Güncelleme Tarihi:
Türkiye'yi iki yıldan beri aralıksız meşgul eden ve "gereksiz yere" enerjisini alıp götüren Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesinde nihayet değişiklik yapıldı. Bu değişiklik için neden iki yıl beklendiğine dair makul bir açıklama yapılmadıkça 301, "düşünce ve ifade özgürlüğü" tarihinin kara sayfalarında yer alacak. Üstelik, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik hâkim yorumu değişmedikçe bu değişiklik "kozmetik" olarak kalacak.
Büyük zarar verdi
Yazarlara yönelik 301'den dava açan ve mahkeme önlerinde bu kişilere adeta terör estiren zihniyete sahip olanların birkaçı, bugün "devlet içinde devlet" oluşturma girişimi yapmak ve "Ergenekon" adı verilen yapılanmanın mimarlarından olmak suçundan yargılanıyor ve de hapishane duvarlarının arkasında bulunuyor. Hakkında suç duyurusunda bulunulan tüm yazarlarla ilgili ise takipsizlik kararı verildi. O halde 301 ile ilgili koparılan bunca gürültü ve fırtına neye yaradı? Tam tersi, Türkiye'nin yurtdışındaki imajına büyük zarar verdi. Türkiye, yazarlarını ve gazetecilerini hapse atan bir ülke gibi algılandı. Dışişleri Bakanlığı döneminde Abdullah Gül, bu durumu en iyi şekilde bir örnekle tarif etmiş ve "301 Türkiye'ye, 'Geceyarısı Ekspresi' filminden daha çok zarar veriyor" demişti.
Olan, sevgili arkadaşımız Hrant Dink'e oldu.
Yazısında, Türk düşmanlığının Ermenilerde "zehirli kan" etkisi yaptığı yönünde bir ifade kullanan, hiçbir şekilde Türklüğe hakaret içermeyen bu yazısıyla bir anda "istemediği" şöhrete ulaşan Hrant'ın, bu yazısı sonrasında "güvercin ürkekliği"yle yaşadığı yaşamına son verdiler.
301, hem zaten sınırlı olan enerjimizi götürdü hem Hrant'ı aramızdan aldı hem de Türkiye'nin "Geceyarısı Ekspresi" filmiyle yıpranmış imajına büyük darbe vurdu.
Yargıç yorumunun önemi
İki yıl beklendikten sonra 301'de yapılan değişikliğin sorunu çözüp çözmeyeceği konusunda derin şüphelerim var. "Türklük" yerine, "Türk milleti" ifadesinin yer alması, hâkimlerin yorumlarında ne gibi değişiklik yaratacak? Doğrusu hâkimler, önlerine gelen davaları yorumlarken şiddeti öven, destekleyen ve teşvik eden ifadelerin dışında tüm söylemlerin, bireylerin "düşünce ve ifade özgürlüğü" kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönünde hareket etmezlerse, 301 üzerindeki değişiklikler "kozmetik" olacak.
Hâkim ve savcılar yorumlarında, "Türk yargı sistemi" içinde yer alan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin benzer davalarla ilgili aldığı kararları göz önüne almaz ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce ve ifade özgürlüğünü güvence altına alan 10'uncu maddesine göre konuyu değerlendirmezse 301 değişikliği hiçbir işe yaramayacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10'uncu maddesi, "Herkes düşüncesini açıklama hakkına sahiptir. Bu hak düşünce hürriyetini ve resmi makamların müdahalesi ve memleket sınırları söz konusu olmaksızın, haber veya fikir almak veya vermek özgürlüğünü içerir" der. Mahkemenin bu maddeyle ilgili içtihatı, şiddeti öven ve teşvik eden söylemlerin dışındaki tüm ifadelerin, bu maddenin güvencesi altında olması gerektiğini gösterir. Yargıçlar, alacakları kararda "bireyleri" kollayan bir üslup içine girmezler ve de bireye karşı devleti koruyan bir yaklaşım sergilerlerse bu sorunun hiçbir şekilde çözümlenmeyeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun en büyük ispatı, Türkiye tarihinde yatıyor. Bu ülke, 312'leri, 159 ve 163'leri yaşadı. Devletler hep, bireylere karşı koruma altına alındı. "İnsan Hakkı" hep, ikinci planda kaldı.
Şimdi atılması gereken adımlar
Bunca yıl ve de bunca kopan fırtınadan sonra 301'de yapılan değişikliğin "kozmetik" olup olmadığı zamanla görülecek. Artık Türkiye'den beklenen, 301 ile yetinmeyip, kapsamlı bir yargı reformu gerçekleştirmesidir. Yargının bağımsızlığını tam olarak sağlamak için hâkim ve savcıların tefi ve özlük işlemlerinin birbirinden ayrılması, hâkim ve savcı kurullarının oluşturulması, kurul üyelerinin bir kısmının doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanmasının sağlanması ve de siyasi parti kanunu ile seçim yasasını değiştirmesi beklentilerin başında yer alıyor.
Türkiye bir kez daha 301 gibi felaketler yaşamamalı.