Ahmet KÜLAHÇI / Fotoğraf: AA
Oluşturulma Tarihi: Aralık 12, 2020 11:11
Avrupa Birliği (AB), Macaristan ve Polonya’ya boyun eğerek kendi ortak değerlerini ayaklar altına aldı. AB devlet ve hükümet başkanları haklı olarak üye ülkelere ancak demokratik hukuk devleti ilkelerine, basın özgürlüğüne ve yolsuzluğa karşı kararlı mücadeleye riayet edilmesi halinde ‘kalkınma yardımı’ yapılmasına karar verdi.
ANCAK yıllardır basın özgürlüğünü de, hukuk devleti ilkelerini de ayaklar altına alan Macaristan ile Polonya buna karşı çıktı.
AB’de kararların oy birliğiyle alınması koşulunu koz olarak kullanan Macaristan Devlet Başkanı Viktor Orban ile Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, 750 milyar eurosu ‘koronaya karşı mücadele’ olmak üzere 1 trilyon 800 milyar euro hacimli 2021-2027 AB bütçesine onay vermeyeceklerini aylar önce ilan etti.
AB Dönem Başkanı
Almanya Başbakanı Angela Merkel, bu iki lideri ‘yola getirmek’ için yoğun çaba sarf etti.
Ancak Macaristan da Polonya da tutumlarında ısrar etti.
*
İşte uzun süren ‘pazarlıklardan’ sonra bir ortak çözüm yolu bulundu ve ödemelerde ‘hukuk devleti ilkeleri’ koşulunun Avrupa Adalet Divanı’na intikal edip etmeyeceğinin gözden geçirilmesi öngörüldü.
Bunun da en erken 2022 yılında devreye gireceğini bilen Viktor Orban ile Mateusz Morawiecki, AB bütçesine ‘onay’ verdi.
Yani aylardır AB’ye kafa tutan Macaristan ile Polonya kazandı.
Ama Avrupa’nın temel değerleri ayaklar altına alındı.
Hukuk devleti ilkeleri de, basın özgürlüğü de, yolsuzlukla mücadele de birden unutuluverdi.
Ancak
Türkiye’ye yaptırım konusunda bir adım daha ileri gidildi.
Doğu Akdeniz’deki sismik araştırma faaliyetleri nedeniyle Türkiye’ye aşamalı yaptırım kararı alındı.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türkiye’ye yaptırımlara çok sıcak bakmasa da, başta Sol Parti, sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) ve hükümet ortağı Hıristiyan Sosyal Birlik Parti (CSU) olmak üzere çeşitli çevreler uzun süredir Türkiye’ye ‘ekonomik ve politik baskı’ uygulanmasını istemektedir.
Özelikle de Sol Parti.
Eski Doğu Almanya’daki Sosyalist Birlik Partisi’nin (SED) uzantısı konumundaki Sol Parti, “Türkiye’de tek bir silah bile satılmasın” diyor.
Ama aynı Sol Partililer, Kırım’ı ilhak eden, Ukrayna’nın doğusunu işgal eden Rusya’ya AB yaptırımlarının kaldırılmasını istiyor.
Aralarında ‘tescilli faşistlerin’ de bulunduğu sağ popülist AfD de, “Türkiye’nin NATO üyeliği dondurulsun” diyor.
“Türkiye’nin AB’de yeri yok” diyor.
CSU’lu Avrupa Parlamentosu Avrupa Halk Partisi (EPP) Meclis Grup Başkanı Manfred Weber de, “Türkiye hiçbir zaman AB’ye üye olamaz” diyor.
“Almanya ile Fransa, Türkiye’ye silah satışını dondurmalı. Daha önceleri yapılan sözleşmeler de iptal edilmeli” diyor.
Tabii Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya ve Fransa’dan sonra dünyada en çok silah ve savunma malzemesi ihraç eden ülkenin Almanya olduğunu görmezden geliyor.
Almanya’nın Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır başta olmak üzere demokrasiyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan birçok ülkeye silah sattığını ve milyarlarca dolar kazandığını da.
CSU’lu Manfred Weber, 1963 yılında Türkiye’nin şu andaki ‘AB’nin anası’ konumundaki Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) tam üyelik hedefiyle imzalanan Ankara Anlaşması’na dönemin CDU/CSU hükümetinin imza attığını da görmezden geliyor.
Demokrasiyi de demokratik hukuk devletini de hiçe sayan birçok ülke zamanla AB üyesi olduğu halde, Türkiye’nin yıllardır bekletildiğini de öyle.
*
Yıllar önce Alman İkinci Televizyonu’nda katıldığım bir televizyon programında, AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu eski Komiseri Günter Verheugen, “Türkiye politikamız dürüst değil” itirafında bulunmuştu.
Şu andaki Federal Meclis Başkanı Wolfgang Schaeuble, yıllar önce yaptığımız bir söyleşide, “Madem tam üye olmasını istemiyordunuz, o halde Türkiye’yi ve Türkleri AB yıllardır neden kandırıp durdu. Neden yalan söyledi?” soruma somut yanıt vermeyip, “Birbirimizle böyle konuşmayalım” diyerek geçirmişti.
Ama bu soruma çok bozulduğunu hissetmiştim.
İşte yıllar sonra aynı şeyi 1972-1990 yılları arasında CDU milletvekilliği yapan ve kısa bir süre önce ‘Team Todenhöfer’ (Todenhöfer Timi-Takımı) isimli partiyi kuran Alman gazeteci Jürgen Todenhöfer söylüyor.
Türkiye’nin bölgesinde önemli bir aktör ve partner olduğunun altını çizen Todenhöfer “40 yıl veya daha fazla AB’ye girmesi konusunda söz verdiğimiz Türkiye’yi sürekli beklettik, kandırdık” diyor.