Güncelleme Tarihi:
Hayatta kalma olayına iki açıdan yaklaşabiliriz. Herhangi bir ölümden sonra yaşam modeli, ille de ölülerle, yaşayanlar arasında olası bir ilişkiyi gerektirmez. Tartışmalar sonucunda, yaşam sonrasında bir kavrama ulaşabilmek eninde sonunda ruhsal bir sonuçtur ama aynı anda inanca da ulaşılmış olduğu için "İnancın kanıtı olmaz" kuralı geçerli olur. O zaman uygun olan yöntem ikincisidir yani önemli olan değer, his ya da duygudur. Hele bir de his, ya da hisler saf olarak yani etkilenmeden kullanılabiliyorsa sonuç daha tatminkar olabilir. Örneğin "Beden Dışı Deney-BDD" olayı sık yaşanmasa da telkin yönünden etkindir. Ölüm Deneyi yaşayanlar otoritelere karşı sorumludurlar yani doktorlar veya hemşireler tarafından soruşturulurlar. Ruhlarının bedenlerini terk ettiğini anlattıklarında, ölümcül yatak imajinasyonları ya da psikolojik arşetiplerle karşılaşmış oldukları cevabını alırlar. Ama tüm kuşkulu sorgular ve yaklaşımlar yine de BDD'nin önemini azaltmaz fakat yine de kuşkulu olmayı kendimize telkin eder ve bunu doğru kabul ederiz. Oysa, ölüm sonrası ile ilgili önemli kanıt biçimi veya arayış, ölülerle ya da ruhlarla ilişki kurmanın çok ötesinde önem taşıyan BDD'dir. Yaşam sonrası için ne tür kanıta ihtiyacımız vardır? Ruhsal ilişkiler, transa geçebilen kişilikler veya ölüm-yatağı vizyonları düşüncelerimizin yansımaları olabilirler ama bu da ruhsal bir bilgidir ama dıştan değil, içten gelmektedir üstelik ruhsal bilginin tasnif edilerek dikkatle oluşturulması anlamındadır.
En büyük mistik dahi ölüm ötesine inanırken çekiÅŸme halindedir ve geleneksel olarak nüfuz edilemezliÄŸi savunur. Bu çok doÄŸaldır çünkü herkesi tatmin edebilecek bir çözüm yoktur. En tatmin edici olabilecek ve kesin geçerliliÄŸe sahip metod, tutarlı olması kaydıyla ölülerle kurulabilecek bir iliÅŸki türüdür ama ÅŸu ana kadar bu yöntem baÅŸarılamamış veya bulunamamıştır, hatta büyük bır olasılıkla da o gün asla gelmeyecektir. Ä°nsan düşüncesi çok karmaşık ve tutarsızdır iÅŸte bu özelliÄŸi nedeniyle hiçbir konuda ufku doÄŸrudan görememektedir. Belki bir gün, ÅŸok edici etkin bir ışık parlayacak, ölüm ötesi iliÅŸki aydınlanacak ve ölüm ÅŸoku o andan sonra cevapsız bir soru olmayacaktır. Fakat açıkça söylemek gerekir ki, zekanın yetileri ne olursa olsun ÅŸu anda söylenenler ancak birer iddia ve araÅŸtırmadır; bazen küstahça, bazen fanatikçe bazen de iyimserlikle… Ruh, ölüm ve ötesi olayı çok etkileyicidir ama henüz tanımlanmamıştır.   Â
Bir çoğumuzu mutlu bir son bekliyormuş gibi görünüyor ya da bir çoğumuz böyle düşünmek istiyoruz. Fakat bu iyimserlik yüzy›llard›r iman›n üzerine mi dayand›r›lm›ş yoksa bizim düşüncemizin yüzeyselliğinin bir yans›mas› m›? Yoksa sert seçenekleri, kötü haberleri, karmaş›k alg›lar› kabul etmeme yetersizliğimiz yüzünden öbür dünya hakk›nda ümit verici bir görüşe mi sahibiz? Amerikal›lar›n öbür dünyada yaşam f›rsat›na ve bireysel değer fikrine bağl› olmalar› gibi, biz de kesin ve somut cevaplar› olmayan ve hiçbir zaman olmayacak sorulardan nefret ediyoruz. Araştırmacı Sukie Miller öbür dünya doğrultusundaki tutumumuzla yans›t›lan milli karakterin şartlar› ve çevresi dahilinde koşulland›rmak için yap›c› bir yol öneriyor. "Bilinmeyenle iyi anlaşam›yoruz. Biz maddiyatç›y›z ve maddi kan›tlara inan›r›z, eğer bir şey maddi değilse, onun gerçek olmad›ğ› düşünülür." Michael Grasso ise, konuya biraz daha değişik bir aç›dan bak›yor; "Vasat insan belki de bedenini ve dünyadaki insanlar› terketmenin ne anlama geleceğini düşünmüyor. ‹nanç sahibi olmak ve ruhun baki kalmas›n› hayal etmek çok zor. ‹nsanlar vücutlar› olmadan nas›l kendileri olacaklar›n› düşünüyorlar. Fizik beden fikrinden vazgeçmeliler, astral veya ruhsal ya da zihinsel beden düşüncesini kabul etmeliler." Bazen ebedi yaşam tek yol gibi görünüyor, dinin yoğun ilgisine ve endişesine rağmen bununla beraber bilim ve güncel yalanc› bilim iddialı hatta kendi kendine ölümsüzlüğü davet ediyorlar. Miller; "Biz genç ve naifiz, çok uzun bir dönemden beri düşünmüyoruz, düşünmeye çok yeni başlad›k, burada değişmekteyiz her 20 dakikada bir değişiyoruz, bu bizim için bu çok zor, bizler sonsuz yaşamı gibi birşeyi varsay›yoruz." düşüncesinde.
Yaşam sonras› için tek bir yol var, o da bir sürpriz ve bizim sürpizlere dayanma kapasitemiz çok yüksek ama kendimize ne istediğimizi de sormam›z gerekiyor; duyular›mız diyor ki, onlar o kadar gerekli değiller, bir yer var ve biz oradan geldik ama yine oraya gidecek miyiz? Yani eve? O yer var ve oras› tümüyle öteden beri bizim kaderimiz. 71 yaş›ndaki bir emekli diyor ki; "Korku yok, sadece ileriye doğru yani bir maceraya bak›yorum, hepsi o kadar..."
Söz konusu yeni araştırmada çok önemli ve ilginç bir iddia var. Kişinin fiziksel bedeni dışında veya ruh olarak diyelim, bilinçli bir şekilde başka mekanlara yaptığı yolculukların nörolojik nedenini bulmayı amaçlayan Londra Üniversitesi ve İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü uzmanları, astral seyahate benzer bir deneyim yaratmak için sanal gerçekliğin kullanıldığı deneyler yaptılar. Beden dışı deneyim olgusunun tamamen doğaçlama olarak geliştiğini öne sürülürken, bu deneyimin tehlike altında olmakla ilgisi olabileceğini, ölümcül bir durumla yüz yüze gelmenin ya da alkol, uyuşturucu kullanmanın da tetikleyici olabileceğini savunuluyor. İsviçre'de yapılan deneyde, beyindeki, dokunma ve görme merkezleri arasındaki bağlantı kopukluğunun, fiziki bedenin dışına çıkıldığı hissi yaratabileceği varsayımı üzerine duruldu. Deneyi yöneten Dr. Ehrsson; "Bu deney, beden dışı deneyimde kişinin görsel algısının çok önemli olduğunu ortaya koyuyor. Başka bir deyişle bedenimizin, gözlerimizin olduğu yerde olduğunu sanıyoruz." diyor.
Gerçekten ilginç ve çarpıcı bir deney, herşeyden önce fizik bedenin kaybından yani beş duyunun yitirilmesinden sonra henüz belirlenmemiş birşeylerin olabileceğinin yolunu işaret ediyor gibi. Yani özetle adına ruh desek de, demesek de sanki bilinç yok olmamaya direniyor ama nasıl? İşin daha çok başlarındayız, hep yazdığım gibi bilim, bilinmeyen bir okyanusun henüz kıyısında ama umutlu ve ufku gözlüyor. En önemlisi ise, Kilise'nin uzak durması, inançların ve dini şablonların bilimden uzak kalması. Bunu kesin olarak başardığımızda mutlu olacağız çünkü o zaman inancın ta kendisi olan ahlakı ve doğru yaşam kurallarını hatırlayacağız, nefret etmeyecek, öldürmeyecek, hoşgörüyü öğrenecek, hakça paylaşacak ve yaşadığımız dünyanın evimiz olduğunu anlayıp artık kullanmayacak, onu koruyacağız…