Araştırma dünyasından

Güncelleme Tarihi:

Araştırma dünyasından
Oluşturulma Tarihi: Mart 18, 2004 22:32

Kadınlar için Viagra lafta kaldı

Pfizer
firması New York’ta yaptığı bir açıklamada 3000 kadının katılımıyla gerçekleştirilen araştırma sonucunda kadınlara yönelik Viagra’nın üretilmeyeceğini bildirdi. Firma 1998 yılında iktidarsızlığa karşı Viagra hapını geliştirmişti ve o zamandan bu yana 23 milyonu aşkın erkek Viagra’yla tedavi edildi. Pfizer araştırma bölümü başkanı Joe Feczko, kadınlardaki cinsel bozuklukların tanısında bedensel ve duygusal faktörlerin ve ilişkilerdeki sorunların da analiz edilmesi gerektiğini, bu karmaşık yapının da bir ilacın etkisinin ölçülmesini zorlaştırdığını söyledi.

Kas gücüyle çalışan robot geliştirildi

Amerikalı
bilim adamları tarafından geliştirilen hayvan ve makine karışımı robot ancak büyüteçle görülebiliyor. Canlı kalp kası lifleriyle çalışan minik silisyum robotu bir saç telinin yarısı kalınlıkta çünkü. Sabit parça kalp kası lifleri sayesinde şimdi saatte 14cm’lik bir hızla öne doğru hareket ediyor. ‘Kasbot’ yakıt olarak basit bir şeker çözeltisinden yararlanıyor deniyor New Scientist dergisinde. Aletin prototipi alt yüzeyinde kas lifleri bulunan ince bir silisyum tabakasından oluşuyor. Lifler açılıp kapanırken, esnek malzeme de aynı ritimde bükülüp geriliyor ve makine bu şekilde öne doğru ilerliyor. Kasla işleyen bu tür robot konsepti daha önceleri de bilinmesine rağmen bugüne değin kas liflerinin silisyuma iliştirilmesi mümkün olmamıştı. Kaliforniya Üniversitesi’nden Carlo Monternagno, kas hücrelerinin büyüyeceği yüzeyi ince bir altın film tabakasıyla kapladıktan sonra silisyum tabakayı farelerin kalp kası hücreleriyle birlikte deney tüpüne bırakmış. Sadece üç gün sonra hücreler tarafından üretilen kas lifleri altın tabakasına yapışarak büyümeye başlamışlar. Bu şekilde silisyum tabakasının bir ucundan diğerine kadar devam eden kablo şeklinde kalp kası lifleri demeti gelişmiş. Montemagno mini kasbotun birçok alanda kullanılabileceğinden emin. Örneğin Nasa, uzay gemisinin dış yüzeyinde hareket ederek mikrometeorit çarpmasıyla meydana gelen delikleri kapatabilecek minik robotların geliştirilmesini istemiş. Kas hareketiyle işleyen yapı parçaları tıpta mesela sinirlerin hasar görmesi durumunda aradaki boşlukları kapatabilirler diyor bilim adamı. Ancak bu tür fikirlerin pratikte uygulanabilir hale gelmesi birkaç on yıl sonra gerçekleşebilecek.

Sigara içilmeyen alanlar korumada yetersiz

Sydney
Halk Sağlığı Birliği bilim adamlarının araştırmaları, restoran veya lokallerde bulunan sigara içilmeyen alanların, pasif içiciliği önlemediğini ortaya koydu. Araştırmalar, 17 restoranın sigara içilen ve içilmeyen alanlarında gerçekleştirilmiş. Buna göre sigara içilmeyen alanlarda nikotin ve diğer kimyasalların değeri daha düşük olmasına rağmen yine de göreceli olarak yüksek çıkmış. Bilim adamları Tobacco Control dergisine insanların sigaranın zararlarından sadece hiç sigara içilmeyen yerlerde korunabildiklerini açıkladılar. Sigara içilen alanların bulunduğu restoranlarda sigara kullanmayanlar sigara dumanından ancak %50 oranında korunabiliyor ve yüksek oranda kanserojen kimyasallar soluyorlar diyor bilim adamları.

Orman yangınları yağışları engelliyor

Orman
yangınları sırasında meydana gelen yoğun dumana bağlı hava kirliliği yağışları önemli ölçüde etkiliyor. Farklı araştırma grupları tarafından gerçekleştirilen çalışmalar aynı şekilde sonuç verdi. Yağmur ve bulut oluşumu dumanın etkisiyle değişiyor deniyor Scientific American dergisinde. Max-Planck Kimya Enstitüsü araştırma ekibi, Brezilya’daki Amazon yağmur ormanlarının yakılmasından sonra meydana gelen dumanın yağışlar üzerinde önemli bir etkisi olduğunu buldu. İs parçacıkları, üzerindeki suyun damlalara dönüştüğü tomurcuklar gibi etkiyor. Bu yüzden damlacıklar yağmur damlacığı halinde birikemiyor. Sonuçta damlacıklar yükselerek dumanı tüm kıta üzerine dağıtıyorlar. Bu şekilde oluşan bulutlar on kilometre yükseklikteki seviyelere ulaşıyorlar. Damlacıklar bu seviyede donarak iri dolu taneciklerine dönüşüyorlar ama tropikal bölgelerde yer yüzüne inene kadar eriyorlar. ‘Bu tür fırtınalı yağışlar, sıcaklığı atmosferin çok üzerinde terk ediyor diye açıklıyor Max-Planck Enstitüsü’nden Meinrat Andrea. Ancak bu fenomen sadece ormanların yakıldığı değil tüm kıta üzerinde ortaya çıkıyor ve küresel sirkülasyon üzerinde bile etkili oluyor diyor uzman. NASA Goddard Uzay Uçuşları Merkezi’nden Ilan Koren yönetimindeki ekip ise Amazonlardaki kurak dönemlere ait uydu verilerini inceledi. Hava, dumanla kirlendiğinde kümülüs yağmur bulutu örtüsü %38 oranında azalmakta. Ve bunun sonucunda da dünya çok daha çabuk ısınıyor.

Soğuk algınlığında fazla su içmek zararlı mı?

Avustralyalı
bilim adamlarına göre belli başlı solunum yolları hastalıklarında çok fazla sıvı alımı hastaya yarardan çok zarar veriyor. Queensland Üniversitesi bilim adamı Chris Del Mar, solunum yolları enfeksiyonunda çok su içmenin zararlı olabileceğini gösteren kanıtlar elde ettiklerini açıkladı. Özellikle bronşit veya akciğer iltihabı gibi hastalıklarda, sıvıları bedende toplayan ve idrar yoluyla atılmasını engelleyen bir hormon salgılanır. Fenomen on yılı aşkın bir süredir biliniyor aslında. Aşırı sıvı ve hormon salgısı karışımı hiponatremiye yol açabilir diyor araştırmacılar. Bu durumda kan iyice sulandığından, tuz oranı önemli ölçüde düşer. Tuz olmadan da temel beden fonksiyonları yerine getirilemez, baş dönmesi, halsizlik ve dalgınlık meydana gelir. Hatta en kötü durumda şiddetli kramplar oluşur ve hasta komaya girebilir diyor Del Mar yönetiminde araştıran ekip British Medical Journal dergisinde. Bilim adamları sıvı tüketimi ve soğuk algınlığıyla ilgili kanıtlanmış araştırma aramalarına rağmen bu konuda hiçbir şey bulamamışlar. Oysa belli başlı soğuk algınlığı türlerinde aşırı sıvı tüketimiyle ortaya çıkan tehlike bu konunun araştırılması gerektiğini gösteriyor diyen Del Mar, kesin sonuçlara ulaşana dek solunum yolu hastalarına bol sıvı alma önerisinde dikkatli olunması konusunda uyardı.

Yeni geliştirilen radar, kar tabakasının altını görüyor

Çığ
felaketlerinden sonra kurbanları bulmak zordur. Nature dergisindeki bir habere göre Amerikalı bilim adamları şimdi kar tabakasının altını görebilen bir radar geliştirdiler. Bildik radarların radyo dalgaları genelde kar altındaki objeleri net bir şekilde göstermezler. Özellikle de karın tuz ve tozla kirlenmesi halinde bu böyledir. Kaliforniya David Üniversitesi’nden Ty Lasky başkanlığında çalışan ekip, radyo dalgalarını bildik merceklerden aksi yönde kıran, yeni malzemeler kullanarak görüntü kalitesini yükseltmeye başardılar. Bu etki sayesinde ışınlar ayrıntılı bir görüntü oluşturacak şekilde odaklanabiliyor. Görüntüler o kadar kaliteli ki kar altında kalan kişiler kesin bir şekilde tanınabiliyor diyor Lasky. Uzman, radarın çığ altında kalan kurbanların da en azından yerlerini belirleyecek kadar güçlü olduğunu bildirdi.

Metal düşkünü bakteriler

Alman
madde araştırmacıları ve biyologlardan oluşan bir ekip metali kemiren bir bakteri türü keşfetti. Max-Planck Deniz Mikrobiyologu Friedrich Widdel, kapalı alanlardaki borulardaki deliklerden bu tür bakteriler sorumlu olabilir dedi. Söz konusu mikroplar, su borusu veya su tankları gibi içinde su bulunan kapalı ortamlarda yaşıyorlar. ‘Bakteriler demire işleyerek, metalin üzerinde biriken korozyon ürünlerinden ayırt edilemez hale geliyor, Ancak bu siyah lekeler metale zarar veriyorlar diye açıklıyor araştırma ekibi Nature dergisinde. Bilim adamları on yıllardan bu yana sualtındaki demir parçalarının paslanmasından belli başlı sülfat üreten bakterilerin sorumlu olduğunu düşünüyorlardı. Oysa son bulguyla sadece bu standart türün bulunmadığı kanıtlandı. Widdel, bakterilerin henüz bilinmeyen bir şekilde demirdeki elektronları çektiğini ve bu tür bir elektron eksikliğinin de korozyona yol açtığını söylüyor. Bilim adamı demirde korozyona yol açan daha birçok bilinmeyen bakteri türü olduğunu sanıyor. Yeni bulunan bakteri türü oksijenle temas ettiğinde ölüyor.

Güneş yanığı ve cilt kanserine DNA’lı müdahale

Güneşin
zararlı etkilerini uzaklaştıracak yeni bir koruyucu türü DNA yardımıyla ciltteki değişimleri önleyecek. ‘pTT’ olarak adlandırılan uzmanlaşmış kısa kalıtım parçacyanı içeren bir çözelti, cilde uygulandığında cilt hücrelerinin doğal onarım mekanizmasını etkinleştiriyor. Hollandalı ve Amerikalı bilim adamlarından oluşan ekibin farelerle elde ettikleri sonuç PNAS dergisinde yayımlandı. Boston Üniversitesi, Tıp Okulu’ndan David Goukassian ve ekibi tüysüz fareleri özel bir çözelti içindeki pTT ile tedavi etti. Fareler önceden normalde kalıtımın zarar görmesi halinde etkinleşen doğal onarım mekanizması işlemeyecek şekilde genetik değişimden geçirilmişti. Fareler bu işlemden sonra da kızılötesi ışının etkisinde bırakılmış. Sonuç: DNA parçaları genetik bozukluğa rağmen cilde özgü koruma mekanizmalarını uyarabiliyorlar. Görünüşe göre kalıtım parçaları, hücrelerdeki onarım işlevini güçlendirerek kızılötesi ışınla meydana gelen mutasyonları ve bunlara bağlı tümör oluşumunu engelliyor. Bilim adamları insanlarda da gen bozukluğu nedeniyle çalışmayan onarım mekanizmasının pTT ile uyarılabileceğini tahmin ediyorlar.

İki yeni dinozor türü bulundu

Amerikalı
bilim adamları Antarktikte bugüne dek bilinmeyen iki dinozor türüne ait kalıntılar buldular. Dinozorlar milyonlarca yıl önce o dönemin süper kıtası Gondwana’da yaşamışlar. Dinozorlardan biri 70 milyon yıl öncesine ait bir etçil, diğeriyse 200 milyon yıl öncesine ait bir otçul. Fosiller birbirine 3000m’lik mesafede bulundu. Amerikan Ulusal Bilim Vakfı’ndan yapılan açıklamaya göre dinozorlar güney yarımküredeki Gondwana kıtasında yaşamışlar. Ilıman bir iklimin hüküm sürdüğü kıtaya bugünkü Antarktikle birlikte Afrika, Hindistan, güney Amerika ve Avustralya da dahildi. Etçil dinozor Güney Dakota Maden ve Teknoloji Okulu paleontologu James Martin yönetiminde çalışan ekip tarafından Antarktiğin kuzeyindeki bir adada bulundu. İki ayaklı dinozor 1,80m uzunluğunda ve yaklaşık olarak 180 kilo ağırlığındaydı. Martin’in açıklamasına göre etçil dinozor örneğin yaklaşık olarak 70 milyon yıl önce çağdaşına korkmayı öğreten Tyrannosaurus Rex’e kıyasla daha ilkel yapılıydı. Beardmore buzulunun yakınlarındaki 4000m yüksekliğindeki dağın üzerinde ise diğer bir araştırma ekibi otçul dinozorun kalça ve kuyruk kemiklerine rastladılar. Yaklaşık olarak on metre uzunluğunda olduğu tahmin edilen otçul dinozor bugüne değin Antarktikte bulunanların en büyüğü. Yeni bulunan dinozor türleri henüz adlandırılmadı.

Oral seks kanser riskini yükseltiyor

Fransız
bilim adamları ağız kanseri hastalarında oral seksle bulaşan kanser uyarıcı bir virüs türü buldular. Tümör araştırmasından çıkan kesin sonuca göre oral seks, ağız kanserine yol açıyor. Ancak Fransız bilim adamları alkol ve tütüne bağlı kanser riskinin daha yüksek olduğuna dikkat çektiler. New Scientist dergisindeki araştırma yazısında ise cinsel ilişki davranışlarının değiştirilmemesi önerilmekte. Lyon Uluslararası Kanser Araştırmaları Kuruluşu araştırma ekibi 1670 ağız kanseri hastası ve ağızlarında tümör bulunmayan 1732 kişiyi kontrolden geçirmişler.Tümörlerin çoğunda ortaya çıkan papilom virüsü genelde cinsel ilişki yoluyla bulaşmakta ve yıllar sonra rahim ağzı kanserine yol açabiliyor. Daha önceleri yapılan araştırmalar da bu siğil virüslerinin ağızdaki diğer tümörlerden sorumlu olduğunu göstermişti. Bu tür virüs taşıyan hastaların, oral seks alışkanlığı virüsü taşımayan hastalara kıyasla üç misli diyor New Scientist dergisi. Virüs erkek ve kadınların ağızlarında aynı oranda bulunmuş. Yılda 10 000 kişiden biri ağız kanserine yakalanmakta. Bilim adamları ağız kanserinin baş sorumlusu olarak sigara ve alkolü gösteriyorlar. Bu uyuşturucular ağızdaki tümör türlerinin %75-90’ından sorumlu tutulmakta.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!