Yakın Doğu ve Avrupa'da yaşayan insanlar, neredeyse 2.000 yıl boyunca, kendilerini zehirlenmelerden, vebadan ve daha birçok hastalıktan korumak için mucizevi bir ilaçtan medet umdu. Karabiber, ekmek, afyon, engerek eti gibi çeşitli malzemeler kullanılarak üretilen bu siyah, yapışkan maddeye tiryak adı veriliyordu. (Çeşitli Türkçe kaynaklarda 'theriac' olarak da görmek mümkün.)
Modern tıbbın gelişmesiyle tiryak kullanımı azaldı ve bu ilaçlar tarih kitaplarının tozlu sayfalarında kaldı. Ancak geçtiğimiz günlerde bir grup Polonyalı araştırmacı, 17'nci yüzyıldan kalmış bir reçeteyi kullanarak tiryakı yeniden üretti. Amaçları bu ilacın gerçekten her derde deva olup olmadığını görmekti.
MİLATTAN ÖNCE ANADOLU'YU YÖNETEN KRALIN İLACIYDI
Tiryak, 17'nci yüzyılda Polonya topraklarında oldukça yaygın kullanılıyordu. Ancak bu ilacın popülerliği Doğu Avrupa ile "her şeye iyi gelen ilaç" fikri de bu dönemle ya da bölgeyle sınırlı değildi.
Bergamalı Galen ya da Yaşlı Plinius gibi antik çağlarda yaşamış kaynakların eserlerinde, tiryakın farklı türlerinin MÖ 2'nci yüzyılda (hatta belki daha bile öncesinde) kullanıldığına dair ifadeler yer alıyor. Yine aynı kaynaklar, bu ilaçların kısa sürede toplumun elit kesimleri arasında popülerlik kazandığına işaret ediyor.
Tiryakın bugün bilinen en büyük meraklılarından biri MÖ 120-MÖ 63 yılları arasında Pontus kralı olarak Anadolu'da hüküm süren ve Roma'nın en güçlü düşmanlarından biri olan Büyük Mithridatis'ti.
Tarihsel çalışmalar 6'ncı Mithridatis'in zehirlere ve panzehirlerine takıntılı olduğunu gösteriyor. Stanford Üniversitesi'nde klasik eserler alanında araştırmalar yürüten Adrienne Mayor'ın kaleme aldığı Mithridatis biyografisi de bu çalışmalardan biri.
"HER ŞEY DOZDA BİTİYOR"
National Geographic'e yaptığı açıklamada, "O zamanlar arsenik taht değiştiren toz olarak adlandırılırdı" ifadelerini kullanan Mayor'ın biyografisine göre, zehirlere takıntılı olması Mithridatis'i zehirlenmekten kaçınmanın yollarını aramaya itti. Bu oldukça masraflı arayışın sonucunda da ortaya oldukça güçlü ve kabul gören bir tiryak reçetesi çıktı.
Zehirlenme ihtimalinden korkan Mithridatis, bunu önlemek yapabilecekleri konusunda dört bir yandan hekimlere ve şifacılara danışıyordu. Nihayet çeşitli zehirlere bağışıklığını artırmanın en doğrusu olacağına karar veren Kral, bunun için küçük dozlarda toksini vücuduna düzenli olarak almaya başladı. Mayor, bu uygulamayı "Her şey dozda bitiyor" sözleriyle açıkladı. (Bu olgu günümüz tıbbında Kral Mithridatis'e atıfla 'mitridatizm' olarak adlandırılıyor.)
Farsça bir kelime olan tiryak sözlüklerde "Hayvansal, bitkisel ve madeni malzemelerin karışımından meydana gelen sancıya, öksürüğe, yılan ve akrep sokmasına, çeşitli hastalıklara ve zehirlenmeye karşı kullanılan bir tür afyonlu macun, panzehir, antidot" olarak tanımlanıyor. Tiryak aynı zamanda mecazi olarak "afyon" anlamında kullanılıyor. Kelimenin kökeninde Eski Yunanca "zehirli yılan" anlamına gelen "therion" yatıyor. 'Tiryak'ın bugün hâlâ dilimizde yer alan 'tiryaki' kelimesiyle akraba olduğunu da vurgulamadan geçmeyelim.
Mithridatis'in zehre karşı bağışıklık uygulaması işe yaramış olacak ki Kral, 70 yaşına kadar yaşadı. Daha da ilginç olan, kızlarını zehirleyen Mithridatis'in ardından zehirle intihar etmeye çalışıp başarılı olamamasıydı. Efsaneye göre Mithridatis nihayetinde koruması ve arkadaşı Bituitus'dan kendisini kılıçla öldürmesini istemek zorunda kaldı.
KULLANANLAR NERON'DAN ELIZABETH'E KADAR UZANDI
Mithridatis'in kullandığı tiryak reçetesi zaman içinde kayboldu. Ancak aynı reçete birçok başka soylu kişi tarafından da kullanıldı, bu kişilerin maiyetindeki hekimler reçete üzerinde denemeler ve oynamalar yaptı.
Bazı reçetelerde çok pahalı malzemeler de kullanılmakla birlikte, temel bir tiryak reçetesi, bal, tarçın ve kakule gibi baharatlar, çeşitli otlar, ağaç kabukları, yağlar ve odundan oluşuyordu. Öte yandan Mithridatis'in ölümünden bir süre sonra, zehir malzeme listesinden çıkarıldı.
Bununla birlikte tiryak, İmparator Neron'dan Kraliçe 1'inci Elizabeth'e paranoyasıyla ünlü hükümdarların günlük rutinindeki yerini belli değişikliklerle korumaya devam etti. Örneğin Neron'un doktoru, Mithridatis'in tiryak formülündeki yılan zehri yerine engerek eti koydu. Diğer yandan Mayor, ilerleyen dönemde reçetelerin en standart kalemlerinden biri haline gelen afyonun "hastanın itaat etmesini sağladığına" dikkat çekti.
4 ASIR SONRA YENİDEN
Kralların ilacı olarak ünlenen tiryak, bir noktada sıradan insanların da kullanabileceği bir ilaç haline geldi. Ancak o zamanlar bile oldukça pahalıydı. Wroclaw Üniversitesi'nden tarihçi Jakub Weglorz'un aktardığına göre, 17'nci yüzyılda Polonyalı bir köylü, bu konuda eğitim almış lisanslı bir eczacıdan bir miktar tiryak almak için bir tavuk bedeli kadar ödeme yapmak zorundaydı.
Tıp tarihi ve erken modern dönem üzerine çalışmakta olan Weglorz için, tiryak hakkında tıp kitaplarında yazılı olan bilgiler yeterli değildi. Weglorz, Polonya'da asırlar önce satılmakta olan tiryakın yeniden üretilip üretilemeyeceğini görmek istiyordu.
Polonya Ulusal Bilim Merkezi'nin finansmanıyla Weglorz, bir tarihçi ve iki eczacıdan oluşan dört kişilik ekip, 400 yıllık bir tiryak reçetesini yeniden hayata geçirmek için çalışmalara başladı. Böylece ilk kez farmasötik kimya bilgisine sahip modern araştırmacılar bir tiryak üretmiş olacaktı. Dahası mucize ilaç ilk kez yeniden tamamen üretilecek ve analiz edilecekti.
REÇETEDE HER ŞEY GRAM GRAM YAZILMIŞTI
Araştırmacılar, bugün Torun olarak bilinen şehrin eczacısı Paul Guldenius'a ait 1630 tarihli bir reçeteden faydalandı. Guldenius, tiryak üretip satma lisansı bulunan az sayıdaki eczacıdan biriydi ve tıpkı meslektaşları gibi o da tiryak karışımını halkın gözlerinin önünde hazırlardı.
Araştırmacılara göre, eczacıların tiryak yapması oldukça şaşaalı etkinliklere dönüşüyordu. Dahası hem ilacın içine neler katıldığına dair bir şeffaflık sağlanıyor hem de halkın merakını körükleyecek şekilde reklam yapılıyordu. Mayor, "Bütün o değerli ve pahalı malzemeleri teker teker sergiliyorlardı" dedi.
Guldenius'un Latince yazılmış olan reçetesinde 61 malzemenin isimleri ve miktarları yer alıyordu. Bu nedenle Weglorz ve ekibi işe kullanılan bileşiklerin Latince isimleriyle bilinen isimlerini deşifre etmek, reçeteyi aynı dönemden başka kitaplarla, günlüklerle ve mektuplarla karşılaştırmakla işe başladı.
Neyse ki Guldenius reçetelerini büyük bir hassasiyetle kaleme almış tiryak için kullandığı malzemelerin gramajlarını incelikle not etmişti.
Tiryak üretmek için yılan avlayan Almanlar (1520 yılı civarına ait bir çalışma)
ENGEREK ETİ "KURUTUCU" ETKİ YAPIYORMUŞ
Kakule, yeni bahar, odun, tatlı şarap ve buğday ekmeği karışımın başlıca malzemeleriydi. Ancak Guldenius'un tiryakına etkinliğini ve prestijini sağlayan asıl şey iki özel malzeme, afyon ve engerek etiydi.
Afyon ağrı kesici etkisi yaparken engerek etinin de yılan ısırmalarına karşı bağışıklık sağladığı ve vücutta "kurutucu" etki yaptığı düşünülüyordu. O zamanlar yaygın gören vücut salgıları teorisine göre, baharatlı ve yoğun tatların, insanları hastalığa ya da zafiyete yatkın hale getiren salgıları "kurutma" etkisi bulunuyordu.
Guldenius'un reçetesini yeniden oluşturmak için gerekli malzemeleri toplamak dört yıl sürdü. Araştırmacılar öncelikle ilaç üretiminde kullanılan hammaddelerinn tedarikçilerine başvurdu. Ancak bazı otlar ve baharatlar Avrupa Birliği sınırları içinde bulunmadığından ya da yetişmediğinden, araştırmacılar ya bitkinin kendisini bulmak ya da malzemeleri kaynağından almak için internete başvurmak zorunda kaldı.
EN ÇOK AFYON ZORLADI
Weglorz, National Geographic'e yaptığı açıklamada, "Safran ya da nane gibi basit bir şey için bile bitkiyi ya kendimiz yetiştiriyor ya da market yerine sertifikalı bir tedarikçiden alıyorduk" dedi.
Ardından engerek eti sorunu baş gösterdi. Ekip üyeleri yılan avına çıkmak istemiyordu; zaten Polonya topraklarının sürüngenler açısından çok zengin olduğu da söylenemezdi. Ancak dağlık bölgelerde engerekler yaşıyordu. Bu nedenle Weglorz ülkeyi baştan başa arabayla kat etti. Doğal sebeplerle ya da araba ezmesi sonucu ölen engereklerin izini sürdü. Nihayet araştırmacılar yaklaşık 200 gram taze engerek eti bulmayı başardı. Bu et kurutulduktan sonra tiryak karışımına dahil edildi.
Afyonu bulmak daha da zor oldu. Polonya yasaları bu tür maddelerin üretimi konusunda oldukça kısıtlayıcı ancak bireyler özel izinle haşhaş bitkisi üretebiliyor. Weglorz, halen yasal yollarla 100 gram afyon bulmaya çalıştıkları için tiryak karışımını şimdilik bu madde olmadan hazırladıklarını belirtti.
"ACI, BAHARATLI, KATRAN GİBİ"
Bilim insanları, çoğu tedavi edici özellikleriyle bilinen tiryak malzemelerinin potansiyel etkilerini araştırdıktan sonra Wroclaw Üniversitesi bünyesindeki bir laboratuvarda çalışmalara başladı. Günler süren karıştırma, kurutma, ekleme, kısık ateşte kaynatma gibi aşamaların ardından ortaya koyu renkli, ağda kıvamında bir ürün çıktı. Araştırmacılar toplamda 255 gram tiryak üretti. Ardından malzeme 1 yıl boyunca olgunlaşması için korumaya alındı.
Zamanında bu karışım küçük haplar haline getiriliyordu. Hastalar ilacı suya ya da şaraba katarak içiyordu. Ancak tiryakın cilde ya da gözlere sürüldüğü vakalar olduğu da biliniyor.
Weglorz, "Tadına bakmadık ama bakmış olsaydık yakıcı bir tadı olduğunu söyleyebilirdik. Acı, baharatlı, katran gibi..." dedi. Tiryaka tarçın, kediotu, lavanta, karabiber gibi otların ve baharatların katılması boğazı yakan bir etki yaratıyor. Bazı araştırmacılar bunun ilacın çekici yanlarından biri olduğu yorumunu yapıyor.
PLASEBO ETKİSİ AMA…
Peki ya her derde deva olması? İçeriğindeki malzemeler insan sağlığına faydalı olabilecek maddeler içerse de araştırmacılar, tiryakın panzehir özelliklerinin ve kişiyi sağlıklı tutmasının büyük oranda plasebo etkisi olduğu görüşünde. Özellikle kralların bu ilaca duyduğu güvenin halkı da etkilediği düşünülüyor.
Ancak bu tiryak reçetelerinin tamamen değersiz olduğu anlamına da gelmiyor. Halihazırda Weglorz ve ekibi, zaman içinde tiryak reçetelerine eklenen ya da reçetelerden çıkarılan çeşitli maddeleri kullanarak denemelerini sürdürüyor. Hem Mayor hem de Weglorz, tiryakın bilimsel merakın sınırlarına ve eski çağlarda kullanılan ilaçların gücüne dair önemli bir delil olduğunu vurguladı.
National Geographic'in "This ancient cure was just revived in a lab. Does it work?" başlıklı haberinden derlenmiştir.