Prof. Dr. Atilla Çetin imzasıyla yayımlanan yazıda, 24 Nisan öncesi gelişmeler, “Ermenilerin dünya çapında yaptıkları azgınlıklar” olarak tanımlanıyor; 1915’teki katliamlar ve tehcir anlatılırken de Ermeniler “hain” olarak nitelendiriliyordu.
Uzun yıllardır birlikte çalıştığımız ve meslek büyüğüm olan Yalçın Bayer’in, Ermenilere düşmanlık içinde olmadığını, olamayacağını da yakından biliyorum.
Fakat eleştirinin konusu Yalçın Bayer’in kişiliği ve gazeteciliği değil; Prof. Dr. Çetin’den aktardığı yazıdaki ifadeler ve yazının başlığı. Çetin’e göre, “azgınlık” ve “hainlik” yapanlar kimler? Ermeni politikacılar, diyaspora, Taşnak çeteler ya da milisler mi? Hayır, Ermeni ulusunun tümü için kullanılıyor bu tanımlamalar. Böylece Ermeni ulusunun bütün bireyleri, sırf ulusal kimliklerinden ötürü etiketlenmiş, aşağılanmış ve suçlu ilan edilmiş oluyor.
“Türkler” ve “Ermeniler”, yani biz ve onlar ayrımcılığı üzerinden Ermeniler ötekileştiriliyor; bir ulus kimliği düşmanlaştırılıyor. “Nefret söylemi” de zaten “Kişi ya da gruba, cinsiyeti, etnik kökeni, dini, ırkı, engeli ya da cinsel yönelimi üzerinden saldıran, olumsuzluk yükleyen ifadeler” olarak tanımlanıyor. Böyle bir yazının Hürriyet’te yer bulması, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin’i de rahatsız etti. Ergin, 25 Ağustos 2014’te, Hürriyet’in genel yayın yönetmenliği görevini devralırken yaptığı konuşmada “Nefret söylemi bu gazetenin kapısından içeri girmemelidir” taahhüdünde bulunmuş bir gazete yöneticisi.
Ergin, bu yazıdan sonra gazetenin muhtelif kademeleriyle bu konuyu değerlendirdi. Ayrıca geçen 24 Nisan Cuma sabahı gazetenin geniş katılımlı sabah toplantısında da nefret söylemi konusundaki görüşlerini ayrıntılı bir şekilde anlatarak, editörlerin daha dikkatli ve özenli olmalarını istedi.
Tepkiler üzerine Prof. Dr. Çetin ise Bayer’e yeni bir yazı göndererek, “Kimseyi üzmek, kırmak istemem. Artık tarih üzerine bir kelime yazmayacağım” açıklaması yaptı.
Ertuğrul Özkök’ün, cumartesi günkü yazısı da bu tartışmalara denk düştü. Özkök yazısında, bir Ermeni genç kızın taşıdığı posteri eleştiriyordu. Posterde, Hitler’in bıyığı ve kâkülünün arasına 1939, yanında Türkleri simgeleyen bir fes ve bıyığın arasına da 1915 yazılmıştı.
Özkök, “Bu postere itirazım var kardeşim. Hem de 21. yüzyılda yaşayan bir Türk olarak öfkeli bir itirazım var” diyor, nedenini şöyle açıklıyordu:
“Bu afiş diyor ki... 1945’te, milyonlarca Yahudi’nin öldürülmesinden sorumlu ‘Sadece Hitler’dir.’ 1915’te ise Ermenilerin öldürülmesinden sorumlu ‘bir halk’, yani ‘Türkler’. Bu ‘Yahudileri Hitler, Ermenileri Türkler’ sloganı hiç olmadı. Madem yaratıcılığınız var, denklemin ikinci tarafına, o trajedinin sorumlusu kimse onu simgeleyen bir figür bulun, onu koyun.”
Özkök itiraz etmekte haklı. Osmanlı’nın 1915’teki yöneticilerinin fiillerinden dolayı neden bütün Türkler suçlu olsun? Bu büyük bir haksızlık. Ama aynı şekilde “Ermenilerin azgınlığı gına getirdi” demek, o dönemde yaşayan bütün Ermenileri kategorik olarak “hain” ilan etmek de çok büyük haksızlık. Her ikisi de nefret söyleminin ta kendisi...
Demek ki, size yapıldığında rahatsızlık duyduğunuz kategorileştirmeyi siz de başkalarına yapmayacaksınız.
Yalçın Bayer’in eleştirilere yanıtı
PEŞİNEN şunu söylemeliyim. Ben ne bir Ermeni düşmanıyım ne de faşist ve ırkçıyım. Ben doğduğumda kapı komşumuz, Dikran Dişlioğlu amcalar vardı; O yaşlarda Türk komşularımızı hatırlamıyorum bile. Onlar daha sonra Yeşilköy’e göç ettiler; bir çocuğu Robert Kolej’de okurken, velisi babamdı. Sonra Kanada’ya gitti. Anne ve babalarıyla akraba gibi bir ilişkimiz vardı; acı tatlı günlerimizde. Yaşamım boyunca birçok Ermeni dostum oldu; bunların başında da Rafi Portakal vardır.
Bu yazıya bu kadar tepki geleceğini hiç ummadım; geçmişte Ermeni görüşlerini aktardığımda dahi bu kadar “Türk” tepkisi almamıştım.
Bir tarih hocası olan Prof. Dr. Atilla Çetin bu konuların uzmanıdır. Bana göre, yazısı dengelidir; özetle her soruna değinmektedir. “Ermeni de Türk’ü katletti, kesti; Türk de Ermeni’yi katletti, kesti. Ermenilerin en büyük hatası şudur; hiçbir devlet, savaş halinde iken düşmanla işbirliği yapan, yaşadığı ülkeyi arkadan vuran tebaasını affetmez” cümlelerini kim inkâr edebilir? Tarihi gerçekleri kimse örtemez.
Eğer yazının başlığında “Diyaspora gına getirdi” deseydim, peşin hükümlü tepkiler bu kadar olmazdı. Ben kendimi biliyorum; yineliyorum, Ermeni düşmanı değilim; hiç de olmadım. Zaten gazeteci hiç kimsenin “düşmanı” değildir. Ermenilerin tümünü suçlamak gibi bir düşüncem de olamaz.
Böyle dış güçler tarafından Türkiye’nin baskı altına alınmaya çalışıldığı bir dönemde bu kadarcık eleştiriye de tahammül etmek gerekiyor.
Okurdan kısa kısa
Zekeriya Cesur/ Necla Şen/ Gökçe Diykan: Bugünkü (19 Nisan) pazar ekindeki “Kalp krizi geçirdiğinizi nasıl anlarsınız” haberinde hemşirelik gibi bir mesleği cinsel obje olarak kullanmanızı kınıyorum. Vamp kadın, hizmetçi ve Kızılhaç üçlüsünden oluşan bir hemşire resmi nasıl denetimden geçti? Demek ki sizin hemşireye bakışınız böyle. Özür dilemelisiniz.
Alkan Esin: 15 Nisan’da spor sayfasında; “Madrid derbisinde sessizlik” haberinde gol yerine “fol” yazıyor. Efes-Real Madrid maçı 20.00 yazıyor, maç 22.00’de. “Darısı perşembeye” yazısında “... Joric’ten geldi” yazıyor. Zoric olacak. Dakika skor bölümünde 43-52’den sonra 30-23’e geri dönmüş. Dk 33’te “Kenan’dan üst üste üçlükler geldi” yazıyor. 1 tane üçlük attı.
Turan Yokuş: “15 kişi öldü suçlu yok” haberinde ilk sayfada “dava açıldı” diyorsunuz ama haber farklı. Kamu görevlilerinin yargılanmasına izin verilmediği için soruşturma kapanmış, dava açılamamış. (15 Nisan)
Not: Spottaki bu hata şehir baskılarında düzeltilmiş.
Erdal İmrek: 20 Nisan’da “Giresun gazı” başlıklı haberin spotunda “Terörist mezarına ziyaret kenti savaş alanına çevirdi” denilmiş. “Kenti savaş alanına çeviren” mezar ziyaretçileri mi, onlara saldıranlarla polisin çatışması mı?
Orhan Kılıç: İnternetteki “Barış için kürek çekiyorlar” haberinde sabırla 19 sayfa açtım. Fotoğraftaki iki kişinin kimlikleri, ne zaman yola çıkacakları gibi bilgiler yoktu. 16. karede, montlarının arkasındaki yazıdan Çanakkale Zaferi’nin 100. yılı anısına İstanbul’dan Çanakkale’ye gideceklerini öğrenebildim.
A. Feridun Gündoğdu: Bu konuda yazmaktan bıkmayacağım. Son olarak 20 Nisan’da Kelebek’in 1. sayfa sağ ve sol üst köşede, 2. sayfanın ortasında ve 6. sayfada ve 21 Nisan’da da bazı yazarlarınız tarafından S... adlı kulüple ilgili bombardımana tabi tutulduk. Artık bu konu kabak tadı verdi.
C. Kenarlı: 17 Nisan’da ekonomide yer alan “Parsel Parsel Satılık Gölet” haberinde olmayan bir belediye var gibi bir başlık atılmıştır. Bahçeşehir Belediyesi bulunmuyor. Başakşehir Belediyesi ile karıştırılmış.
İrfan Sarp: “Çanakkale’nin ‘derin hayaleti” haberinde, AE2 isimli Avustralya denizaltısının, 1915’te top ateşiyle yara alınca, komutanının Marmara’da Karaburun açıklarında batırdığı bilgisi yer alıyordu. Benim bildiğim Karaburun, bir İzmir Körfezi girişinde; bir de Karadeniz sahilinde var. (23 Nisan)
Not: Okur haklı. Denizaltının battığı yer Karaburun değil, Karabiga açıkları.