde korku ve endişe yaratıyorlar. Jena'daki nefret katilleri de anlaşılan bu çevrenin insanları.
Eylül 2000'de işlenen ilk cinayetten sonra polis seri katilleri arıyor. Cinayet silahı her defasında 7,65 kalibrelik Ceska 83 tipi tabancaydı.
Aşırı sağ gruplaşmaları, sadece biraz izlemek yerine, bunları devletin elindeki tüm imkanlarla toplumsal olarak bastırmanın zamanı çoktan geldi. Bazı İngiliz turist rehberlerinde, çoktandır Alman dazlaklar konusunda uyarılarda bulunulurken bazı insan hakları savunucusu gruplar da, özellikle koyu tenli turistleri, belirli bölgelere gitmemeleri konusunda tavsiyede bulunuyorlar.
Örneğin Berlin ve Brandenburg'da merkezleri bulunan Afrika Konseyi, yıllar önce yaptığı uyarılarında, yabancıların ve özellikle siyahilerin sırf dış görünümlerinden dolayı ırkçı ve aşırı sağcı şiddetin hedefi olma ihtimallerinin Doğu Almanya ve Doğu Berlin'in bazı kesimlerinde, Batı Almanya'ya göre, kat be kat daha yüksek olduğu tespitinde bulunmuştu.
Bu uyarılar acaba dikkate alınmadı mı? Doğu Alman kökenli katillerin ise uyarıları dikkate alıp kanlı eylemlerini daha ziyade Batı'da gerçekleştirerek acaba dikkatlerin üzerlerine çekilmesini engellemek mi istediler? Yoksa Thüringen veya Saksonya Anhalt eyaletlerinin bazı bölgelerinde öldürülecek bir yabancı olmadığı için mi böyle yaptılar?
Bundan 20 yıl önce iltica yurtları ve Türklerin oturduğu evler yakılmıştı. Utanç abidesi olan bu kentlerin arasında Hoyerswerda, Rostock, Mölln ve Solingen bulunuyor. Aslında yangınlar hiç bitmedi, sadece biz alevleri görmedik. Almanya'da yaşayan Türkler şimdi, "Bu devlet bizi koruyabilecek mi veya korumak istiyor mu" diye soracaklardır.
90'lı yılların başında bazı aileler, girişilen saldırılarda hayatlarını kaybettikten sonra büyük bir dayanışma mesajı verilmedi. Hiçbir başbakan veya hiçbir cumhurbaşkanı, olayların meydana geldiği yerlere gitmedi. Bu ihmal, göçmenlerin dikkatinden kaçmadı. Şimdi ise Alman politikasının önde gelenlerine fazlasıyla büyük görevler düşüyor. Kurban yakınları, destek ve açıklık bekliyorlar. Biz onlara karşı bu iki borcumuzu yerine getirmeliyiz.
Alman sivil toplumunu ölümle tehdit edenler, kınanmayı ve kanunun tüm yaptırımlarıyla karşılaşmayı hak ediyor. Türk komşularımıza ise "Bütün Almanya üzgün" diyoruz. Ama Almanya mücadele edecektir.
Claus Christian Malzahn
Die Welt Gazetesi
Politika Redaksiyonu
Kaynak: Welt online