Yalan bile değil

2dk okuma

TESLİM alınmış bir yargının, siyasi iktidarın elinde nasıl bir silaha dönüşebildiğinin demokrasi adına üzücü örneklerini yakın geçmişte çok gördük. Fiili saldırı da sindirmeye yetmeyince, yargı silahı şimdi Hürriyet’e çevrildi.

Haberin Devamı

Hedef, doğrudan basın ve ifade özgürlüğü.
Ne yazık ki basın ve ifade özgürlüğünün ağır tehdit altına alınmasına zemin hazırlayan, kışkırtan ve yönlendiren de yine siyasi iktidara bağlı medya kuruluşları. Anlaşılan onların basın ve ifade özgürlüğü gibi bir dertleri yok.
Hürriyet hakkında “terör örgütü propagandası yapma” iddiasıyla soruşturma açılmasının görünürdeki gerekçesi, Sancak Grubu’nun bulvar gazetesi Güneş’in, 10 Eylül’de yayınladığı bir kurgu haberdi. Ama sadece o haberle sınırlı değildi Hürriyet aleyhindeki kampanya. İktidar sözcüsü medyadaki kampanya, bir süredir devam ediyordu.
Suçlama haberlerinden biri de 12 Eylül’de, “Cizre yalanında birleştiler” başlığıyla Sabah gazetesinde çıktı. Cizre haberleri hakkında bazı okurlardan da eleştiri geldiği için Sabah’ın bu haberini inceleme gereği duydum.
Sabah’ın haberinde “İçişleri Bakanlığı açıklamalarını görmezden gelen paralel medya ve destekçileri HDP ve PKK’lıların yalanlarının peşinden giderek Cizre manipülasyonlarını manşet yaptı” ve “... Örgütün yalanlarına ortak olan gazeteler sayfalarında adeta PKK propagandası yaptı” deniyordu. İmza ve mahreç olmayan haberde, Cumhuriyet ve Meydan ile birlikte Hürriyet’in de “Cizre kilitlendi” manşetinin yer aldığı kupür konulmuştu.
Bu suçlamanın doğru olup olmadığını anlamak için 11 Eylül tarihli Hürriyet’e baktım. İçişleri Bakanı Selami Altınok’un açıklaması, “Gündem” sayfasında “Cizre’de 30-32 PKK’lı ölü” başlığıyla ve bakanın fotoğrafıyla verilmişti. Yani görmezden gelinmemişti. Suçlamanın gerçekle hiçbir ilgisi yoktu.
Peki, Cizre haberlerinin toplandığı o sayfada “örgütün yalanlarına ortak olunmuş” muydu? Sayfanın tepesindeki “Cizre kilidi” başlıklı haber, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve beraberindekilerin Cizre’ye yürüme çabasını konu alıyordu. Haberin ortasına Demirtaş’ın küçük bir su birikintisinden atlarken çekilen fotoğrafı konulmuştu.
Aslına bakarsanız bu haberin, HDP yanlılarının da hoşuna gitmediğini biliyorum. Çünkü Cihat Öztürk adlı bir okur, gönderdiği e-postada haberin “Dereyi geçti Cizre’yi geçemedi” alt başlığını “ciddiyetsizlik” olarak nitelendirmişti. “Onurlu bir şekilde barış için yürüyüş yapan insanların yolculuğunu magazinleştirerek vermek sorumlu bir gazetecilik anlayışı değildir” görüşünü dile getirmişti.
Hürriyet’te o suçlamaların emarelerini göremedim ama yine yaklaşımlarını anlayabilmek için Sabah’ın aynı tarihteki “Gündem” sayfasına baktım. Sabah’ın sayfasının üçte ikisini “Oyun bozuldu” başlığıyla İçişleri Bakanı’nın açıklaması kaplamış, diğer haberler küçük küçük etrafına serpiştirilmişti. İki gazete arasındaki fark çok barizdi. Sabah, resmi açıklamalarla yetinmişti.
Hürriyet ise yaşanan gelişmelerin her boyutunu, ilgili bütün tarafların görüşlerini de yansıtan bir sayfa yapmıştı. Sabah’ın görmediği ve Hürriyet’in okuruna duyurduğu dört haber daha vardı sayfada. “Şehit yakınının dükkânını yakmışlar”, “Dün işyerlerimize saldırdılar Kürt’üm diye bugün şehit haberi geldi”, “Kardeşi kardeşe vurdurmayın” ve “Bütün taraflara mesajım: Ölümleri durduralım” haberleri. Leyla Zana’nın “ölümleri durdurma” çağrısı dışındaki üç haberin ortak yönü, Batı’da Kürtlere yönelik saldırıların yanlışlığının ve Türk-Kürt kardeşliğinin bozulmaması gerektiğinin altının çizilmesi.
Aslında bu haberleri sayfaya koyan Hürriyet editörlerini “örgüt propagandası” ile suçlamak değil, tebrik etmek lazım. Zira olaylar, Türklerle Kürtlerin eşit vatandaşlık ve kardeşlik temelinde birlikte yaşama koşullarının ağır tehdit altında olduğunu gösteriyor. Eğer Türkler ve Kürtler ruh olarak birbirlerinden koparsa bu topraklarda yaşanabilecekleri kimse tahmin bile edemez.
O nedenle bence medyanın bu dönemde birincil görevi, Türkler ve Kürtler arasında ruhsal bölünmeyi engellemek olmalı... Hürriyet’in Cizre sayfası hazırlanırken de o kaygı göz önüne alınarak doğru bir iş yapılmış. Herhalde bu sayfayı okumadan yazdılar Sabah’taki o suçlamaları...

Depremin büyüklüğü

Haberin Devamı

ŞİLİ’deki depremin hurriyet.com.tr’de “7.9 şiddetinde” olduğunun yazılması üzerine Prof. Dr. Celal Şengör’den itiraz geldi:
“İstirham ederim, Şili’deki depremin 7.9 şiddetinde değil, büyüklüğünde olduğunu, o haberi yazana söyleyin onu değiştirsin. 1999’dan beri çenem yoruldu, kalemim bitti bunu anlatmaktan. Bu kadar zor mu bu yahu?”
İlk deprem haberlerindeki bu yanlış hemen düzeltildi. Çünkü bu işin uzmanı olarak Celal Hoca haklı. Nitekim Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün açıklamalarında ve depremlerle ilgili tablolarda da hep depremlerin “büyüklüğü”nden söz ediliyor. Şiddetinden değil. Fakat medyada bazen “büyüklük” yerine “şiddet” tanımı kullanılıyor; iki tanım karıştırılıyor. İki tanım arasındaki farkı kısaca açıklayayım; “Şiddet”, insanlar tarafından algılanan göreli bir etkiyi anlatıyor. “Büyüklük” ise depremin gücünün Richter ölçeği üzerinden ifadesi. Bu nedenle de haberlerde “depremin şiddeti”nden söz etmemek gerekli. Doğrusu “depremin büyüklüğü”, unutmayalım; deprem uzmanlarını üzmeyelim.

Haberin Devamı

Okurdan kısa kısa

Haberin Devamı

Levent Çağlar: Pazartesi sendromu etkisi olsa gerek. İsim benzerliği yoksa George Orwell İngilizdir.
NOT: Okur haklı. Yanlış yazmışım. Düzeltir, özür dilerim.
Işık Biren: ABD Dışişleri Sözcüsü John Kirby ile o güzel söyleşinin yanında bir de biyografi kutusu var, başlığı da “Gemilerde çalışmış emekli tuğgeneral”. İyi de deniz kuvvetlerinde general olmaz, amiral olur. Kirby de bir tuğamiral. Böyle bir hatayı yayınlanana kadar nasıl kimse fark etmez? (18 Eylül)
Elvan Yarma: (Editor) Geçen hafta “Şehit annesidir bir öf bile demeyiniz” haberinde kaynak belirtilmediğini öne süren bir okur görüşü yayınladınız. Fakat yayına girdiği andan itibaren kaynağın doktorlar sitesi olduğunu yazmıştık. Okurun dikkatinden kaçmış sanırım. Kaynak göstermeye önem veriyoruz.
Talat Kumcu: Otobüs kazası, TIR kazası biliyorduk da hiç “AK Partili kazası” duymamıştık. Şu başlığa bakın; “AK Partili kazası: 2 ölü.” Lütfen bu başlığı bir daha okuyun. Bakalım Türkçeyle bir ilgisini bulabilecek misiniz? (17 Eylül)
M.K. Demirci: Bugün gazetesi yazarı Gültekin Avcı, yedi köşe yazısından göz altına alındı, “paralel” diye yazmanızın sebebi ne?
Gökhan Altunkaya: 12 Eylül’de ilk sayfadaki “Hacda vinç faciası” başlığının altındaki cümlede anlatım bozuk. Yoğun yağış ve fırtına nedeniyle mi Kâbe çevresi genişletilmektedir? Bu cümlede müphem bir vaziyet mevcut.
Ahmet Temürtürkan: “Penisini engerek yılanı soktu” haberini görünce defalarca yaptığım uyarıyı yineleme gereği duydum. Yılan sokmaz ısırır, arı sokar. (12 Eylül)
Nejat Tekiner: Bugünkü (17 Eylül) spor sayfasında şöyle bir başlık var; “Litvanya yarı finalde”. Haberde “Litvanya uzatmada 98-85 yenmeyi başardı ve yarıfinalde Sırbistan ile eşleşti” diyor. Peki Litvanya kimi yendi?
Murat Kömürcü: Kelebek’te 14 Eylül manşet haberindeki fotoğraf çok kalitesiz. Tanıdığımız için erkeğin Mahsun Kırmızıgül olduğunu düşünsek bile yanındaki hiç tanınmıyor. Ayrıca soyadını dahi öğrenemediğiniz bir kişinin ismini yazarak kötü fotoğrafla birlikte haberi manşete taşımanız şık değil.

Haberle ilgili daha fazlası: