Gazeteciler, sosyal medyada ne kadar serbest davranabilir? İstediklerini serbestçe yazabilirler mi? Yazdıkları, çalıştıkları medya kuruluşunu bağlar mı?
Bu soruların yanıtları konusunda henüz bir görüş birliği sağlanmış değil. Ama her geçen gün ortaya çıkan örnekler üzerinden yeniden tartışma gündemine geliyor bu konu. CNN’in Ortadoğu editörü Octavia Nasr’ı, Twitter’da yazdığı bir mesajı nedeniyle kovması, Washington Post’un deneyimli bir muhabirinin bir senatörle ilgili Twitter mesajına gelen tepkiler, bilinen örnekler.
Washington Post, benzer gelişmelerin ardından editör ve muhabirlerin Twitter’da yazmalarına yasak getirmiş, “Editör ve muhabirler, siyasi olarak görülebilecek görüşler ifade etmemeli, açık platformlarda taraf tutmamalıdırlar” yolunda bir ilke benimsemişti.
Elbette bu ilke tartışılabilir, genel bir yasaklamanın gazeteciliğin ruhuna aykırı olduğu söylenebilir. Ancak şurası çok açık ki, Twitter, Facebook gibi ağlar, kamuya açık alanlar. Dolayısıyla gazetecilerin açık alanda davranış ve ifade biçimleri, “gazetecilik kimliği”nden ayrı düşünülemez. Gazeteci, bağımsızlığını sosyal medyada da korumak, inandırıcılığına şüphe düşürecek tarafgir bir pozisyona girmemek durumunda. Ayrıca bir gazeteci, sosyal medyada yazarken, kendi kurumunu bağlayacak, gölge düşürecek, saygınlığını ve güvenilirliğini zedeleyecek, fikirler ve tepkiler dile getirmemeli.
Türkiye’de henüz sosyal medya alanında gazetecilerin davranışlarıyla ilgili olarak üzerinde uzlaşılmış etik kurallar yok. Bildiğim kadarıyla medya kuruluşları da bu alanda ilkeler benimsemiş değil. Aynı şekilde Doğan Grubu Yayın İlkeleri arasında da sosyal medya ile ilgili etik bir kural yok.
Ama başta da söylediğim gibi, bu konuda yazılı kurallar olmasa da genel meslek ilkeleri, gazetecileri sosyal medyada yazarken de bağlar. Twitter ve Facebook, gazetecilerin bu kuralları unutarak yazabilecekleri alanlar değildir. Hiçbir koşulda tarafgirlik yapmaması gereken
haber editörleri, muhabirler, Twitter’da takım flamalarıyla, siyasi sembollerle sayfalar açarsa gazetelerinin tarafsızlığına da gölge düşürmüş olur.
Tabii kendi isimleriyle yazmayan gazetecilere diyecek bir sözüm yok.
Gazetecilikte güven kriteri
İNTERNET gazeteciliğinin en başarılı örneklerinden biri kabul edilen Huffington Post’un kurucusu Arianna Huffington, geçen hafta bir konferans için İstanbul’daydı. Huffington, “gazetecilikte en büyük kriterin güven üzerine kurulduğunu” ve “yeni medyada anahtar sözcüğün güven olduğunu” vurgulamış.
Sanırım bu sözleriyle asıl dikkat çekmek istediği de “güven” duygusunun geleneksel medyadaki erozyonuna dikkat çekmek. Zira “güven” sadece yeni medya düzeninde değil, geleneksel medyada da önemli bir sözcük. Okurun, bir gazetenin, televizyonun doğru haber verdiğine, o haberi verirken farklı çıkar ilişkileri içinde olmadığına, sadece ve sadece gerçeği okura ulaştırma amacı güttüğüne inanması gerekiyor. Tabii inanmak için de okur ile o medya kuruluşu arasında bir güven ilişkisinin kurulmuş olması zorunlu.
Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği noktasında bulunan bir gazeteci olarak okurlarla her temasımda “güven” ilişkisinin önemini bir kez daha hissediyorum. İnsanlar, çoğu kez çocukluklarından itibaren ya da onyıllardır okudukları gazetelerine ne denli güvendiklerini anlatıyorlar sürekli. Ya da gördükleri bir hatayı eleştirirken, “Benim gazetem nasıl yapar?” diye sorguluyorlar ki bu da bir güven ilişkisinin kurulmuş olduğunu gösteriyor.
Şunu da belirtmek lazım, güven zor kazanılan, ama kolay kaybedilen bir duygudur. Bu duygunun kırılmaması için çok hassas davranmak gerekir. Gazetenin siyasi haberlerinden,
magazin haberlerine, spor haberlerinden dış haberlerine kadar tümünde bağımsız, objektif ve tarafsız olduğuna dair en ufak bir kuşku yaratmamak çok önemli.
Örneğin bir televizyon dizisinin raytinginin ne kadar yüksek olduğuna dair bir haber yapılıyorsa, bunun sırf o grubun televizyon kanalında yayınlandığı için yazılan, tanıtım amaçlı bir haber olduğu izlenimi bile verilmemeli.
Haberde rumuzyanında fotoğraf
“TÜRK sekretere ödenen taciz tazminatına öfke” ve “Fulya Hanım’ın taciz davası kasabayı gerdi” başlıklarıyla verilen haber, ABD’deki bir davayı konu alıyordu. 7 Ekim’de yayımlanan bu haberin, kahramanı da Türk bir kadındı. İsminin yazılmasını istemeyen bir okur, haberde kadının adının yazılış biçimini eleştirdi:
“Sanırım kimliğini deşifre etmeme amacı ile haberin başında ‘Fulya G.C.’ olarak bahsedilmiş hanımefendiden. Ancak haberin ilk paragrafının sonlarında ‘Başsavcı Lariviere, bu anlaşma karşılığında Capanelli’ye bilinmeyen miktarda tazminat ödemeyi kabul etti’ denmiş. Bu cümle ile mağdurenin soyadı açıklanmış oluyor.”
Okur haklı. O cümle sayesinde tacize uğradığı için dava açıp kazanan Türk kadının soyadı da açığa çıkmış oluyor. Kaldı ki, haberin üzerinde kadının fotoğrafı da var. Bu durumda kadının adını kısaltmaya, rumuz kullanmaya da gerek yok.
Ayıca olay 2005’te meydana gelmiş, o tarihten beri de ABD basınında defalarca yazılıp çizilmiş. Oradaki haberlerde de kadının açık adı, soyadı hep kullanılmış. Dolayısıyla adını gizleyerek bu kadını rumuz kalkanı altına almaya da gerek yoktu.
Kadının isminin rumuz olarak yazılmasına rağmen soyadının haberde kalması, bunun muhabirin tercihi değil, editoryal bir karar olduğunu gösteriyor. Belli ki, rumuz kullanılmasına sonradan karar verilmiş, ayıklama sırasında o soyadı atlanmış, nasıl olmuşsa kadının fotoğrafları da görülmemiş...
Okurdan kısa kısa
Ahmet Arslan: Keyif ekinde Şule Gürbüz isimli yazarın kitabından üst başlıkta ‘roman’ diye söz ediliyor. Söyleşiyi okuyunca ise söz konusu kitabın ‘roman’ değil ‘hikaye’ olduğunu anlıyorsunuz. Allah aşkına ‘roman ile hikâye’ arasındaki fark bilinmiyor mu?
Mehmet Bayatlı: Size 9 Ekim’de yayımlanan Prof. Dr. Yücel Kanpolat portrenizle ilgili bir düzeltme için yazıyorum. Zira Sayın Kanpolat, TÜBA’nın 8 yıllık başkanı değil, 2008 yılından beri başkanıdır.
A. Timur Türkan: 2 Ekim tarihli gazetede yer alan “ Rus sevgiliyle iş gezisi işinden etti” başlıklı haberin ikinci paragrafında “Rus iş adamıyla yakın ilişkisi olan Elena’nın iş gezisine katıldığı” cümlesinde geçen iş adamı nereden çıktı? Haberde iş adamı yok, İsviçre Emniyet Genel Müdürü ve kayak hocası var. Bu kadar. Acaba kayak hocası Emniyet Müdürü ile birlikteyken ayrıca bir Rus işadamıyla da mı birlikte? Onu mu anlatmak istiyor? Bu da belli değil.
Mete Fidan: Bir haberin, hatta bir sayfanın aynı gazetede iki kez yayınlanmasının suçunu kime yükleyeceğinizi merak ediyorum. 1 Ekim cumartesi günü ana gazetenin İzmir baskısında ING Bank’a ait haber, aynı sayfa düzeniyle 16. ve 26. sayfalarda iki kez yayımlanmış. Bu duruma daha önce de rastlamıştım.
Fethi Umut/Ertuğrul Özkan: 12 Ekim’de ilk sayfada ve spor sayfasında çıkan “Sırplar elendi seri başı olduk” haberi yanlış. Çünkü grubumuzda seri başı olamadığımız açıklandı.