Michael Charlton, Mayıs 1964'te San Francisco Körfezi'nin azgın dalgalarını aşarak Alcatraz adasına ayak bastı. BBC Panorama muhabiri olan Charlton'ın yaptığı bu yolculuk "suç dünyasının en korkulan yolculuğu" olarak biliniyordu. Çünkü bu adada bulunan ve kısaca "Kaya" olarak anılan federal cezaevinde, ABD'nin en tehlikeli suçluları yatıyordu.
Alcatraz, izinsiz girilmesi ve çıkılması imkânsız bir yer olarak kabul ediliyordu. Ancak 12 Haziran 1962 gününün erken saatlerinde, üç mahkûm imkânsız olduğu düşünülen şeyi başardı: Kaya'dan kaçtı.
GÜVENLİK AMACIYLA İNŞA EDİLMİŞTİ
Aslına bakılırsa Alcatraz, San Francisco Körfezi'nin girişini koruyacak bir deniz kalesi olması amacıyla inşa edildi. Ada anakaradan uzakta, sarp kayalarla ve buz gibi deniz sularıyla çevrili olduğundan İç Savaş yılları sırasında, esir düşen Konfederasyon askerleri burada tutuldu.
20'nci yüzyılın başlarında askeri hapishane olarak yeniden inşa edilen Alcatraz'ın idaresi 1930'larda Adalet Bakanlığı'na devredildi. O dönemde organize suç örgütü mensubu birçok mahkûm Alcatraz'a gönderiliyordu. Cezaevinin ünlü sakinleri arasında Al Capone, Mickey Cohen, George "Makineli Tüfek" Kelly gibi azılı gangsterler bulunuyordu.
Hayatı, başrolünde Burt Lancaster'ın yer aldığı 1962 tarihli "Birdman of Alcatraz" filmine konu olan cinayet hükümlüsü Robert Stroud da Kaya'da yatıyordu.
Charlton, Alcatraz'da tutulan mahkûmları, "sıradan bir cezaevine konamayacak kadar acımasız ve belalı adamlar" olarak nitelendiriyordu.
YOLLARI ALCATRAZ'DA BİR KEZ DAHA KESİŞTİ
Frank Lee Morris, Alcatraz'a 1960 yılında gönderildi. 11 yaşında ailesini kaybeden Morris, ilk olarak 13 yaşında hüküm giydikten sonra hayatının çoğunu çeşitli hapishanelerde geçirdi. Çok zeki olduğu söylenen Morris'in sicilinde uyuşturucu madde bulundurmaktan silahlı soyguna pek çok suç bulunuyordu. Morris'in en dikkat çeken suçu da hapishane firarlarıydı.
Louisiana Eyalet Cezaevi'nden kaçtığı için Ocak 1960'ta Kaya'ya gönderilen Morris, banka soyguncusu kardeşler John ve Clarence Anglin ile 1957'den beri Alcatraz'da bulunan Allen West aynı blokta kalıyordu. Bu dörtlünün yolları geçmişte başka cezaevlerinde de kesişmişti. Alcatraz'da da yan yana hücrelerde kaldıklarından geceleri birbirleriyle konuşabiliyorlardı.
BBC muhabiri Charlton, bir yıl önce kapatılan cezaevini ziyaret ettiği sırada, Alcatraz'ın tavizsiz gardiyanları, zorlu koşulları ve mahkûmları yazın bile ürperten deniz rüzgârları konusunda epey bilgi sahibiydi. Charlton Kaya'yı, "Asla dinmiyor gibi görünen acımasız bir rüzgâr, parmaklıkların aralarından gürleyerek geçiyor. Eski bir kalenin gümbürdeyen geçitleri üzerine kurulmuş olan bugünkü Alcatraz'ın temelleri çürüyor ve parçalanıyor" sözleriyle tarif ediyordu.
YEMEKHANEDEN ÇALDIKLARI KAŞIKLARLA KAZDILAR
Morris'in liderlik ettiği dört mahkûm, adadan kaçmak için detaylı ve cüretkâr bir plan kurdu. Deniz tuzunun betonda yarattığı hasarın farkında olan mahkûmlar, aylar boyunca lavaboların altındaki hava deliklerinin etrafını oydu. Yemekhaneden aşırdıkları metal kaşıkların yanı sıra, bir elektrik süpürgesinin motoruyla çöpe atılmış testere bıçaklarını kullanarak ürettikleri bir matkabı kullanan Morris ve arkadaşları, muhafızların uğramadığı bir hizmet koridorunu kazdı. Mahkûmların müzik dinlemesine izin verilen 1 saatte çalışıyorlardı. Morris matkabın sesini gizlemek için akordeonunu çalıyordu.
Nihayet duvarda yeterince büyük bir delik açan Morris ve arkadaşları, cezaevinin kullanılmayan üst katına çıkıp burada gizli bir atölye kurdu.
Hücre duvarlarına açtıkları delikleri gizlemek için cezaevinin kütüphanesindeki dergilerden kopardıkları sayfalarla kâğıt hamuru yapıp sahte parmaklıklar inşa ettiler. Atölyeyi kurduktan sonra 50'den fazla çalıntı yağmurluğu kullanarak kendilerine büyük bir lastik bot ve can yelekleri yaptılar. Naylon yağmurlukları cezaevinin dört bir yanını dolanan sıcak buhar borularına yapıştırıp erittikten sonra birbirine yapıştırıyorlardı. Ardından akordeon benzeri bir çalgının körüğünü söküp botu şişirmek için bir pompa yaptılar. Son olarak da sunta parçalarını kullanarak kürekler ürettiler.
KÂĞIT HAMURUNDAN KENDİ HEYKELLERİNİ YAPTILAR
Ancak Morris ve arkadaşlarının bu işleri yapabilmek için zamana ihtiyaçları vardı ve gardiyanlar geceleri sık sık hücreleri dolaşıp yataklarında olup olmadıklarını kontrol ediyordu. Bu nedenle sabun, diş macunu ve tuvalet kağıdından ürettikleri kâğıt hamurunu kullanarak kendi büstlerini yaptılar.
Heykeller daha gerçekçi görünsün diye cezaevindeki berber salonundan çaldıkları saçları kafalarına yapıştırdılar. Çaldıkları boyaları ve fırçaları kullanarak, heykellere gerçek insan görüntüsü verdiler. Heykelleri yastığın üzerine koyuyor, battaniyelerin altını da giysileriyle dolduruyorlardı. Yatakları dolu gören gardiyanlar hiçbir şeyden şüphelenmiyordu.
Yaptıkları tek hazırlık bu değildi; aynı zamanda cezaevinden çıkabilecekleri yollar da arıyorlardı. Tesisat borularını merdiven olarak kullanarak 9 metre yükseğe tırmanmış binanın sütunlarından birinin tepesindeki vantilatörün kapağını zorlayarak açmayı başarmışlar, sabundan yaptıkları bir sürgüyle de kapağı yerine tutturmuşlardı.
DÖRDÜNCÜ MAHKÛM GEÇ KALINCA ONSUZ İLERLEDİLER
11 Haziran 1962 gecesi, planlarını hayata geçirmek için her şey hazırdı. Gardiyanları kandırmak için yaptıkları kafa heykellerini yastıklarının üzerine yerleştiren Morris ile Anglin kardeşler, emekleyerek hücre duvarlarına açtıkları deliklerden geçti. West, planladıkları saatte hücresinden çıkmayı başaramadığı için onu beklemeden gitmeye karar verdiler.
Cezaevi binasının çatısına tırmandılar, sırtlarına yükledikleri lastik botla gözetleme kulesindeki gardiyanlara görünmeden bir uçtan öbürüne koştular. Ardından yağmur oluğuna tutunarak aşağı kaydılar, cezaevi avlusunu geçtiler, ikisi de yaklaşık 4 metre yüksekliğinde olan dikenli tellerle kaplı çitleri aştılar ve adanın kuzeydoğusuna doğru dik bir yamaçtan aşağı indiler. Suyun kıyısına geldiklerinde lastik botu şişirip denize açıldılar ve gecenin karanlığında ortadan kayboldular. Üç mahkûmun hücrelerinde olmadığı ancak ertesi sabah fark edilebildi.
Soldan sağa: Frank Morris, John Anglin ve Clarence Anglin
O dönemde cezaevinde çalışan gardiyanların aile üyeleri de Alcatraz adasında yaşıyordu. Onlardan biri de babası vekaleten cezaevi müdürü olarak görev yapan Jolene Babyak'ti. Mahkûmların yokluğunu fark edip alarmı çalan kişi de Babyak'in babasından başkası değildi.
2013 yılında BBC Witness History programına konuşan Babyak, o sabahı şu sözlerle anlatacaktı: "Uyandığımda sirenler çalmaya devam ediyordu. Kulakları sağır edecek kadar yüksek, korkutucu bir sesti. Şoke olmuştum. Aklımdan ilk geçen şey bunun bir firar girişimi olamayacağıydı ama yanılıyordum."
ADA VE ÇEVRESİ DİDİK DİDİK ARANDI AMA NAFİLE…
Cezaevi çalışanlarının lojmanları dahil tüm cezaevinde tecrit ilan edildi. Bütün ada didik didik arandı. Babyak'in babasının liderliğindeki yüzlerce güvenlik görevlisi, ada çevresinde çok kapsamlı bir insan avı başlattı. O gün içinde Anglin kardeşlerin özel eşyaları bulunan su geçirmesin diye naylonla kaplanmış bir paket tespit edildi. Yedi gün sonra lastik botun parçaları Golden Gate Köprüsü yakınlarında karaya vurdu. Sekizinci gün mahkûmların can yeleklerinden biri bulundu. Ancak üç firariden en ufak bir iz yoktu.
Mahkûmlar cezaevinden kaçmış olmakla birlikte yetkililerin vardığı nihai sonuç adadan ayrılmaya çalışırken denizde kayboldukları yönünde oldu. 1964'te BBC'ye konuşan cezaevi müdürü Richard Willard, "Evet, birkaç eksiğimiz var ama bununla övünmüyorlar. Bir başka deyişle, eksiklerin hepsinin bu süreçte boğulduğu varsayılıyor. Bizim bildiğimiz kadarıyla sokaklarda gezip Alcatraz'dan kaçmış olmakla övünen kimse yok. Neden mi bu kadar emin konuşuyorum? Rüzgârın sesini duyuyorsunuz, değil mi? Denizi de görüyorsunuz? Sizce siz başarabilir miydiniz?" sözleriyle aktarıyordu yetkililerin duruşunu.
Alcatraz cezaevi, Morris ile Anglin'lerin firarından bir yıl sonra kapatıldı. Bunun sebebi kısmen binanın çok yıpranması ve tadilat işlerinin çok masraflı olmasıydı. Öte yandan cezaevi yönetiminin sertlikleri de tartışmalara konu oluyordu. 1939 yılında Adalet Bakanı Frank Murphy cezaevinin kapatılmasını gündeme getirerek, "Bu kurumun tamamı mahkûmlar arasında şeytani ve kötü niyetli bir psikoloji oluşmasına zemin hazırlıyor" ifadelerini kullanmıştı.
Aradan geçen yıllarda, baskıya dayanamayıp kendini yaralayan ve öldüren birçok Alcatraz mahkûmu oldu. 1960'lı yılların koşullarında ABD'de mahkûmların cezalandırılmasından ziyade rehabilite edilmesi öne çıkınca cezaevinin ömrü de doldu.
SPEKÜLASYONLAR HİÇ BİTMEDİ, DOSYA HÂLÂ KAPANMADI
Üç firariye gelince... Hiçbirinin cesedi bulunamadı ancak hem Morris hem de Anglin'ler 1979'da resmen ölü ilan edildi. FBI dosyasını kapatıp firarilerin sorumluluğunu Adalet Bakanlığı bünyesindeki bir diğer federal kolluk kuvveti birimine devretti. Ancak spekülasyonlar hiç dinmedi.
Firarilerin ölü ilan edildiği yıl, Frank Morris'i Clint Eastwood'un canlandırdığı "Escape from Alcatraz" filmi vizyona girdi. Öte yandan ilk günden itibaren, Morris'i ve Anglin'leri gördüğünü söyleyenlerin ihbarlarının ardı arkası gelmedi.
San Francisco polisi, 2018'de bir açıklama yaparak 5 yıl önce kendilerine John Anglin olduğunu iddia eden birinden gizemli bir mektup geldiğini duyurdu. Mektupta, "Haziran 1962'de Alcatraz'dan kaçtım. Evet, hepimiz o geceden sağ çıktık ama zar zor!" deniyordu. Mektubu yazan kişi, hayatlarının geri kalanını gizlilik içinde sürdürdüklerini, Frank Morris'in Ekim 2005'te, Clarence Anglin'in ise 2008'de öldüğünü belirtiyordu.
Mektubun yazarı ayrıca devletin kanser tedavisinin masraflarını karşılaması şartıyla teslim olabileceğini ifade ediyordu. FBI mektubu değerlendirdi ancak hakiki olup olmadığını doğrulayamadı.
ABD Adalet Bakanlığı nezdinde dosya halen açık. Son olarak 2022 yılında, gizemi sona erdirmek isteyen bakanlık yetkilileri firarilerin şu anki olası görünüşlerini yansıtan resimleri kamuoyuyla paylaşıp bilgisi olanlara çağrı yaptı. Ancak gerçekler halen açığa çıkmış değil.
BBC'nin "'It was the cleverest escape in the prison's 30 years': The men who broke out of Alcatraz with a spoon" başlıklı haberinden derlenmiştir.