İlgi çeken bu yazı dizisine tıp dünyası ve okurlardan çok sayıda eleştiri geldi. Aslına bakarsanız bilim insanlarının ve hekimlerin bitkisel tedavi önerilerine tepki göstermesi son derece doğal. Geleneksel tıp ile alternatif tıp arasında bitmez tükenmez bir çekişme yaşanıyor dünyada. Ancak tüm itirazlara rağmen alternatif tıp da büyük bir sektör haline gelmiş durumda. Alternatif tıbbı tartışmak, yararı veya zararı tamamen ayrı bir konu.
Ama bu diziye yöneltilen eleştirilerdeki bir nokta Okur Temsilcisi olarak benim için dikkat çekiciydi. Okurlardan Yıldırım Söğüt, “Bu şahıs ekonomist, fakat profesör deyince tıp profesörü sanılıyor” diyordu. Özgür Hekimler Platformu adına Op. Dr. İbrahim Sözen ile Prof. Dr. Pelin Güneri ve Doç. Dr. Teoman Kadıoğlu da Maranki’nin tıp ile ilgisi olmadığını vurguluyorlardı. Çocuk Alerji ve Astım Akademisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Ülker Öneş ise Maranki’nin “tıp doktoru gibi yazılar yazdığını ama astım ile ilgili önerdiği bitkisel yöntemin bazı hastalarını astım krizine soktuğunu” yazıyordu. Tıp insanları bu eleştirilerinde haklıydı. Gerçekten dizide Maranki ve uzmanlığı hakkında okura yeterli bilgi verilmiyordu. Üstelik “Prof. Dr.” diye sunulunca da Maranki’nin bir tıp doktoru olduğu izlenimi doğuyordu. Oysa Maranki, tıp ile ilgili hiçbir eğitim almamış. O bir ekonomist. 1993’te Bakü Üniversitesi’nde ders vermiş, ekonomiyle ilgili kitaplar yazmış. “Kozmik bilim” ve “şifalı bitkilere” sonradan merak sarmış.
Ayrıca dizinin ilk günlerinde “Sipariş Hattı” telefon ve elektronik posta adresinin verilmesi de sorunluydu. Bu anons sonradan kaldırıldı, yerine bir uyarı notu konuldu: “Hastalıkları tedavi etmek, Tababet Kanunu’na göre sadece hekimlerimizin görevidir. Bu bilgiler tavsiye niteliğindedir.”
Bu not bir eksikliği giderdi, ama okurların çoğu, en azından başka kaynaklardan kontrol etmeyenler Maranki’yi hâlâ hekim sanıyordur. Bu eksikliği de gidermek zorundayız.
Hediye telefon ve etik
CENGİZ Semercioğlu, Londra Olimpiyatları öncesinde düzenlenen koşuda, Türkiye’yi temsil eden 12 “meşale taşıyıcısı”ndan biriydi. Semercioğlu, 18 Haziran’da York’ta yapılan koşuya katıldı, izlenimlerini de Kelebek’teki köşesinde yazdı.
Fakat Semercioğlu’nun gezinin ardından yazdıkları arasında asıl yankı yaratanı, 27 Haziran’da çıkan “Bana iPhone’u bıraktıran telefon” başlıklı olanıydı. Bu yazıda Samsung’un çıkardığı yeni cep telefonunu anlatıyordu:
“Bilen bilir, ben deli bir iPhone’cuyum. Çıktığı günden beri tüm modellerini kullandım. Bir dönem çok beğendiğim Blackberry’ye yıllardır elimi sürmüyorum. iPhone’u bitirecek, iPhone’a ciddi rakip olacak diye denediğim pek çok telefon da hayal kırıklığı yarattı bende. İtiraf edeyim Samsung Galaxy S3 için de ilk başta aynı şeyi düşündüm. Üç gün kullanır vazgeçerim dedim. Fena halde yanılmışım. Yüzde 37 daha büyük ekran (iPhone’dan daha ince olduğu için taşıması zor değil), önemli miktarda yüksek ekran çözünürlüğü...”
Bu yazıdan sonra sosyal medya ve haber portalları hareketlendi. Okurlardan da bana eleştiri mesajları geldi. Çünkü İngiltere’deki “Meşale koşusu”, Samsung Electronics sponsorluğunda düzenlenmiş, koşuya katılanlara da basın toplantısı sonrasında yeni model birer cep telefonu hediye edilmişti. Okurlarımızdan Serkan Güneysu, bu konuda “Yazarınız, İngiltere’ye davet edildi 4 gün. Dönüşte de 2200 liralık telefon hediye edildi. Şimdi köşesinde hediyesi karşılığı güzelleme yapıyor” eleştirisinde bulunuyordu. Bu eleştiri ve iddiayı Semercioğlu’na aktardım. Özetle “Bana test etmem için neredeyse her yeni telefon gelir. Ben de bu tür karşılaştırmaları yıllardır yazarım” yanıtını verdi. Arşivi taradım, haklıydı. Daha önce de benzer yazılar yazmıştı. Örneğin, 11 Ağustos 2009 tarihli yazısı da “N97, iPhone’a karşı” idi; o yazıda da “iPhone ve Blackberry Bold’u bir kenara bıraktım, Nokia N97 modelini kullanıyorum bir süredir” diyordu. Ne yazık ki, Okur Temsilcisi olarak Hürriyet Yayın İlkeleri’nin dördüncü maddesini hatırlatmakla yükümlüyüm: “Yayına konu edilen veya edilmesi düşünülen kişilerden veya kurumlardan meslek etik ve geleneklerine aykırı hiçbir hediye veya ayrıcalık kabul edilemez.” Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi de gazetecilerin yayınlarla ilgili “hediye ve maddi menfaati reddetmesi” gerektiğini vurguluyor. Gazetecilik deneyimlerinin imbiğinden süzülüp gelmiş bu ilkelerin sözünü ettiğim metinlerde yer alması boşuna değil. Bir gazeteci, yazdığı bir konuyla ilgili olarak hediye alıyor, maddi çıkar sağlıyorsa aradaki ilişkinin niteliği gazeteci-haber kaynağı ilişkisi olmaktan çıkar. Piyasa ekonomisi koşullarında bir firmanın karşılık beklemeden “hediye” etmesi de söz konusu olamaz. Sorun şu, o cep telefonları Semercioğlu’na test ettiği için mi gönderiliyordu, yoksa gazetede yazıp tanıttığı için mi? Hem de uzmanlık alanı magazin olmasına rağmen...
Sevindiren rapor
“MEDYADA nefret söylemi”nin izlenmesi Hrant Dink Vakfı’nın yürüttüğü etkili çalışmalardan biri. Proje ekibi, yerel ve ulusal medyayı izliyor ve bulguları dörder aylık raporlar halinde yayınlıyor. Ocak-Nisan 2012 İzleme Raporu’nda, bulgular şöyle özetlendi: “2012 yılının ilk dört ayını oluşturan bu dönemde özellikle dikkat çeken nokta, nefret söylemi kapsamında değerlendirilen içeriklerdeki niceliksel artıştır. 2011 raporlarında, nefret söylemi tespit edilen içeriklerin sayısı 50’nin altında kalırken, son dönemde bu sayı dramatik bir yükselişle 115’i bulmuştur. Nefret söyleminin hedef aldığı gruplardaki çeşitlenme ise bir önceki döneme benzer biçimde devam etmiştir. Bu dönemde hedef alınan grupların sayısında artış gözlenmemiş, yine 17 farklı grup, nefret söyleminin hedefinde yer almıştır. İncelenen dört aylık dönemde, nefret söylemi tespit edilen içeriklerin çoğunluğu ulusal basında yer almıştır. Analiz kapsamında değerlendirilen içeriklerin yüzde 80’ini 12 farklı ulusal gazetede yayınlanan haber ve köşe yazıları oluşturmaktadır. Nefret söylemine en fazla rastlanan ulusal gazeteler Yeni Mesaj, Yeni Akit, Yeniçağ, Anayurt, Milli Gazete ve Ortadoğu olmuştur.” Bu raporun Hürriyet açısından sevindirici olan yanı, nefret söylemi içeren bir tek haber ya da yazıya rastlanmamış olması...
Okurdan kısa kısa
A. Timur Türkan: 30 Haziran günlü gazetedeki başlık, “VEDAŞ Müdürü’nü yılan soktu”. Maalesef bu hata yıllardır devam eder. Yılanlar sokmaz, “ısırır”. Yılanlar dişleriyle ısırırlar, dişin içindeki kanal yardımıyla zehri avına boşaltır.
Sinem Karacı: Spor sayfasından bir başlık: “Kızım dar ağacını duymadın mı?” 3 Temmuz’daki bu haberde üç kez “dar ağacı” yazılmış. Word programı Türkçesine esir olmayın lütfen. O sözcük, hepimizin bildiği gibi “darağacı”.
Ahmet Şenkal: Sapanca Gölü’nde Türkiye Kürek Şampiyonası yapıldı, Galatasaray şampiyon oldu. Hürriyet’te konu tek satırla olsun yer almadı. Bir branşın Türkiye Şampiyonası gazetenizde nasıl yer almaz?
NOT: Şampiyona ile ilgili haber Hürriyet internette 1 Temmuz’da verildi. Ertesi gün gazetede olmaması ise eksiklikti.
H. Fehmi Ovalı: 4 Temmuz, sayfa 18: “Koyun kırpmaya yasak.” Sayfanın üçte birini kapsayan haber. Küçükbaş hayvan yetiştiricilerde “kırkım” diye bir olay vardır. Bu sadece Doğu-Güneydoğu’ya ait bir işlev değildir. Benim oturduğum İzmir Menderes - Özdere beldesinde şu günlerde kırkım şölenleri var. Ama kırpma derseniz o yok! Çünkü göz kırpılır, keçi koyun ise kırkılır!