Avrupa geleceğini arıyor

OLLI REHN, Lüksemburg’daki basın toplantısında, Türkiye ile önemli adımların nedense hep gece karanlığında atıldığı esprisini yaptı.

Kulislerde dolaşınca bu espriyi yapan tek kişinin sadece Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu komiseri olmadığını anlıyor insan.

Geçen yıl 3 Ekim’de, müzakerelere başlama kararının saatleri durdurarak ancak yerine getirilebilmesinin ardından, ilk adım için de gece yarısına kadar beklenince, "Türkiye, Avrupa Birliği’ne herkesin uykuya daldığı bir saatte, kimse farkına varmadan girecek herhalde" yorumları yapılıyor şakayla karışık.

Her şakada olduğu gibi bunda da doğruluk payı var. Türkiye, Avrupa Birliği’nin önümüzdeki iki yıl içinde en zor konularından biri.

Avrupa Birliği ile ilişkimizi daha iyi tanımlayabilmek için birliğin içinde bulunduğu durumu, sorunlarını anlamaya çalışmakta yarar var.

Türkiye Avrupa Birliği için zor bir konu çünkü "nasıl bir gelecek? Nasıl bir Avrupa?" soruları hálá yanıtlanabilmiş değil.

Dün Brüksel’de başlayan zirve toplantısında, bu soruya yanıt vermek için sürenin bir yıl daha uzatılması istendi.

Geçen bir yıllık "düşünme dönemi" içinde Anayasa sürecini yeniden canlandırmak ve Avrupa Birliği’ni, halka daha yaklaştıracak kurumsal değişimleri yapmak yani "Projeler Avrupası"nın adımlarının atılması öngörülmüştü ama, olmadı.

Avrupa, kafasını toparlayamadı.

Ocak 2007’de başkanlığı devralacak olan Almanya, Avrupa Anayasası’na ilişkin öneriler getirecek. Bu önerilerin, 2008’in ikinci yarısında başkanlığı devralacak olan Fransa tarafından hayata geçirilmesi bekleniyor.

* * *

YARININ
Avrupası’nın genişleme konusundan bağımsız düşünülemeyeceği kesin. Genişleme sürecinin en önemli maddesini oluşturduğu için Avrupa kamuoyunun algılamasında, Türkiye ile Avrupa’nın geleceği arasında doğrudan bir bağlantı kuruluyor.

İfade özgürlüğüne tahammülsüz, düşünceye kapalı, namus cinayetlerine karşı hálá gerekli tepkiyi ortaya koyamayan ve değişim konusunda ciddi direnç gösteren bir Türkiye’nin üyelik müzakerelerinde Avrupa kamuoyundan destek görmesi mümkün değil.

Biz yıllarca kendimizi tanıtamamaktan şikayetçi değil miydik? İşte fırsat. Şimdi bütün dikkatler üzerimize yoğunlaşmış durumda.

Bugün sona erecek olan zirveden bizimle ilgili çıkan sonuç da bu. Birliğin özümseme kapasitesi, henüz çerçevesi bile belli olmadığı halde, Türkiye için geçerli olacağı daha şimdiden kesin.

Bütün bunlar, Avrupa kamuoyuna "korkmayın Türkiye’yi alacağımızın garantisi yok" mesajı vermek için.

Türkiye, AB üyesi 25 ülkeden farklı olmadığını, aynı dili konuşarak vermek zorunda.

Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden, harekete geçmemiz lazım. Avrupa kamuoyunun korkularını, reformlara hız vererek, Kopenhag kriterlerinin özünü oluşturan konularda atılacak cesur adımlarla dağıtabilir, aynı dili konuşarak daha iyi anlaşabiliriz.

Bundan en kazançlı çıkacak olan öncelikle biz olacağız. Ama Avrupa da kendi geleceği ile ilgili sorulara daha rahat yanıt bulacak. Avrupa’nın geleceği tartışmalarında duruşumuzla ve önerilerimizle yerimizi alacağız.

* * *

YETER
mi? Reformlar Kıbrıs sorununu dondurmaya yeter mi? Yetmeyecek. Bütün sinyaller ters yönde.

Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye’ye itirazlarını tamamen "hukuki" bir çerçevede değerlendiriyor ve AB kanallarından Türkiye’nin önüne getirdiği taleplerinde Rumları haklı buluyor.

Bizim, Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmamız, "Siz Türklere izolasyonları kaldırın biz limanları açalım" şeklinde kurduğumuz denklem ise onlara göre "siyasi" bir yaklaşım.

Reform sürecine hız vermemiz şart ama yetmeyecek. Kıbrıs krizi tırmanacak. "Kıbrıs Rumları Avrupa’yı bezdirdi, bizim haklılığımızı anlıyorlar" safsatasında teselli bulmak ise artık mümkün değil.
Yazarın Tüm Yazıları