Güncelleme Tarihi:
Kriz boyunca tansiyon yüksekti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım başta olmak üzere yöneticiler, hayli sert açıklamalar yaptı. Ağır suçlamalarda, tanımlamalarda bulundular. Karşıdan da sert yanıtlar geldi; kriz Almanya ve Hollanda’yı aşıp Türkiye-Avrupa sorunu haline dönüştü.
Bu tip gerilimlerin ne kadar devam edeceği, ne zaman yatışacağını kestirmek zor. Hatırlarsınız, Rusya ile gerilen ilişkiler hiç beklenmeyen bir anda normale dönmüştü. Peki, Rus halkında o zaman somut örneklerini gördüğümüz Türklere karşı kızgınlık ve nefret de yok oldu mu? Sanmıyorum. Halklar arasında atılan kötücül tohumlar o kadar kolay yok olmaz.
O nedenle Avrupa ile yaşanan krizde de asıl üzerinde durulması gereken, halklar arasında yarattığı hasar. Politikacıların söylemi ne olursa olsun, biz gazetecilerin, krizi halklar arasında düşmanlık ve nefrete dönüştürmemeye dikkat etmesi gerek. Bu duygular yerleşirse sonuçları ağır olur.
Ama maalesef bu kriz boyunca medyada halklar arasında düşmanlık yaratmamak için özen gösterildiğini söyleyemiyorum. Gazetelerin birinci sayfalarından bazı örnekleri hatırlayalım:
“Nazi köpekleri”, “Çirkinleştiler”, “Irkçı köpekler”, “Hollanda haydut devlet”, “Bunlar Nazi kalıntısı faşist”, “Faşist Avrupa”, “Çocuklara Nazi zulmü (Almanya her yıl 10 bin Hasan’ı Hans yapıyor)”, “Hilal korkusu”...
Bu tür başlıklar ve benzer içerikteki yazılar, Avrupalı politikacıların yaptıklarını, Avrupalı insanlara mal ediyor. Genellemeler üzerinden bütün Batılılara ve Hıristiyan dünyasına karşı nefret söylemi geliştiriyor, ayrımcılık yapıyor. Düşmanlık tohumları ekerek, Türkiye kamuoyunda “Avrupa fobisi” oluşturuyor.
Oysa bir yandan son yıllarda Avrupa ülkelerinde gelişen “İslamofobi”nin arttığı yazılıp çiziliyor. Şimdi Müslümanlara dönük ayrımcılığın karşısına “Avrupa fobisi” ile çıkmak da yanlış. Hem bu fobinin gelişmesi “İslamofobi”yi de besleyip büyütebilir.
Biz gazeteciler çatışmacı bir dil değil barış ve hoşgörü dilini kullanmalıyız. Nefret söylemi gazetecilik ilkelerine aykırı...
EKMEĞİMİZLE OYNAYAN...
HÜRRİYET’in, “Ekmeğimizle oynuyorlar” manşeti, halkın sağlığıyla ilgili başarılı bir gazetecilik çalışmasıydı. Siyasetin işgal ettiği gündemde bile kendine yer bulabilmesi, toplum haberciliğinin geçerliliğini koruduğunu bir kez daha kanıtladı.
Ekonomi servisinden Burak Coşan, bir gıda mühendisinin ihbarını değerlendirmiş, Adana’da üretilen bir ekmek katkı maddesinde “GDO’lu soya” bulunduğunu bir laboratuvara tespit ettirmişti. Sadece hayvan yemi olarak kullanılmasına izin verilen GDO’lu soyanın, insanların yediği ekmeğin katkı maddesine karıştırılması vahim bir durumdu. Doğal olarak geniş yankı uyandırdı Burak Coşan’ın 20 Mart’ta yayınlanan haberi. Ama bazı gazete, televizyon ve internet sitelerinin Hürriyet’i kaynak göstermeden, kendi ürettikleri bir haber gibi sunmaları gazetecilik adına üzücüydü.
“Ekmeğimizle oynuyorlar” manşeti, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nı da harekete geçirdi. Bakanlığın yaptırdığı inceleme sonuçları, 23 Mart’ta Bakan Faruk Çelik tarafından açıklandı. Özetle, fırınlardan alınan ekmeklerde GDO çıkmamış, sadece bir katkı maddesinde “GDO’lu soya” olduğu saptanmıştı.
Böylece Hürriyet’in haberi doğrulanmış oldu. Ancak o katkı maddesini üreten firmanın sahibi, haberi hazırlarken kendisini arayan Burak Coşan’a, “Ürünümüzü Adana’da 100 fırın varsa 80’ine satıyoruz, hepsi de çok memnun” demişti. Adana’daki fırınların 100’de 80’ine satılan bir katkı maddesinde var olan GDO’lu soya nasıl olur da o kentte satılan ekmeklerde tespit edilemez? Bu tam bir muamma. Eminim doğru yanıtı yine gazetecilik verecek. Israrla konuyu takip etmek şart.
Bu haber gazetecilik açısından bir noktada daha öğretici oldu. “GDO’lu soya” kullanılan ekmek katkı maddesi markası, Hürriyet’in ilk haberinde “P...” diye verilmişti. Diğer medya kuruluşları ve bakanlık da bu firmanın adını açıklamadı.
Ama Hürriyet, bakanlığın GDO’lu soya olduğunu doğrulamasının ardından bu markanın “Power” olduğunu yazdı.
İlk haberde gizlenip, kesinleşmesinden sonra markanın açıkça yazılması doğru tutumdu. Çünkü halkın kendi sağlığıyla oynayan markayı bilmeye hakkı var. Hem olumlu gelişme olduğunda şirket, marka, restoran adları açık açık yazılırken, olumsuz gelişme olduğunda da gizlemeye gerek yok. Peşinen suçlamadan, onların da görüşüne başvurarak olumsuzluklar da marka, şirket ismi verilerek yazılabilir.
OKURDAN KISA KISA
H. Reşit Ersen: 17 Mart tarihinde sporda İtalya futbol kulübü Inter’in forma rengi lacivert-siyah olarak yazılmış; doğrusu mavi-siyah. 19 Mart’ta Spor Ekranı’nda Aytemiz Alanya-Beşiktaş maçı yazılmış, doğrusu Antalya–Beşiktaş.
Değer Dilek: Bugünkü gazetemdeki “Rezidansta 15 milyon dolarlık uyuşturucu” haberinden “İran uyruklu Türk vatandaşları” olabileceğini öğrendim! “Uyruk”un anlamı zaten “vatandaş”. (22 Mart)
H. Uludağ: “Kabin yasağı” haberinde “Neden tablet ve bilgisayarlar uçak kabinine alınıyor da akıllı telefonlar alınmıyor?” yazılmış. Ters olmuş. Kabine alınmayan tablet ve bilgisayarlar, telefonlar alınıyor. (22 Mart)
Naim Tarakçı: Almanya’nın yeni Cumhurbaşkanı Steinmeier’in sözlerini 23 Mart’ta “Türkiye’yi eleştirerek göreve başladı” başlığıyla haber yaptınız. Ama ertesi gün de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Beni hedef aldı” dediğini yazdınız. İlk başlığınızın “Türkiye’yi eleştirdi” yanlışını düzeltmiş oldunuz.
Gürbüz Onur: Taha Akyol’un, 20 Mart’ta yayınlanan “Çanakkale’yi anlamak” başlıklı yazısında “29 Ekim 2015 tarihli Tasvir-i Efkar gazetesi” denilmiş. 29 Ekim 1915 olacaktı.
Burak Aslantaş: Çukurova ilavesinin hem birinci hem de arka sayfasında “Adanaspor, Galatasaray müsabakasının hazırlıklarına İstanbul Riva’da start verdi” diye yazmışsınız. Adanaspor, dün Osman Yereşen Tesisleri’nde çalıştı. 1 Nisan’da İstanbul’a gidecek. (23 Mart)
Ahmet Özer: ‘Çengel Bulmaca’da fotoğrafı gösterilen ve kim olduğu sorulan kişi, şair Behçet Kemal Çağlar’dır. Oysa bulmacada doğru yanıt olarak şair Faruk Nafiz Çamlıbel isteniyor. (20 Mart)
Tarık Tur: “Şükür ve Erdem’e ihraç çıkmadı” haberinde “hissi duygularla hareket etmek”ten söz etmişsiniz. Zaten duygu sözcüğü, Arapça kökenli olan “his”in karşılığı. Sadece “duygusal hareket” deseydiniz yeterdi. (26 Mart)
Ahmet Tugay: Osman Müftüoğlu, 27 Haziran 2014 tarihinde hindistancevizi yağında doymuş yağ oranının yüzde 92 olduğunu yazmıştı. 6 Mart 2017’deki yazısında ise bu oranı yüzde 60 olarak verdi. Yapılan yeni bir araştırmada doymuş yağın azaldığı mı tespit edilmiş acaba?
Not: Doğrusu yüzde 90 civarında ama oranlar kesin değil. Yağın elde ediliş şekline göre araştırmalarda farklı oranlar çıkabiliyor.