Biliyorsunuz burada köşe yazılarına ilişkin görüşlerinizi değerlendirmek mümkün olmuyor. En tutkulu mesajlarınız, şu ya da bu Hürriyet yazarının ya bir yazısı ya da genel duruşu konusunda oluşturuluyor. Sözünü ettiğim ’tutku’ zaman zaman ölçüsü kaçmış olumsuzluklar içerse de, okunduğundan ve gerek duyulursa size geri gönderildiğinden emin olabilirsiniz; ama dedim ya, köşe yazıları ile ilgili görüşlerinizi burada değerlendirmek söz konusu olmuyor, olmayacak.
Peki neden? Bu soru, geçtiğimiz aylarda çok kez yöneltildi ve ben soruyu yönelten kişilere gönderdiğim kişisel mesajlarda durumu açıkladım. Ama sanırım nedenleri, bu köşede okurların tümü ile bir kez daha paylaşmakta yarar var.
Sizler Hürriyet’i bilgilenmek için alıyorsunuz. Bir yandan dünyada ve Türkiye’de neler olup bittiğini öğreniyorsunuz, diğer yandan bu olayları, Hürriyet yazarlarının perspektiflerinden izliyorsunuz. Belki seviyorsunuz, belki öfkeleniyorsunuz ama o köşeleri okumayı sürdürüyorsunuz. O köşeler, sizin de olaylarla ilgili görüşlerinizi oluşturmanıza yardımcı oluyor.
Hálá ’peki neden’ diye sorduğunuzu duyar gibiyim? Şundan. Tanım gereği köşe yazıları kamuoyunu etkilemek için yazılır. Köşe yazarlarının genellikle yaşama dair güçlü duruşları vardır; bu duruşlar farklı konularda öne çıkabilir. Bir düşünün; en çok etkilendiğiniz yazıyı ya da yazıları anımsayın. Göreceksiniz ki, ya bir ağır eleştirinin, ya da ağır bir övgünün yer aldığı bir yazı, sizi etkilemiş, belleğinizde yer etmiştir. O yazıda okuduklarınız bir süreliğine dünyaya bakışınızı etkilemiştir. Olup bitenleri özetleyen kısa bir cümle, kaçınılmaz olarak okurlardan bazılarını çok sevindirecek, bazılarını da çok öfkelendirecek etkiler yaratır. Ve bu nedenle de köşe yazısı ve köşe yazarı okuru düşünce açısından ayaklandırdığında başarılı demektir.
Yazar bu işlevi yerine getirebilsin diye bağımsızdır. Genel Yayın Müdürü karışmaz. Okur Temsilcisi’nin görevi ise gelen tepkileri ilgili yazara iletmekle sınırlıdır.
Yalnızca Türkiye’ye ya da Hürriyet’e özgü bir uygulama değil bu. Amerika’nın önde gelen gazetelerinden Washington Post’un Okur Temsilcisi Deborah Howell bu haftaki yazısını şöyle tamamlamış bakın: "Okuyuculara hatırlatma. Fikir yazıları benim alanıma girmez ve aralarında Okur Temsicisi’nin de bulunduğu köşe yazarlarının çoğu istediklerini yazma konusunda geniş bir özgürlüğe sahiptir."
’Dikkat’ diyen okurlar
GÖNDERDİĞİNİZ mesajlarda zaman zaman çok basit bazı hatalara da işaret ediyorsunuz. Bu hataların nedenleri muhtelif ama emin olun önemli bölümü kasıtlı değil.
İşte birkaç örnek:
Ben Türkçe’yi Hürriyet ile öğrendim diyen Serpil Doğanay, "’Antalya’da evine gitmek üzere minibüsten inen 16 yaşındaki kuaför çırağı Kadir D., motosikletli bir kişinin şırıngalı saldırısına uğradı. Şırıngayı boyun bölgesine saplayıp kaçan zanlı izini kaybettirirken, hastaneye kaldırılan D......’ya enjekte edilen zehirli madde inceleniyor.’ Şizofrenik gencin ismi ne yazık ki olduğu gibi yazılmış. Yaşı itibari ile hoş değil. Biraz daha dikkatli olunmalı" diyor.
Doğanay’ın bu eleştirisine katılmamak mümkün mü?
Ali Kapıkıran da spor haberleri ile ilgili bir örnek veriyor: "Merhaba, 25 Eylül tarihli spor sayfanızdan bir örnek: Kasımpaşa’nın, İstanbul BB Spor’un maçları haber yapılmış ama Malatyaspor’un maçı ile ilgili haber yok (Antalya’da). Benim sorum şu: Kasımpaşa’nın veya İstanbul BB Spor’un Türkiye’nin her yerinde yaşayan taraftarı çok mu fazla, veya bu takımları tüm futbolseverler izliyorlarda Malatyaspor kimsenin umrunda mı değil? Örneğin Antalya’da Malatyaspor taraftarı 100 kişiyse bir kuruluş takımı olan İstanbul BB Spor’un taraftarı tahminimce 1 kişidir."
Baskı zamanlamaları yüzünden bazen bu tür sorunlar yaşanıyor. Yani, bir maçın bitiş saati, bir bölgeye giden gazetelerin baskı saatinden sonraya rastlıyorsa, maç söz konusu bölge takımının maçı olsa bile sonuç gazetede yer bulamayabiliyor. Sorunun özü budur. Kış aylarında maçlar biraz daha erken başlayınca şikayetlerin artmaması için önlemler de alınıyor.
Benzer bir eleştiri de Almanya’dan Hüsnü Önkol’dan geldi: "Gazetenin Avrupa baskılarını şiddetle kınıyorum. Çünkü birinci lig harici hiçbir Türkiye futbol liginden haber vermediğiniz gibi bu maçların sonuçlarını dahi yazmıyorsunuz. Şimdi size soruyorum, bu uygulamayı vatanımızda yapsanız o gazeteyi spor sayfasını okumak için alan bir kişiye iki gün sonra satabilir misiniz?"
Cevap Ali Kapıkıran’ın mesajına verilen cevap ile aynı.
Suçlu ayağa kalk
BANA dönük eleştirileri buraya almaktan kaçınmadığımı, bu köşenin düzenli okurları anımsayacaktır.
Bazen kapandığını sandığım bir konu dönüp dolaşır gelir ve beni yeniden bulur. Bu kez de öyle oldu.
Geçen hafta TESEV tarafından yapılan ve sonuçları kasım başında açıklanacak olan türban araştırmasına gelen okur tepkilerini yansıtmıştım. Görüşlerine yer verdiğim Aysun Torun şu hayli ağır mesajı gönderdi: "Bugün yazdığınız yazıda benim mailime yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim ancak keşke kendi anladığınız ya da anlamak istediğiniz ya da yansıtmak istediğiniz gibi değil de benim anlattığımı aktarsaydınız. Sanırım türban haberinize gelen hiçbir olumlu mesaj yoktu ki, benim tamamen kinayeli bir şekilde ve sizi eleştirerek yazdığım maili gazeteye sanki olumlu bir şeyler yazmışım gibi aktardınız. Art niyetle düşünmeyip sizin mesajımı yanlış anladığınızı farz ediyorum ancak okuduğu maili anlayamayan biri nasıl okur temsilcisi olur gerçekten düşündürücü. Size olan güvenimi tamamen sıfırladığınız için de ayrıca teşekkürler."
Okurlarla zaman zaman böyle anlaşmazlıklar olur. Ve okurlar aynı Torun’un yaptığı gibi öfkeli mesajlar gönderirler, ama okur her zaman haklı mıdır?
Ben geçen hafta türban araştırmasına gelen tepkilere değinirken, Torun ve bir diğer okurun araştırmayı, "türbanlıların sayısı azalmıyor, artıyor" diye, adını koymadan "laik" perspektifden reddettiklerini, bir diğer okurun ise yine "türbanlıların sayısı azalmıyor, artıyor" diye, ama bu kez tam karşıt bir perspektifden aynı araştırmayı reddettiğini yazmıştım. Yani, algılamalar, birbirine zıt iki görüşün, bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarını aynı gerekçelerle reddetmesine yol açabiliyordu.
Yazdıklarımda, okurların tepkilerine dair olumlu ya da olumsuz bir değerlendirme yoktu; olamazdı da. Yalnızca Hürriyet’in ezber bozan haberler yapabilmesine atıf vardı.
Açıkçası Aysun Torun’un neye kızdığını anlamadım; ama tepkisini sizlerle paylaşmayı da yerinde gördüm.
Merak etmeyin; gönderdiğiniz mesajları okuyup, anlayabiliyorum.