Neredeyse bütün gazetelerde çıkan haberlere göre, bulundukları odadaki mikrofonların kapalı olduğunu zanneden Obama ve Sarkozy, İsrail Başbakanı Netanyahu’yu çekiştirmiş; basın toplantısında çeviri kulaklıklarını erken alan gazeteciler de bu konuşmayı “tesadüfen” duymuştu. Sonra bu gazeteciler, kendi aralarında anlaşmış, biraz da Elysee Sarayı’nı kızdırmamak için konuşmayı yayınlamama kararı almışlardı. Fakat bir internet sitesi yazınca, olay ortaya çıkmıştı.
HÜRRİYET İZLEDİ
Okur Temsilcisi olarak, hem gazetecilerin aralarında anlaşıp duyduklarını haber yapmamaları, hem de Sarkozy’nin danışmanının gazetecilerden olayı yazmamalarını istemesi dikkatimi çekti. Geçmişte Türkiye’de de “mikrofon kazaları” yaşandığı için konuyu etik açıdan tartışmaya değer buldum. Olayın ayrıntılarını, bu basın toplantısını izleyen Hürriyet Paris Temsilcisi Arzu Çakır Morin’e sordum. O da kısa bir perde arkası araştırmasından sonra bilgi verdi bana. Meğer gazeteciler, konuşmayı pek de öyle tesadüfen duymamışlar:
“Obama ve Sarkozy kapalı toplantıdayken, birkaç gazeteci salona erkenden giriyor. Protokol Servisi teknisyenleri gazetecilere çeviri aletlerini veriyorlar, ancak kulaklıkları vermiyorlar. Gazeteciler nedenini sorunca hayatlarının hatasını yaparak, ‘Çünkü içerdeki kapalı toplantının çevirilerini duyarsınız. Kulaklıkları toplantı bitince veririz’ diyorlar.
Bunu duyan hangi gazeteci kendini dinlemekten alıkoyabilir? Altı gazeteci kendi cep telefonlarının kulaklıklarını çeviri aletine takarak konuşmayı dinliyorlar. Obama-Sarkozy görüşmesinin son üç dakikasına şahit oluyorlar!
Sarkozy, ‘Netanyahu bir yalancı. Artık onu görmeye dayanamıyorum’ diyor. Obama da ‘Bir de beni düşün, her gün onunla muhatap olmak durumundayım’ diye cevap veriyor. Sonra görüşme bitiyor ve liderler salona geliyor.
Gazeteciler birbirleriyle konuşarak duyduklarını doğruluyorlar. Ancak haberi dürüst olmadığına inandıkları bir yoldan aldıklarını düşündükleri için hem etik kaygılarla, hem teknisyenleri zor durumda bırakmamak ve Elysee ile arayı bozmamak için yazmama kararı alıyorlar. Olayı duyan Elysee Sarayı basın görevlileri bu altı gazeteciden bu bilgiyi yazmamalarını istiyor.
Ancak kulaktan kulağa yayılan olaydan Le Monde’un Elysee muhabiri Arnaud Leparmentier blogunda yazdığı G-20 kulisinde tek cümleyle söz etti. Ardından France 5 televizyonunun başarılı politik programı ‘Arret sur İmages’ olayı ayrıntılarıyla duyurunca iki liderin Netanyahu hakkındaki gerçek duyguları da bütün dünyaya yayıldı.
Ben bu görüşmede ihtiyacım olmadığı için kulaklık almadım ve toplantıya erken gitmek gibi bir lüksüm yoktu. Ama eğer altı gazeteciden birisi ben olsaydım gazetemi arar, durumu anlatır, tetikte beklerdim. Böyle bir şey kesinlikle gizli kalmazdı.”
Obama-Sarkozy vakasında gazetecilik açısından oldukça tartışmalı noktalar var. Bir olayın haber yapılabilmesi için öncelikle bilginin tümüyle gazetecilik yöntemleriyle elde edilmiş olması gerek. Fakat etik yöntemlerle elde edilmesi de yetmez, yayınlanabilmesi için haber değeri taşıması ve özel hayat alanına tecavüzü içermemesi de önem taşır.
Cannes’daki gazeteciler, daha önce Türkiye’de Kemal Unakıtan’ın YÖK Başkanıyla ilgili konuşmasında olduğu gibi, Obama ve Sarkozy’nin konuşmalarını açık unutulan bir mikrondan duymuş değiller. Uyarılmalarına rağmen kapalı bir toplantıyı kendi kulaklıklarını takarak dinliyorlar. Tabii burada bir sorun var. Gazetecilikten çok “casusluk” tarzı bir yöntem sözkonusu. Etik dışı bir yöntemle elde edildiği için de bu bilginin yayınlanmaması doğal.
Fakat işin bir de “haber değeri” tarafı var üzerinde durulması gereken. Obama ve Sarkozy’nin, Netanyahu’ya “yalancı” demelerinin neredeyse bütün dünyayı ilgilendirdiği, dolayısıyla haber değeri taşıdığı kesin. Ayrıca bu konuşmalar, o liderlerin özel alanlarıyla ilgili de değil.
BİLGİNİN CAZİBESİ Mİ
Müthiş bir gazetecilik ikilemi var burada. Etik mi, yoksa bilginin cazibesi mi? Aslında isimlerden soyutlayarak, konuya teorik olarak baksak bu bilginin hiçbir şekilde yayınlanmaması gerek diyebiliriz.
Ama sözlerin sahipleri ile muhatabının önemi ve bilginin içeriği görmezden gelmenizi engeller. Örneğin, orada Obama ve Sarkozy “İran’a gelecek ay müdahale edelim” deseydi, bilginin cazibesi galebe çalmaz mıydı? Ya da o sözlerin sahibi Obama ve Sarkozy değil de diyelim bir sanatçı, bir bilim adamı olsaydı gazeteciler o bilgiyi yok hükmünde sayar mıydı?
Bence bu vakadaki ikilem, en kolay ve en doğru biçimde basın toplantısı sırasında liderlere sorularak çözülebilirdi. Gazeteciler doğrulatmak için sorardı, liderler yalanlasa bile o sözleriyle birlikte haberleştirirlerdi bütün bildiklerini. Böylece onca handikap yaşanması önlenirdi.
Fakat Obama ve Sarkozy söz konusu olunca bir cesaret sorunu ortaya çıktığı belli. Çünkü yayınlamama gerekçelerinden biri, Sarkozy’yi kızdırmamak! Zaten danışmanları da yayınlanmaması için devreye girmiş, gazetecileri uyarmış!
Bu da bizi siyasi iktidar-medya ilişkilerine getiriyor. Demokraside güçler dengesi iktidar lehine bozulunca medya geri adım atmak zorunda kalıyor maalesef.
Okurdan kısa kısa
Neşet Kocabıyıkoğlu: Ünlü Amerikalı boksör Joe Frazier hayatını kaybettiği zaman gazetenizin 9 Kasım 2011 tarihli sayısında bir haber çıktı. Bu haberde Frazier’in “Smokin Joe” olarak tanındığı yazıyor. Bu İngilizce yazımda, anlam bakımından önemli bir kesme işareti eksik. Bu haberi okuyanın aklına gelen ilk cevap Frazier’ın hep smokinle dolaşıyor olması nedeniyle böyle anıldığını düşünmek olacaktır. Oysa Frazier’in lakabı “Smokin’ Joe”dur ve bunun smokin giymek ile hiç ilgisi yoktur. New York Times gazetesi bu haberi verirken, Frazier’ın otobiyografisinde bu lakabı ona ilk çalıştırıcısı Yank Durham’ın verdiğini yazıyor. Durham soyunma odasında maça çıkmaya hazırlanan Frazier’e şunu demeyi adet haline getirmişti: “...git oraya ve şu eldivenlerden duman çıkmasını sağla”. Yani “Smokin’ Joe” lakabı eldivenlerinden “Duman Çıkartan Joe” anlamına geliyor. New York Times okuyucuları doğrusunu bilirken, neden Hürriyet okuyucuları yanlış şeyler öğrensin? İçime sinmedi ve size yazmak istedim.
İlhan Demirer: 13 Kasım 2011 tarihli gazetenizin 42. sayfasındaki tarih: 13 Kasım 2011 Cuma. 43. sayfasındaki tarih: 13 Kasım 2011 Pazar. Bu ilk olmuyor. Bu teknolojide bu hataları Hürriyet gibi senelerin gazetesi yapmamalı.
Turabi Çelik: Bugünkü (18 Kasım) Basın şehitleri kurultayı haberinizde tarih hatası var. Bu kurultayın 2-3-4 Kasım’da yapılacağını yazmışsınız. O günleri geçtiğimize göre herhalde bu kurultay 2-3-4 Aralık’ta yapılacak!
Not: Anka Ajansı mahrecini taşıyan bu haberdeki tarih hatası ajans kaynaklı. Ancak haber gazeteye konulurken de
hata aynı şekilde kalmış.