Ahmet KÜLAHÇI / Fotoğraf: DPA
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 21, 2021 09:44
Deprem, sel, yangın, hortum, kasırga, heyelan, çığ ve tsunami gibi doğal afetler ‘geliyorum’ demez. Demiyor da. Ancak gelişen teknoloji ve bilimsel araştırmalar sayesinde edinilen bilgiler ışığında ‘uyarı’ sinyalleri vermek mümkün.
NİTEKİM
Almanya’nın Rheinland-Pfalz, Kuzey Ren Vestfalya, Baden Württemberg ve Bavyera eyaletleri ile Belçika, Lüksemburg, Hollanda ve Avusturya’nın bazı kesimlerinde meydana gelen
sel felaketi öncesi ‘somut uyarılar’ gelmiş de.
Avrupa Sel Farkındalık Sistemi’ni (EFAS) geliştirenler arasında yer alan İngiliz bilim insanı Hannah Cloke, “Biz sel felaketinin yolda olduğu haberini birkaç gün önceden verdik” açıklamasında bulundu.
10-14 Temmuz tarihleri arasında güncelleştirilen 25 uyarının iletildiğini belirterek, açık bir biçimde Almanya’da ilgili birimleri bunu ciddiye almamakla bile suçladı.
Alman
Meteoroloji Dairesi de aynı günlerde söz konusu bölgelerde metrekare başına 100-200 litre arasında yağmur yağacağına dikkati çekerek, doğrudan olmasa bile gereken önlemlerin alınması uyarısında bulundu.
Ama bu uyarılar kimsenin umrunda olmadı.
“Nasıl olsa bize bir şey olmaz” diye düşünen insanlar da umursamadı.
Ancak bu vurdumduymazlığın ve ihmalkârlığın faturası ağır oldu.
Şu ana kadar 160’ın üzerinde insan yaşamını kaybetti.
Televizyon ekranlarında günlerdir dramatik sahnelere tanık oluyoruz.
Gazetelerde yürek burkan öyküler okuyoruz.
Sular altında kalmış otomobilinin içinden çıkmaya çalışan orta yaşlı bir kadın.
“Yaşamak istiyorum” diye çığlık atan kadını kurtarmak için ölümü bile göze alarak yardıma koşan bir genç.
Sel basan garajdan çıkarılan bir ceset.
Anne-babasından
haber alamayan genç bir kızın çığlıkları.
Komşularını kurtarmak için girdiği daireden sağ çıkamayan kocası için gözyaşları döken bir kadın.
Kapıldıkları sel sularından kendilerini çekip çıkaran gençlere sımsıkı sarılıp teşekkür eden yaşlı iki kadın.
Çöken binaların enkazlarından çıkarılan cesetler.
Gerçekten yürekleri yakan görüntüler.
*
İnsanların bu çaresizliğini ve çektikleri acıları ekranlarda İzlerken kendimi bir anda 1950’li yılların ortalarında buluverdim.
Yıl 1955’ti.
Bir yaz günü.
Sonradan okudum 8 Temmuz günü olduğunu.
Şu anda ilçe olan Konya’ya bağlı Derebucak o zamanlar köydü.
“Dereköy” derlerdi.
İşte doğduğum ve çocukluk ile gençliğimin bir bölümünü geçirdiğim Derebucak’ta, yani Dereköy’de yangın çıkmıştı o gün.
Henüz 5 yaşındaydım.
Köyün ağası olan Ahmet dedemden kalma iki katlı ahşap bir ‘konak’ta yaşıyorduk.
Komşu çocuklarıyla konağın önünde oynarken birden “Yangın var” çığlıkları duyduk.
Komşulardan biri bizi toplayıp köyün girişindeki boş tarlalara götürdü.
Bir cuma günü öğle saatlerinde Velel (Veligiller) Mahallesi’nde bir evde çıkan yangın, kısa sürede rüzgârın da etkisiyle tüm köye yayılmıştı.
Bütün binalar ahşap olduğu için kısa bir süre içinde küle dönüşmüştü.
Dereköy’deki 410 evden 403’ü 1.5-2 saat içinde yerle bir olmuştu.
Akrabalarımızdan bir çocuk da evlerinde yanarak can vermişti.
Yangın haberini alır almaz tarladan koşup gelen annem-babam komşuların yardımıyla bizim konak da kül olup gitmeden bazı eşyaları kurtarmışlardı.
Geceyi tarlada geçirdik.
Ertesi gün de Kızılay’ın verdiği çadırlara yerleştik.
Birkaç hafta çadırda yaşadık.
Kısa bir süre sonra da komşuların yardımıyla inşa edilen ahşap bir eve yerleştik.
Ama Dereköylülerin çoğu aylarca çadırda yaşamak zorunda kaldı.
Çadırlarda kışı geçiren aileler bile oldu.
İnsanların çoğu devletin yardımıyla ertesi yıl inşa edilen taştan evlerine taşınabildiler ancak.
Konya’dan, Ankara’dan gelen mimarların planlarıyla Derebucak modern bir köy oldu.
Zamanla gelişerek ilçe oldu.
Ama o yangın günü hiçbir zaman aklımdan çıkmadı.
Daha sonraki günlerde, haftalarda, aylarda, hatta yıllarda yaşadıklarım da öyle.
İşte ‘geliyorum’ demeyen bu sel felaketini yaşayan insanlar hiçbir zaman unutmayacaktır.
Unutamayacaklardır...
-----------------------------------------------------------
Not: Tüm okuyucularımızın mübarek Kurban Bayramlarını yürekten kutlarım.