Güncelleme Tarihi:
Bir çok sinema ve televizyon filminde rol alan tecrübeli oyuncu, daha önce de Türk yönetmen Neco Çelik'in “Alltag” filminde rol almıştı. Ingeborg Westphal, Almanya'da yaşayan Türk kökenli sinemacıların Alman sinemasına renk kattığını düşünüyor. Türk kökenli sinemacıların farklı hikayeleri anlatabileceğini belirten Ingeborg Westphal ile Kreuzberg'de görüştük.
- Neco Çelik ve Sinan Akkuş'la birlikte çalıştınız. Türk kökenli yönetmenlerle çalışmak nasıldı?
Neco'nun “Alltag” ve “Urban Guerillas”, Sinan Akkuş'un ise “Evet-Ich Will” filminde rol aldım. Neco beni arayıp “Bayan Westphal sizinle çalışmak istiyorum. Bir projem var” dedi ve senaryoyu gönderdi. Çok heyecanlıydı ve hemen ertesi gün arayıp kararımı bilmek istedi. Aslında senaryoyu okuduğumda çok beğenmiştim. Filmde rol için çok iyi çocuklar seçti. Casting'i mükemmeldi. Kida ve Erhan Emre de rol alıyordu. Çok başarılı bir projeydi. Neco harika bir yönetmen. Üç karakteri bir rolde benim için birleştirdi. Sonra beni ön görüşme için Nauynritze'ye davet etti. Sosyal pedagog olarak çalıştığı gençlik merkezine gittim. Sonra Neco'ya telefonda, “Hey Neco, Kreuzberg'de köpekleriniz bile agresif bakıyor” diye espri yapmıştım. Neco ile çalışmak mükemmeldi. Çok severek çalıştım.
- Siz tanınmış bir oyuncuydunuz Neco'nun ise ilk büyük filmiydi. Bu sizin için sorun olmadı mı?
Benim için sorun olmadı. Neco'yla tanıştığımız zaman onun duruşu, konuşması beni çok etkiledi. Gençliğinde bir çete üyesiymiş. Bu bile bana ilginç gelmişti. Çok entelektüel biri. Çok samimi. Hikayesi güzeldi.
-Peki öncesinde Türklerle irtibatınız var mıydı?
Doğruyu söylemek gerekirse yoktu. Oturduğum binada Yunanlı ve Yugoslav komşularım var ama Türklerle tecrübem olmamıştı. Bazı Türk kökenli oyuncular ve rejisörlerle hala kontağım devam ediyor. Çok güzel hikayeleri var. Bizlerin bilmediği ilginç hikayeleri kaleme almalılar ve o hikayeler üzerinden çalışmalılar. Neco ile Alltag filminden beri irtibatımız devam ediyor.
-Sinan Akkuş'un ilk sinema filmi “Evet-Ich will” nasıl gerçekleşti peki?
Senaryoyu ilk okuduğumda çok güldüm. Senaryoda hiç boşluk yoktu. Sonra öğrendiğim kadarıyla senaryo üzerinde 6 yıl çalışmış. Neco yönetmen olarak filminde oyuncuyu rahat alan bırakan biriydi. Sinan'ın ise ilk sinema filmiydi ve mümkün olduğu kadar detayları doldurmuştu. Doğal olarak garantiye almak istiyordu. Benim 11 günlük bir çekim günüm vardı. Film, mümkün olduğu kadar bir çok perspektiften çekildi.
- Filmde oynayan Türk oyuncularla nasıl tecrübeler edindiniz?
Türk oyuncular çok neşeli. Oynarken çok doğallar. Bu da beni çok heyecanlandırdı. Çok sakindiler. Alman oyuncular genelde çekimler sırasında çok sesli olurlar. Türk oyuncular ise gayet sakin ve sesiz bir şekilde rollerini oynadılar.
-Filmin galası Berlin'de yapıldı. Nasıl buldunuz?
Gala çok güzeldi. Çok samimiydi. Herkes birbirine sarılıp tebrik ediyordu. Yapmacık değildi.
-Peki size göre Türk kökenli sinemacılar Alman sinema dünyasına nasıl bir katkı sağlayabilir?
Fatih'in “Duvara karşı” filmi mükemmeldi. İlk izlediğimde çok soğuk buluştum ama ikinci izleyişimde ise şiddetli, yumuşak, anlamlı ve duygusal bütün unsurları barındıran mükemmel bir film.
Çok güçlü bir hikayesi var. Türklerin bu tutkusuna Alman sinemasının ihtiyacı var. Sinemada kültürlerin buluşması çok güzel bir şey. Türkiye'de olan sahneleri de var. Farklı yüzleri gösteriyor. Bu çok önemli. Farklı karakterler, farklı renkler. Türk kökenli yönetmenler, sinemacılar kesinlikle sinemamızı zenginleştiriyor.
-Türkiye'ye hiç gittiniz mi?
Hayır hiç gitmedim. Ama çok merak ediyorum. En kısa zamanda gitmek istiyorum. Ama öyle turistik bir bölgeye değil. Antalya'ya değil yani. İstanbul'a gitmek istiyorum. İstanbul'un çok heyecanlı bir şehir olduğunu duydum.
-Bir Alman filminde Türk kadınını canlandırma teklifi gelse kabul eder miydiniz?
Elbette ki böyle bir imkan olursa tabi ki oynarım. Ama burada doğup büyüyen Türk kökenli genç oyuncuların özellikle kadın oyuncuların sorunlarını biliyorum. Onlar hep belirli rolleri oynamak zorunda kaldıklarından şikayetçiler. Alman filmlerinde genelde Türk rolü olursa şans buluyorlar. Belli bir çerçeveye ait klişe rolleri oynuyorlar. Bunu doğru bulmuyorum. Bir oyuncuya her rolü oynayabilme imkanı tanınmalı.
-Peki seyirci bunu nasıl karşılar? Yani Alman rolünü bir Türk oyuncu veya tersi olduğu zaman izleyicinin tepkisi nasıl olur?
Bence sinemaya renk katar. İnsanların sinemada, anlamasa da farklı dilleri duyması heyecan yaratıyor. Örneğin Duvara Karşı filminde Birol Ünel de Türkçe konuşmuştu. O bölümleri anlamadık. Ama çok güzeldi. İzleyici de bunu zenginlik ve farklılık olarak görecektir.
-Oyunculuğa nasıl başladınız?
Annem oyuncu olmak istiyordu. Ancak bunu başaramayınca çocuklarını oyunculuğa yönlendirmek istedi. 5 çocuğun en küçüğü benim. Ben eski Doğu Almanya'da (DDR)büyüdüm. O zamanlar DDR'de bir çok kültür evleri vardı. DDR'nin iyi yaptığı şeylerden biriydi bu. 7 bin kültür evleri kurdular. Orada dans etmeyi, oyunculuğu öğrenme imkanınız vardı. Çocuklar sokaktan kurtarılıp kültür ve sanatla tanışıyorlardı. Ben de kardeşler içinde orayı seven ve orada kalan tek çocuk oldum. Halk dansları öğrendim. Orada küçük bir tiyatro rolünde oynadım. Arasıra, beni gençlik ve çocuk tiyatrolarında oynattılar. 16 yaşındayken tiyatro okuluna gitmek istedim. Ama ilk önce bir meslek öğrenmem gerekiyordu. Çocuk yuvasında eğitmen olmak için mesleğe başladım ve bundan çıkamadım. Sonra çocuk yuvasında çalıştım. Çocukları çok seviyordum. Yemek yapıp çocuklara şarkılar söylüyorduk. Ama bu böyle gitmez diye düşündüm Çalışırken, abitur yaptım. Ve Humboldt Üniversitesi'nde iletişim ve rehabilitasyon dalında öğrenim görürken bir tiyatrocuyla tanıştım. Ve uzun bir aradan sonra yeniden tiyatroyla karşılaştım. Hep yapmak istediğim işin bu olduğunu karar verdim ve Ernst Busch'ta tiyatro eğitim almaya başladım.
-Batı Berlin'e ne zaman geçtiniz?
1983 yılında evlenerek batıya geçtim. O zamanlar Avusturya DDR'yi tanıyordu ve iyi ilişkileri vardı. Ben de Avusturyalı bir müzisyene aşık olmuştum. Evlendik ve evlenenler için DDR'den çıkabilme hakkı tanınıyordu. Berlin'e gelmek istiyorduk ama eşim müzisyendi ve Batı Berlin'de pek iş bulma şansı yoktu. İlk önce Avusturya'ya gittik. Sonra Heidelberg'de tiyatroda oynadım. Sonra Berlin'e geldim.
-Peki bir oyuncu için kıyaslaması zordur ama tiyatro sahnesini mi yoksa kamera önünde olmak mı daha heyecan verici?
Aslında ikisi de birbirinden farklı. Çocuk yaştan itibaren sahnede olduğum için tiyatro bana daha samimi geliyor. Kendimi sahnede daha iyi hissediyorum. Fakat uzun yıllardan beri tiyatroda oynamadım.
-Hiç Türk filmlerini izlediniz mi Türk prodüksiyonlarını tanıyor musunuz?
Doğruyu söylemek gerekirse tanımıyorum. Örneğin Fatih Akın'ın co-prodüktörlüğünü yaptığı Takva'yı izlemek isterdim.
-Sizin için filmde önemli olan iyi bir senaryo mu yoksa iyi bir rejisör mü?
Benim için önemli olan hikaye, yani senaryo. Eğer senaryo ve rol bana göre değilse zaten verim alamazsınız. 2006 yılında “Brennendes Herz” filminde oynadım. Farklı bir hikayesi vardı. Bu filmde neo-nazi bir gencin annesini canlandırıyordum. Türk karakterlerinde ise Erhan Emre ve Kida vardı. Bu film, Almanya'da en iyi film ödülünü aldı. Örneğin, bu filmde farklı bir karakteri canlandırıyordum. Hikayesi farklıydı.