Güncelleme Tarihi:
BALKANLARIN’ın en önemli tatil ülkelerinden biri olan Hırvatistan, Başkenti Zagrep’in yanısıra Split ve Dubrovnik gibi tarihi şehirleri, ‘Adriyatik’in kalbi’ diye adlandırılan Dalmaçya bölgesi ve daha birçok ünlü tatil beldeleriyle seyahat severlerin büyük ilgisini çekiyor. Yaklaşık 4.5 milyon kişinin yaşadığı ülke, 56 bin metrekarelik yüzölçümüne ve binin üzerinde adaya sahip. Orta Avrupa ve Balkanların kesiştiği, yeşilin her tonunun mavi ile buluştuğu çok özel bir noktada... Özellikle sonbahar aylarında doğasında oluşan renk cümbüşleriyle, ziyaretçilerine apayrı güzellikler sunan Hırvatistan’ın nefes kesici güzelliklerine yakından tanıklık etmek istiyorsanız UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan milli parklarını da ziyaret etmelisiniz... Ayrıca bu mevsimde Hırvatistan’da mutlaka görülmesi gereken diğer bir bölgeyse, benimde hayran olduğum ‘Adriyatik’in kalbi’ diye adlandırılan Dalmaçya bölgesi. Bu bölge kuzeyin hareketli metropolü Zadar’dan, güneye doğru, ‘Adriyatik’in incisi’ olarak da bilinen Dubrovnik şehrinin hemen arkasına kadar uzanıyor. Doğası, masmavi berrak denizi, adaları ve Ortaçağ’dan kalma eski şehir merkezleri ile harika bir tatil cenneti.
Tatilinizi Dalmaçya’nın hangi köşesinde geçirirseniz geçirin ‘Adriyatik’in kalbi’ sizi mutlaka büyüleyecek.
SARAYIN İÇİNDEKİ ŞEHİR; SPLİT
Hırvatistan gezime tarihi Split şehrinde başladım. Dalmaçya’nın tam kalbinde yer alan Split; etrafını çevreleyen Mosor, Kozjak ve Perun dağları ile gerçek anlamda bir açık hava müzesi. Yaklaşık 210 bin nüfusa sahip Split, aynı zamanda Hırvatistan’ın en büyük ikinci şehri. Split’in kendine özgü bir çekiciliği olduğu da bir gerçek. Split şehri için modern çağla geç antik çağın mirasının bir sentezi diyebiliriz. UNESCO’nun 1979’da bir Dünya Mirası Alanı ilan ettiği Diocletian Sarayı, antik şehrin kökenlerinin atıldığı eski şehrin merkezinde bulunuyor. Roma İmparatoru Diocletian’ın emeklilik evi olarak, 10 yıl gibi rekor bir sürede M.Ö. 3. yüzyıl civarında inşa edilen tarihi Diocletian Sarayı, büyüklüğü ve ebatlarıyla adeta Split şehrinin içerisinde ikinci bir şehir gibi. Saray yaklaşık 3 hektarlık bir alanı kaplıyor... Ayrıca, Dalmaçya sahillerine bakan bu saray Hırvatistan’ın en ünlü kültürel ve mimari yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Diocletian Sarayı’nı ziyaret ettikten sonra zaten buradan başlayan şehir turuna katıldım...
ORİJİNAL MISIR SFENKSİ
Ertesi gün Split’in en güzel panoramik manzarasına ev sahipliği yapan Sveti Duje Katedrali’nin çan kulesi çıktım. 200 adımda zirveye ulaştığınızda karşılaştığınız manzara tek kelimeyle muhteşem. Buradan tüm eski şehri, limanı, yeşil dağlık alan Marjan Parkını ve Hırvat adalarını görebilirsiniz...
Katedral başlangıçta, İmparator Diocletian’a ve karısına bir türbe olarak hizmet etmiş ve daha sonra Split’in koruyucu azizi Domnius ile kutsanmış. İşte size güzel bir fotoğraf fırsatı daha: Girişin önündeki orijinal Mısır sfenksi... Katedralin seyir kulesinden keşfettiğim şehrin en yeşil merkezi Marjan Park: Split limanından uzunca bir süre yürüyerek ulaştığım park da çam ağaçlarının altında, kalabalık şehirden çok uzakta saatlerce boş yollarda yürüdüm. Tertemiz orman havasını soludum ve Split’in denizine bir kez daha hayran kaldım. Tek kelimeyle muhteşem bir plajıda parkın güney bölgesinde ki bir yamacın altında tesadüfen keşfettim.
16 GÖLLER
Split’te uzun kalacak olursanız eski şehirden yeni şehre geçip, ‘Novi Grad’ meydanındaki bence görülmeye değer eski barok tarzdaki Palazzo Müzesi’ni de ziyaret edebilirsiniz. Şehir merkezinde, Ortaçağ’dan kalma bir çok sayıda önemli tarihsel kalıntıları bulacaksınız.
Alternatif olarak sahilden tekneyle Trogir veya Ciovo adasının çevresindeki çok temiz ve bakımlı plajlardan birini keşfedebilirsiniz. Split’ten sadece beş kilometre uzaklıktaki M.Ö. 4. yüzyılda kurulmuş olan Salona antik kentinin kalıntıları da görülmesi gereken yerlerden biri. Salona’dan çok uzakta olmayan Klis Kalesi ise; Split sahili, Trogir sahili ve çevresindeki adaların muhteşem panoramik manzarasını sunuyor. Ayrıca tekne turlarıyla koruma altındaki Brac, Hvar, Vis ve Lastovo adalarına düzenlenen gezilerine katılmanızı öneririm...
Ben Split’i baz alarak eşşiz bir doğa cenneti olan Hırvatistan’ın milli parkları Krka ve Plitvice Parklarını da ziyaret ettim.
Plitvice Milli Parkı, 1979 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yerini almış, muhteşem bir doğa ile buluşacağınız ve uzun bir süre aklınızdan çıkmayacak güzellikte bir yer. Bosna Hersek sınırına yakın olan ve ‘16 Göller’ olarak bilinen bu yörede, neredeyse her göl kendine has bir renge sahip. Plitvice Gölleri; lacivert, yeşil, mavi ve gri olmak üzere alışılmışın dışındaki belirgin renkleriyle biliniyor. Ahşap yürüyüş yollarını kullanarak gezebileceğiniz bölgede, isterseniz tekneler ile göllerde turlara katılabilirsiniz. Hırvatistan’ın el değmemiş güzelliklere sahip Plitvice Milli Parkı, Güneydoğu Avrupa’nın en eski milli parklarından biri ve toplam 16 adet göl ve 296 kilometrekare bir alanı kapsıyor. Bu göllerdeki 92 adet şelale küçük nehirler ile birbirine bağlı. Göllerde veya şelalelerin altında yüzmek yasak.
KRKA MİLLİ PARKI
Hırvatistan’ın diğer önemli doğal parklarından biri olan ve 72,5 kilometrekarelik alana yayılmış Krka Milli Parkı, ülkede çok iyi korunan parkların başında geliyor. Bu Parkın doğa güzelliği insana huzur ve mutluluk veriyor ve sonbaharda gerçekten sanki daha da etkileyici bir havası var. Plitvice Parkı’na nazaran daha küçük olan parkın içinde toplam 7 farklı şelale bulunuyor. Bu şelalelerin altında yüzülebiliyor, bu yüzden yanınıza mayonuzu almayı ve ahşap yürüyüş yollarında yürüyebilmek içinde iyi bir yürüyüş ayakkabısı almayı unutmayın. Parkın içinde nehir ve şelalelerin yanısıra aynı zamanda önemli yapılar da var. Bunlardan biri de parkın içindeki Viskovac Gölü’nde ki gölün ortasında duran bir manastır... İki milli parktada çeşitli yürüyüş yolları veya paralı turlar var 3-4 saatlik turların içinde ilk kısmı yürüyerek geçiyorsunuz ve göldeki elektrikli tekne ile geri dönüyorsunuz. Harika bir deneyim olduğunu söyleyebilirim çünkü tekne suyun içinde neredeyse sessizce kayıyor.
DUBROVNİK
‘Adriyatik’in İncisi’ diye adlandırılan Dubrovnik, Hırvatistan’ın en güzel şehirlerinden. Muhteşem doğal güzellikteki Akdeniz manzaraları ve açık deniz adaları ile çevrili bu şehir, ayrıca Avrupa’nın en büyüleyici eski şehir komplekslerinden birine ev sahipliği yapıyor... Dubrovnik tarih içinde zamanla, Dalmaçya’daki Venediklilerin ticaret limanından Hırvatistan’ın en önemli şehirlerinden birine dönüşmüş. Günü birlikçi gemi turları turistleri başta olmak üzere hemen her gezgincinin hayatı boyunca mutlaka görmek istediği şehirler listesinde ilk sıralarda yer alan Dubrovnik, bu nedenle de son yıllarda özellikle yaz aylarında gerçek anlamda bir turist istilasıyla karşı karşıya. Daha önce deneyimlediğim için bu kez sonbahar da gitmeyi tercih ettim ve nispeten daha az turist olduğundan şehrin keyfini çıkarabildim. Öncelikle şehre arabayla gitmek isteyenlerin dikkat etmesi gereken: Dubrovnik’de çoğu sokak tek yön, bazıları da trafiğe zaten kapalı. Park yeri bulmak hemen hemen imkansız. Özellikle Old Town’a (Eski Şehir) araç girmesi yasak.
13.5 EURO’YA SUR TURU
Eski Şehir’in ana kapısı sayılan Pile Kapısı, eski şehrin dört kapısından biri ve en önemlisi. Eski şehri çevreleyen surların devasa büyüklüğünden etkilenmemek mümkün değil ama, gerçek anlamda şehrin büyüsüne ilk olarak Pile Kapısı’ndan içeri girdiğinizde kapılıyorsunuz. Dubrovnik’in en önemli aktivitelerinden biri kuşkusuz şehir surları üzerinde yürüyüş yapmak. Yürüyüş aşağı yukarı 2 saatinizi alıyor ve sürekli inip çıkılan merdivenler nedeniyle biraz kondisyon gerektiriyor. Surlarda yapılan turun fiyatı, kişi başı 13.5 Euro civarında. Surlar için aldığınız biletler, Lovrijenac Kalesi’nde de geçerli bu yüzden sakın atmayın. Her tarafı devasa surlarla çevrili Eski şehir bölgesinde dolaşırken sanki Ortaçağ’da yaşıyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. 17. yüzyıla kadar Osmanlı hakimiyetinde olan Dubrovnik, kaleleri, eski taş evleri, daracık yolları ve sürekli inilip çıkılan merdivenleri ile oldukça ilginç ve kesinlikle görülmesi gereken bir şehir...
Onofrio Çeşmesi: Şehrin en çok tanınan anıtlarından. 1400’lü yıllarda Napolili mimar Pnofrio de la Cava tarafından yapılmış. Çeşmenin 16 adet bölmesi bulunuyor ve her bir bölmede bir rölyef mevcut.
Çan Kulesi: Yerel ustalar tarafından 1444 yılında inşa edilen Çan Kulesi ilk yapıldığında, çana vuran iki figür tahtadan yapılmış daha sonra ise tahta figürler bronz olanları ile değiştirilmiş...
Avrupa’nın en eski eczanesi: Franciscan Manastırı 13. yy’da inşa edilmiş daha sonra düşmanların kullanımını engellemek için yıkılmış ama sonra yeniden inşa edilmiş. İçinde Avrupa’nın en eski eczanesinin müzesi ve 70 binden fazla kitabın bulunduğu kütüphanesi de yer alıyor.
Stradun Caddesi: Dubrovnik’in en ünlü caddesi denilebilecek bu cadde de asıl gezilecek görülecek yerler dar ara sokaklar. Yaklaşık 300 metrelik caddeyi dolaşırken etraftaki kafeler, restoranlar ve mağazaların yoğunluğu insanı gerçekten yoruyor. Bu yüzden ara sokaklara dalmakta fayda var...
Liman Kapısı: Stradun Caddesinin sonundaki kapı ise şehrin ikinci en önemli kapısı ve adı üstünde şehrin limana açılan kapısı. İki kısımdan oluşuyor biraz alçak olan iç kapısı ve limana açılan diğer büyük kapısı...
TROGİR
UNESCO tarafından Eski Şehir kompleksinin tamamı Dünya Mirası Alanı ilan edilen Trogir şehri, Split’e sadece 27 km uzaklıkta ve küçük tatil köyleri ve muhteşem sahilleri ile popüler bir tatil cenneti... Özel cazibesini Romalılara borçlu çünkü Romalılar, 2.000 yıllık tarihi eski şehir merkezini bir kanalla ana karadan ayırmış. Anakarayı eski şehre bağlayan köprüden karşıya geçerken her köşesi tarih kokan eski şehrin dolambaçlı dar ara sokaklarında geçmişe doğru bir yolculuk yapma olasılığınız oldukça yüksek.
Hırvatistan’da görülmesi gereken yerler tabii ki çok daha fazla, ne yazık ki benim gezebildiğim yerler bu kadarla sınırlı kaldı, ama ülkeyi tekrar ziyaret edeceğim garanti...
ADANIN LANETİ
Eski Şehir Limanı’ndan yaklaşık 150 Kuna ödeyerek, tekneyle 15 dakikada ulaşabileceğiniz UNESCO koruması altında ki Lokrum Adası’na gitmenizi mutlaka öneririm. Adaya Dubrovnik’ten her 30 dakikada bir 09.00 - 19.00 saatleri arasında feribot seferleri yapılıyor. Adada eski tarihi binalar, botanik bahçesi ve görülmesi gereken demir tahtın yanı sıra yüzmek için ideal mükemmel berraklıkta ölü denizi var. Buraya sabah erken saatlerde gelmek ve tüm gün geçirmek yaptığım en akıllıca işti. Botanik Bahçesinde rengarenk çiçeklerin arasında gezip, Ada’nın her köşesinde serbestçe dolaşan rengarenk tavuskuşları, sincaplar ve tavşanlar eşliğinde saatlerce yürüyüş yaptım. Dubrovnik’in sonbahar ayı olmasına rağmen yoğun kalabalığından uzaklaştım ve Ada’nın sakin plajında denizin keyfini çıkarttım. Böylesine masalsı ve güzel bir Ada’nın bir de sırrı var. Efsaneye göre, Adaya gelen tüm ziyaretçiler ve adada çalışan personel en geç saat 21.00’e kadar adayı son gemiyle terketmezlerse lanetleniyorlar... Efsanenin çıkış hikayesi ise yüzyıllarca adada yaşayan rahiplerin; 1798 yılında Dubrovnik Senatosunun, üç asilin verdiği öneriyi kabul edip Lokrum Adasını Dubrovnik’in en zengin dokuz nüfusuna satması ve bunun üzerine rahiplerin adayı terk etmek zorunda bırakılmış olmaları...
MUMLARI TERS ÇEVİRİP...
Rahipler Dubrovnik Senatosunun ve Papa’nın bu kararlarına karşı çıkamamışlar ve yüzyıllarca yaşadıkları adadan, mülklerinden ve manastırlarından ayrılmak zorunda bırakılmışlar... Efsaneye göre de adayı terk etmeden önce bir “veda hediyesi” bırakmışlar... Gecenin geç saatlerinde adayı terketmeden hemen önce Ada’nın etrafını ters çevirdikleri mumlarıyla üç kez dolaşmışlar ve yedi yüzyıl yaşadıktan sonra kovuldukları adayı ve kovanları lanetlemişler... Lanet gecesinin sabahı, şafak sökerken bir tekneye bindirilen rahipler adadan ayrılmışlar ve bir daha asla geri dönmemişler. Rahiplerin lanet gecesinde Ada’nın etrafını dönerek yaktıkları mumların en küçük balmumu kalıntıları bile temizlenene kadar lanet devam edecekmiş... Ada’da artık ikamet edilmiyor sadece orman yangını tehlikesi nedeniyle birkaç itfaiyeci adada kalıyor...
ÖNEMLİ BİLGİLER
KREDİ kartları çoğu yerde kabul ediliyor ama yinede mutlaka yanınızda nakit para bulundurun. Kredi kartını kullanarak ATM’lerde nakit para çekme işlemi mümkün. Birçok yerde Euro üzerinden hesaplanıyor. Ancak Hırvat ulusal para birimi Kuna ile ödeniyor. Bu yüzden yanınızda mutlaka nakit Kuna bulundurun. Fazla sayıda döviz bürosu yok ama olanlarda nakit değişimi mümkün... Hırvatistan genel anlamda yaşam ritmi oldukça sakin bir ülke. Hırvatların büyük şehirlerdeki hayatları bile sakin ve acelesiz. Bu yüzden ‘Hırvat gibi yavaş’ terimi ortaya çıkmış. Hırvatlar aynı zamanda gerçekten çok misafirperver. Hırvatlara Yugoslav demeyin sakın, bundan oldukça rahatsızlık duyuyorlar. Fransızca kökenli ‘kravat’ kelimesinin aslı , ‘Hırvatlar’ veya ‘Hırvat usulü’ demekmiş...
Eğer hedef tarih ve turistik gezi ise, o zaman bahar aylarının ortası, sonu veya sonbaharın başlangıcı ziyaret için en uygun zamanlar. Bu dönemlerde aşırı bir sıcaklık yok, yağmur nadiren yağıyor ve ılıman güneşli günler devam ediyor. Hırvatistan’daki plaj sezonu ise mayıs ayının ilk günlerinde başlıyor ve ekim ayı sonuna kadar deniz suyunun sıcaklığı 20 ° C’nin altına düşmüyor. Hava sıcaklığının ortalaması 23 °C civarında. Yazımın başında da belirttiğim gibi Hırvatistan’ı gezmek için sonbahar mevsimi mükemmel. Dubrovnik veya Split şehirleri gibi ülkenin güney kısmında yer alan tatil köyleri sonbahar aylarında da rahatlıkla gidilebilecek ve hatta denize girilebilecek bölgeler.