Ama bence bir ödül verilecekse bu asıl olarak medyanın hakkı.
Emniyet teşkilatını ayağa kaldıran, yakalanması için ‘seri katil’ diye 16 gün boyunca manşetlerden yayın yapan, katilin bütün ülkede tanınmasını sağlayan medya. İzmir Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya, Filiz’in medya sayesinde yakalandığını söyledi açıkça. Fakat Uzunkaya bile medyada ‘seri katil’ diye yazılmasına karşı çıktı:
“Atalay Filiz, seri katil diye televizyon ve gazetelerde boy boy, manşet olarak geçti. Olayımız literatürde ‘seri katil’ diye tanımlanan bir tanıma hiçbir şekilde uymuyor. Ama nedense kamuoyuna cazip geldiği ya da ürkütücü olduğu için seri katil diye manşet yapıldı.
Seri katil vurgusuyla vatandaşların tedirginliği, duyarlılığı üst perdeye çıkarıldı. Bu duyarlılık ihbarları artırdı, şahsın kısa sürede yakalanmasına katkısı oldu. Bu yanlıştan böyle bir doğrunun çıktığını söyleyebiliriz.”
Okurlarımızdan Meliha Yurdakul da aynı yönde bir eleştiride bulundu. “Atalay Filiz için lütfen ‘seri’ başlığı kullanmayın. Adam katil olabilir ama ‘seri’ olmadığı kesin” diye yazdı. Polisiye yazarı Ahmet Ümit’in de “Filiz’in seri katil olmadığını” söylediğine dikkat çekti Norveç’ten yazan okurumuz.
Okur elbette haklı. Görüldüğü gibi uzmanlarına göre, Atalay Filiz bir ‘seri katil’ değil. Çünkü kriminal literatürde birden fazla kişiyi öldüren her katil ‘seri katil’ olarak tanımlanmıyor. Kaba tanımı, ‘aynı profildeki en az üç kişiyi belirli aralıklarla ve aynı yöntemlerle öldüren kişi’. Genellikle problemli çocukluk geçmişleri, psikolojik travmaları ve psikolojik bozuklukları olan ‘seri katiller’in işlediği cinayetlerin ortak özellikleri de şöyle:
- Hep aynı yaş grubu, cinsiyet, meslek ya da görünümdeki kişileri hedef alır.
- Cinayetlerini hep aynı suç aleti ve aynı yöntemlerle işler.
- Her cinayeti önceden planlar, cinayetlerle bir mesaj vermeye çalışır.
- Cinayetlerden sonra polisi peşinden koşturmak için özel işaret ya iz bırakır.
- Düzenli aralıklarla cinayet işler, durdurulana kadar da devam ederler.
Atalay Filiz ise Ankara’da iki arkadaşını silahla öldürüp kaçıyor; yaklaşık üç yıl sonra da İstanbul’da kendisini yakalatacağından kuşkulandığı öğretmeni bıçaklayarak öldürüyor. Ne yöntemler aynı ne mağdur profilleri. Ne de cinayetlerin psikolojik motivasyonları aynı. Dolayısıyla Filiz, bir seri katil değil.
Hürriyet ve bütün medyanın onu 27 Mayıs’ta İstanbul’dan kaçışından itibaren ‘seri katil’ olarak adlandırması yanlıştı. Zaten öteden beri medyada Türkiye’deki katilleri batıdaki ‘seri katil’lere benzeştirme, cinayetler üzerinden çarpıcı öyküler üretme gayreti var. Daha önce de bazı cinayetlerde ‘seri katil’ yakıştırmaları yapılmıştı.
Böyle cinayetler ortaya çıkınca ‘zanlı’ demek bile unutularak hemen ‘seri katil’ yaftası yapıştırılıyor. Ardından neredeyse ‘seri katil şehveti’ diyebileceğim bir tefrika başlıyor. Maalesef bu olayda da aynı anlayış devreye girdi. Gazeteciliğin doğasında var olan çok okutma, ilgi çekme kaygısı yanlış yazmanın gerekçesi olmamalı.
O UÇAKTAKİ SORULAR
CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, her gezi dönüşünde uçaktaki gazetecilerle sohbet ediyor, sorularını yanıtlıyor. Gezilerin rutini haline gelen bu sohbet, ABD’den dönerken de tekrarlandı. Hürriyet adına uçağa davet edilen Spor Müdürü Mehmet Arslan da toplu sohbeti 12 Haziran’da gazeteye iki bölüm halinde yazdı. Ancak sosyal medya üzerinden Arslan’a gelen eleştiriler şaşırtıcıydı.Erdoğan’a yöneltilen soruları eleştirirken, bütün soruları Arslan’ın sorduğu varsayımından hareket ediyorlardı.
Oysa bu doğru değildi; davetli bütün gazeteciler birlikte konuşmuştu; her gazeteci bir soru yöneltmişti. Arslan ile de konuştum; bu eleştirilere üzülmüştü. “Haksız yere suçlandığını, kendisinin sadece sporla ilgili bir soru sorduğunu” söyledi. Zaten hem spor hem de gündem sayfasında Erdoğan’ın “uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladığı” yazılmıştı. Gündem sayfasında toplu fotoğraf vardı. Spor sayfasındaki fotoğrafta ise sadece Arslan ile Erdoğan görünüyordu.
Fotoğrafın üzerinde ise “Erdoğan, Arslan’a açıklamalarda bulundu” deniyordu; belki de bazı okurların yanlış anlaması bu nottan kaynaklandı. Arslan’ın ilgisi bu kadar ama gazetecilerin sorularının eleştirilmesini, yetersiz bulunmasını da doğal karşılamak gerek. Zira gündemin ilk sıralarındaki birçok konu, örneğin ABD’deki Reza Zarrab davası ile ilgili tek soru yöneltilmemiş. Sorulan konular ve yanıtlar da gerektiği gibi irdelenmemişti.
Bir de ilk soruda isim vermeden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında yargı belirten ve suçlayan ifadeler kullanılmıştı. Üstelik soru da “Türkiye’de bazı siyasi partilerin terör örgütleriyle aleni yakın görüntü vermesi bir cumhurbaşkanı olarak sizi rahatsız ediyordur sanırım” diye bitiyordu. Karşısındaki Cumhurbaşkanı’nın düşüncesini merak eden bir gazeteci böyle soru sormaz. Bu soru değil daha çok kendi düşüncesini onaylatma çabası.Arslan’ın yanıtlarla soruları da kısaltmadan tam metin yayınlaması ise uçaktaki sohbet atmosferinin okur tarafından anlaşılabilmesi açısından çok yerinde olmuş.
OKURDAN KISA KISA
BORA B./Azat Atashov: 14 Haziran tarihli gazetenizin, kapak sayfasının sağ üst köşesinde yer alan Euro 2016 fikstüründe maç saatlerini belirtirken kullanılan bütün ülke bayrakları hatalı. 13 Haziran’da oynanan maçlara ait bayraklar aynı şekilde kopyalanarak bir gün sonraki baskıda kullanılmış.
Mükremin Özenç: Bugünkü Hürriyet 8. sayfadan bir haber başlığı: “Büyük sinagogda üç din iftar açtı”. İftar açılmaz, oruç açılır. Misallerle anlatalım;
“Henüz iftar etmedim”. “Oruçlarını zeytinle açtılar.” (11 Haziran)
İbrahim Güdüm/Çağlayan Kökkılınç: Spor sayfasında “İyi ki doğdun Gözgöz” başlıklı yazısında Onur Atış, “İzmir’in PTT 1. Lig’deki tek temsilcisi Göztepe” ifadesini kullanmıştır. Oysa 1923’ten beri birçok şampiyonluklar ve başarılar kazanmış Altınordu da İzmir’in 1. Lig’deki temsilcisi. (15 Haziran)
Gizem Bayram: “Komiser yardımcılarının mezuniyeti” haberinde bayan komiserin fotoğrafını photoshop ile oynayarak dudaklarını dolgunlaştırıp bayan memuru seks objesi olarak gösteren yayın politikanızı bayan olarak kınıyorum.
NOT: Kadın okurun itirazı haksız. Fotoğraflarda photoshop yoktu; Anadolu Ajansı’ndan aynen alınmıştı.
Mehmet Göktürk: İnternette “Kadın öğretmene herkesin ortasında dayak” haberinde mağdurların adları verilmesine karşın dayak atanların soyadları gizlenmiş. Bunu niçin yapıyorsunuz? Niye isimleri vermiyorsunuz?
Mete Durdağ/Mustafa Boz: Türkiye-Belçika Milli Kadın Voleybol karşılaşmasının sonucunu dahi gazetede ve internette vermediniz. Kızlarımız her seti müthiş bir mücadele ile geçen karşılaşmayı 3-0 kazandı. Bilhassa kadın sporcularımızın başarılarının görmezden gelinmesi üzücü. (11 Haziran)
Dağhan Irak: Türkiye’de yabancı-gayrimüslim olmanın zorluğunu, internette “Saldırıya uğrayan plakçı Koreli çıktı” başlığı konulmasının hedef gösterme yerine geçebileceğini bilmiyor musunuz? Neden saldırgan yerine mağdur kurcalanıyor?
NOT: Saldırganların araştırılması gerek ama mağdurun Koreli olması da haber. Ancak haber, basılı gazetedeki gibi mağduru koruyan ve şiddete karşı çıkan bir dille yazılmalıydı.
Ahmet Kanık: Datça’da ikamet ediyorum. Hürriyet oldukça geç geliyor. Hal böyle iken “Bil Bul Özel” ekinizde ödüller ilk çözen 10-20 kişiye veriliyor. Bu da Datça’dan kimsenin ödül kazanmaya niyet bile etmemesi anlamına geliyor.
NOT: Yaz sezonu nedeniyle ek hat açıldı; gazete Datça’ya daha erken gidecek.
Selçuk Arman: Her gün Gökhan Gönül haberi görmekten bıktım. Geçen yıl da Emenike’ye sarmıştınız. Bu habercilik konusunda sizden beni soğutan bir neden olacak böyle giderse. Diğer sitelerde bu kadar abartmıyorlar.