Sonuç (!) alana dek de peşini bırakmayacakları anlaşılıyor. Bu olay, Akmerkez’de bebek odası önünde çekilen fotoğrafların, 26 Kasım’da Sabah’ın magazin eki Günaydın’da yayımlanmasıyla magazin gündemine düştü. 1 Aralık’ta, Hürriyet’in magazin eki Kelebek’te çıkan Londra’daki buluşma fotoğraflarıyla da sansasyon balonuna dönüştü. Kelebek’teki Londra fotoğraflarının parayla satın alındığı iddiasının internette ve sosyal medyada ortaya atılması üzerine inceledim iki haberi de. İlk dikkatimi çeken, hem Günaydın’da hem de Kelebek’in haberinde zaman kavramına yer verilmemesiydi. Her gazeteci, mesleğimizin alfabesi olan “5N1K” kuralını bilir. Bu kurala göre, “Ne zaman?” sorusunun yanıtı haberin olmazsa olmazıdır. O bakımdan haberlerde zaman belirtilmemesi şaşırtıcıydı. Günaydın’ın özel bir nedeni olduğu, Asena Erkin’in “O fotoğraflar, dört ay önce çekilmişti” sözleriyle anlaşıldı. Günaydın’ın Yayın Koordinatörü Sinan Özedincik, gazetesinin internet sitesindeki söyleşide, o fotoğrafları çekildikten sonra beklettiklerini doğruladı; Berkay’ın “Yok öyle bir fotoğraf, çünkü böyle bir ilişki yok” diye konuşması üzerine yayımlama kararı aldıklarını açıkladı. Tartışmalı bir gazetecilik tarzı bu. Bildiğim kadarıyla gazeteci cephane biriktirmez...
MagazİNde Hoşgörü
Kelebek’in Londra fotoğraflarının ne zaman çekildiğinin yazılmamasının nedenini arkadaşlara sordum. Zaman belirtilmemesinin “unutulmasından kaynaklandığı” yanıtını verdiler. Fotoğrafların satın alındığı iddiası için de sadece “Yayın İlkeleri’ne aykırı bir durum olmadığını” söylemekle yetindiler. Londra fotoğraflarına para ödenip ödenmemesi bir yana Doğan Medya Yayın İlkeleri’nde parayla fotoğraf ya da bilgi alınmasını engelleyen bir madde yok. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde de, “Gazeteci belge veya görüntü sağlamak amacıyla, bir suçla ilgili sanık, tanık veya onların yakınlarına para teklif etmemeli ve vermemelidir” deniyor. Görüldüğü gibi tek sınırlama yargı süreçleriyle ilgili. Zaten dünya medyasında yargıdaki olayların taraflarına para ödenmemesi konusunda neredeyse bir görüş birliği var. Tabii İngiltere’de seri katil Rosemary West’e cinayet sırları için binlerce sterlin ödenmesi, ABD’de ünlü O.J. Simpson davasında paralı tanıklıklar gibi onlarca örneğin ardından gelindi bu noktaya. Magazin ünlüleriyle ilgili bilgi ve görüntülere para ödenmesi konusunda genelde daha esnek tavır alınıyor. Ama bunun okuyucudan gizlenmemesi ilkesi benimseniyor. Örneğin Avustralya’da Etik İzleme Komitesi, “Medya kuruluşları okuyucularını yapılan ödemelerden haberdar etmelidir” diyor. Buradan “Londra fotoğrafları”na döneyim. O fotoğrafları yayımlamak elbette editoryal takdir konusu. Ama imzasız, mahreçsiz yayımlanan o fotoğrafların ne zaman çekildiğinin ve kaynağının belirtilmesi, mahreç konulması, parayla alındıysa da okura açıklanması gerekliydi. Çünkü okurun bilme hakkı her şeyin önünde tutulmalı. Hem gazetecilik şeffaf ve okur denetimine açık bir meslektir.
Bozulma rİskİ
1912’de New York Times’ın, Titanik gemisinin telsiz operatörüne bin dolar ödeyerek görüşmesiyle gündeme gelen, İngiltere’de tabloid gazetelerin yaygınlaştırdığı ve “Çek defteri gazeteciliği” denen parayla veri satın alınması yöntemine karşı katı yaklaşımlar da var dünyada. Örneğin İsviçre Basın Konseyi, tümüyle karşı parayla haber yapmaya: “Haber kaynağına para ödemek meslek kurallarının dışına çıkar ve sadece enformasyonun serbest dolaşımını değil, içeriğin bozulma riskini de taşıdığından, kural olarak kabul edilebilir değildir. İstisnası kamu çıkarının olduğu durumlardır.” “İçeriğin bozulması riski”nden kasıt, insanların para ya da kin ve şöhret gibi kişisel hesaplar nedeniyle yalan söyleme olasılığı. Bu çok haklı bir endişe. Kaldı ki, parayla alınan bilgilerin kontrolü gazetecilik olanakları dışındadır çoğu kez. Başka bir sakınca da suçlulara para verilmesinin suçun ödüllendirilmesi sonucunu doğurması. Fakat bence “Çek defteri gazeteciliği”nin en önemli sakıncası, editoryal alanın masumiyetini yitirmesi, haberi parayla alınan bir meta haline getirmesi.
Artık bu tür gazeteciliği açıkça tartışmakta yarar var. Türkiye’de adliyeler ve kimi kamu kuruluşlarında küçük bahşişlerle süregiden paralı habercilik, özel televizyonların kurulmasıyla birlikte büyük miktarlarda paralarla yapılmaya başlanmadı mı? M. Ali Ağca’ya para ödeyip onu ödüllendiren ya da ekrana çıkması için para ödenen bakanları görmedik mi?
Kadınlar fark edildi
HÜRRİYET Spor Servisi’nin “Seyircisiz maç” demekten vazgeçme kararı, Yeni Asır’ın Genel Yayın Yönetmeni Şebnem Bursalı’yı mutlu etmiş. Türkiye’deki iki kadın gazete genel yayın yönetmeninden biri olan Bursalı, mail göndererek duygularını aktardı:
“Yeni Asır’da, kadın ve çocukların gittiği maçlara ‘seyircisiz maç’ ifadesini kullanmama uygulamasını dört yıl önce başlatmıştım. Türk basınında sadece Yeni Asır’da süren bu konuyu Hürriyet’in de fark etmesi beni ziyadesiyle mutlu etti. Dil, pek çok önyargının en kuvvetli vurgusu ve devamını sağlar. Bu yüzden, önce haberin dilinde bu önyargı ve vurguları kaldırmalıyız ki zihniyet değişsin. Bugüne kadar ısrarla kullanılan ‘seyircisiz maç’ ifadesi, kadın ve çocukların dolaylı olarak ‘hiç’leştirilmesidir. Bu ‘hiç’leştirmeye dur diyen herkese ve her kuruma, bir kadın olarak teşekkür ederim.”
Hürriyet’in bu kararıyla ilgili gelişmeler Bursalı’nın teşekkürüyle sınırlı kalmadı. Fenerbahçe’nin, Akhisar Belediyespor ile oynadığı maç hakkındaki haberlerde sadece Milliyet ve Yeni Şafak, “seyircisiz maç cezası” yazdı. Diğer gazeteler, Hürriyet’in tavrına destek vermişti. Bu farkındalığın oluşması gazetecilik ve kadınlar adına sevindirici.
JİTEM sürprizi
“JİTEM sürprizi” manşetinin yayımlandığı gün meslektaşımız Ertuğrul Mavioğlu, Twitter’dan bu haberin bir gün önce Özgür Gündem’de yayımlandığı uyarısında bulundu. Ertesi gün de Özgür Gündem, Hürriyet’in kendi haberlerini kaynak göstermeden kullandığı eleştirisini yöneltti. 7 Aralık’ta Özgür Gündem’in birinci sayfasında “JİTEM Okulu” başlığıyla bir haber çıkmıştı. Hürriyet, İŞKUR yetkilileriyle görüşerek haberi geliştirmişti. Elbette üzerinde çalışılması kaynak gösterme zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Nitekim haberi kaleme alan Erdinç Çelikkan da kaynak gösterilmesi gerekliliğini kabul ediyordu; eleştirilere de üzülmüştü. “Haberde en çok dikkat etmemiz gereken ‘kaynak gösterme’ konusunu sanırım gözden kaçırdık.” Bu haberdeki yanlış, nerede yayımlanmış olursa olsun kaynak göstermeyi unutmamak gerektiğini bir kez daha hatırlatmış oldu.
Antalya’nın itirazı
AİLE hekimlerinin eylemlerinin Hürriyet’te haber olmamasına dönük okur eleştirilerini yazmıştım geçen hafta. Hürriyet Antalya Bölge Temsilcisi Hayri Dizerkonca’dan haklı bir itiraz geldi: “Köşenizde, okurumuz Sedat Kiraz’dan gelen sitemi okudum. Aile hekimlerinin yurt genelinde yaptığı protesto eyleminin, Hürriyet’te yer almadığından yakınıyordu. Oysa biz Akdeniz Eki’nde, 5 Aralık günü ‘eylemi’ manşete taşıdık. Antalya Aile Hekimleri Derneği Yönetim Kurulu adına ANTAHED Başkanı Alp Karan da bize teşekkür etti. Kısacası, Hürriyet sadece İstanbul’da değil, yurdun dört bir yanında okuyucusunun ‘gözü’, ‘kulağı’, ‘sesi’ oluyor. Bundan şüphe duyulmasın.”