Polis cephesinden yazmanın sakıncası

2dk okuma

Gazetecİnİn görevi, her bilgiyi hiçbir kontrole tabi tutmadan, sorgulamadan okuyucusuna aktarmak değildir” diye hatırlatıyordu Deniz Durmaz adlı okur. Ardından geçen hafta Hürriyet’te çıkan iki haberi eleştiriyordu:

Haberin Devamı

20 Ocak’ta ‘Resmi araçta 20 kiloluk sır’ başlıklı haberinizle, bir hâkim ve savcının, uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını; 21 Ocak’taki ‘DHKP-C’yi onunla vurdular’ başlıklı haberinizle de Çağdaş Hukukçular Derneği avukatlarının tutuklandığı soruşturmanın, Sabancı suikasti faillerinden Fehriye Erdal’a ait harddisklerden elde edilen bilgilerle yapıldığını öğrendik.

HSYK’nın şüphelileri aklayan açıklamasını ve DHKP-C operasyonundaki hukuksuzlukları ise gazetemizden öğrenme imkânımız olmadı. Son yıllarda polis ve yargı yoluyla kişiler üzerinde oluşturulan baskının artık bunlara karşı çıkan avukatlara yönelmiş olması görmezden gelinemez.”

DHKP-C
operasyonunun Fehriye Erdal’a ait harddisklerin incelemesine dayanarak başlatıldığı haberi aynı gün Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde de vardı. Hürriyet’te de o gazetelerdeki gibi açık bir kaynak belirtilmemişti. Polis soruşturmasına dayanan haber, operasyonda tutuklanan avukatları da zan altında bırakıyordu. Suçlanan tarafın görüşleri, savunması habere yansımamıştı. Oysa ÇHD’li avukatları kapsaması nedeniyle son derece tartışmalı bir operasyon söz konusu. Nitekim Hürriyet yazarı Sedat Ergin, “Avukat tutuklamanın ufukta beliren maliyeti” başlıklı yazısında AİHM kararlarından alıntılar yaparak, avukat tutuklamalarının “adalet kavramının içini boşalttığını” vurguladı. Radikal’de yazan Ahmet İnsel de “Türkiye’de kolluk gücünün sahip olduğu fiili aşırı güç sayesinde, hedef aldığı kişi ve gruplarla ilgili tüm soruşturma ve davayı büyük ölçüde belirlediğini demokratik hukuk mücadelesi veren hukukçular yıllardır dile getiriyor” diye yazdı. İnsel, bu yazısında ÇHD’nin tutuklanan başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın mektubuna da yer verdi. Sadece yazarlar değil, gazetelerde bu operasyona yönelik birçok eleştirel haber ve açıklama da yayımlandı. Ortada böyle bir tablo varken gelişmelere polis cephesinden bakan bir haber vermek sakıncalı. Üstelik “söyleyen” belli olmadığı için sorumluluğu gazeteye ve gazeteciye ait olan, doğruluğu da şüpheli bilgiler bunlar. Son zamanlarda her polis soruşturmasında yığınla “bilgi”, “belge” uçuşuyor; ama sonra onların çok azının doğru olduğu anlaşılıyor. Ne yazık ki, suçlanan suçlandığıyla kalıyor.
Bakalım bu haberdeki iddialar dava aşamasında doğrulanacak mı?

Töhmet altında bırakmamalıyız

Haberin Devamı

ÖNCELİKLE belirteyim, Van Başkale Adli Emaneti’ndeki uyuşturucuları Ankara’ya nakleden aracı Kırşehir’de polisin arama yapması, 20 kilo fazla olduğuna dair tutanak tutması elbette haber. Nitekim aynı haber, 21 Ocak’ta Star ve Yeni Şafak gazetelerinde de çıktı. Ancak sadece polisten alınan bilgilerle yetinmek yerine Başkale Adliyesi tarafından da araştırılarak öykü geliştirilebilirdi. Ayrıca Başkale’de görev yapan hâkim ve savcının suçlandığı bu haberle ilgili HSYK açıklamasının ertesi günkü gazetede yer almaması eksiklikti. HSYK, 20 kiloluk farkın Kırşehir’de uyuşturucuların mühürlü çuvallar ve torbalarla birlikte tartılmasından kaynaklandığını tespit etmişti. İlk haberde bu hâkim ve savcının açık adlarının yerine rumuz kullanılmış olsa da o insanları töhmet altında bırakıp sonraki gelişmeleri görmezden gelmek gazeteciliğe sığmaz. Hem o haberde rumuz kullanılması da komik olmuş, isimler de gizlenememiş. Başkale’de adının ilk harfleri E.B olan kaç hâkim olabilir ki? Ya da adının harfleri V.Ç. olan kaç savcı?

Haberin Devamı

Tatlıses vakasında gazetecilik

Haberin Devamı

SANATÇI İbrahim Tatlıses’e düzenlenen suikast girişimi ile ilgili haber, 14 Mart 2012’de Hürriyet’te, “Tatlıses’i vurdular” başlığıyla verilmişti. Haberin spotunda, “Saldırıda uzun namlulu silah kullanılması PKK şüphelerini doğurdu” deniyor, benzer bir cümle haberin içinde de tekrarlanıyordu. Saldırı ile ilgili olarak Abdullah Uçmak ve adamlarının yakalanmasının ardından Tuğrul Coşkulu adlı bir okurumuzdan elektronik bir ileti gelmişti: “Hani İbrahim Tatlıses’in vurulmasında PKK şüphesi vardı? Bugün ne çıktı gördünüz. İlk haberinizde ‘Saldırıda uzun namlulu silah kullanılması PKK şüphelerini doğurdu’ demiştiniz. Uzun namlulu silahı sadece PKK kullanıyor gibi bir mantıktan hareketle hiçbir bilgiye dayanmadan nasıl böyle yazarsınız? Yakalananların haberini verirken o haberi hatırlayıp yüzünüz kızardı mı acaba?”

Okurun da belirttiği gibi, haberde saldırıyı PKK’nın düzenlediği konusunda somut bir veri yoktu, haber resmi bir açıklamaya da dayanmıyordu. Ancak polis kaynaklı bu haberler, Hürriyet dışındaki gazetelerde yaygın olarak devam etti sonraki günlerde. Çetenin şefi konumundaki Abdullah Uçmak da ifadesinde, “Benim PKK’yla işim olmaz” diyerek reddetse de iddianamede de bu bağlantıya yer verilince okurun eleştirisini bir yana koyup, sislerin kalkmasını bekledim.
PKK meselesi geçen ay, savcı Seyfettin Atıcı’nın esas hakkındaki görüşünü açıklamasıyla aydınlığa kavuştu. Atıcı, “PKK terör örgütü adına Tatlıses’in öldürülmesi için görüşme ve para pazarlığı yapıldığı, bu konuda para transferinde bulunulduğuna ilişkin somut deliller bulunmadığı”nı belirtti.

Şimdi geriye dönüp, o haberleri değerlendirebiliriz. Demek ki, saldırıda kullanılan silaha dayanarak tahmini haber yazmak doğru değildi. PKK terörü yöntem olarak kullanan bir örgüt olabilir, ama gazeteci hiçbir olayda “olağan şüpheli” gözüyle haber yazamaz. Elbette iddianamede yazılanlar haber; ama iddianame çıkmadan polis fısıltılarıyla yazmak da yanıltıyor maalesef. En iyisi bu tür çetrefil olaylarda biraz soğukkanlı davranıp emin olmadığımız, çift kaynaktan doğrulamadığımız unsurları habere taşımamak. Yanlış haber vermektense bırakalım o unsurlar eksik olsun.

 

Haberle ilgili daha fazlası: