Konya’da olup bitenin ardından

1dk okuma

BU, zor bir yazı, çünkü her kafadan bir sesin çıktığı, körlerin fili tarifi gibi, olup bitmiş bir olayın birbiriyle çelişen farklı açıklamaları ile tozun dumana karıştığı günlerdeyiz.

Konumuz, Hürriyet’in önceki pazar günü, yani 17 Aralık 2006 günkü manşetinde yer alan haber: "Testis diye çekmediler." Uğur Dündar imzalı haberin spotunda, "Konya’da tesettürlü iki kadın doktor, testisleri şişen 17 yaşındaki gencin ultrasonunu çekmedi. Ameliyat geciktiği için gencin bir testisi alındı" deniyor. Türkiye’de, son zamanlarda, bundan daha çok konuşulan üç cümle yoktu sanırım.Olay oldu mu, olduysa böyle mi oldu, nedenleri neydi tartışmaları arasında, Hürriyet "yalan haber" yapmakla suçlandı. Bu arada, haberlerde kullanılan sözcükler de, kişinin nesebine göre başkalaştı; kelimelerin canlanması bu olsa gerek.
Örneğin, Mikail Oruç, "Hürriyet gazetesi olarak manşetten haber vereceksin yalan yanlış... Sonra haberin yalanlandığını yayınlamayacaksın. Ayıp, gerçekten ayıp" diyor. Bu değerlendirme en hafifi. Çok daha ağırları var. Tartışma kültürümüz, derin küfürleşmeleri de içerir; bilirsiniz. Özellikle anonim internet mesajlaşmasının arkasına sığınan küfürlerin bini, hep, bir para.Haberin doğruluğunu vurgulayan birçok mesaj da aldım.Devlet hastanelerinde çalışan ve adının verilmesini istemeyen hekimler, bu tür ayrımcı uygulamaların varlığından özellikle dertliydi. Yani bu madalyonun da iki yüzü vardı.Şimdi...Haberin dayandığı bir rapor var. Bu raporu yazan, söz konusu hastanenin uzman doktorlarından biri. Oradan iki alıntı yapıyorum: "Fakat aşağıda bayan radyolog olması sebebiyle çekilemedi" ve "Yine bayan radyolog olması dolayısıyla yine çekilemedi." Raporda bu ifadelerin olmadığını kimse söyleyemiyor. Yani devlet hastanesinin resmi kayıtlarına girmiş, her konudaki raporuna, o güne dek hep güvenilen bir uzman doktorun kullandığı sözcükler bunlar. Haberin içinde de, "İddiaya göre, tesettürlü radyoloji uzmanı Dr. Kezban Arıbağ hastanın ultrasonunu çekmek istemedi" deniyor. Raporda, yeni öğrendiğimiz terim ile "icapçı doktor orada olmadığı için" denmiyor, kadının kibarcası ile "bayan radyolog olmadığı için" deniyor; iki kez hem de. Uzman doktor kısaca ne demek istiyor? "Ben gereken ultrasonu, hasta erkek, doktorlar ise kadın olduğu için çektiremedim." Eleştirilen ikinci konu ise, Hürriyet’in iç sayfada attığı başlık. "Tesettür faciası." Söz konusu kadın doktorların çalışmaya türban yasağı nedeniyle, perukla geldikleri sonraki günlerde anlaşıldı. Fotoğrafları 21 Aralık 2006’da yayımlandı. Hürriyet, ne haberin içinde, ne de başlıkta türban sözcüğünü kullanıyor; tesettür diyor. Peki bu kadın doktorlar türbanlı mı? Hayır; en azından hastanede değiller. Tesettürlüler mi? Evet; hastaneye perukla geliyorlar. O zaman tesettür ifadesinin kullanılması, ne yanlış, ne de saptırma amaçlı. Hürriyet’in "yalan haber" yaptığı iddialarının doğru olması için, bir devlet hastanesinin, üstelik de AKP’li olduğunu milletvekili adaylığı ile kanıtlamış bir uzman doktorunun, kayıtlara girmiş resmi raporunun hiç olmaması gerekir. Oysa o rapor, o ifadelerle, Konya Numune Hastanesi arşivinde duruyor.Ancak, haberin dayandığı raporda ad geçmemesine rağmen, haberde kadın doktorların adlarının yayımlanmasının, süren tartışmaların odak noktasında olduğunu da unutmamak gerek. Tedavi edilmeyen gencin, daha sonra, adı geçen kadın doktorlardan birini tanımadığını söylemesi, haberi eleştirilere açık hale getiriyor."Hasar sınırlamak" için gaza basan sağlık bürokrasisinin "O gün icapçı olmadıkları için ultrasonu çekmediler" şeklindeki açıklaması, aslında, kabahat kadar büyük bir özür. Hastanedeki "bayan" radyologlar gereken tıbbi işlemi, tesettürlü oldukları için değil icapçı olmadıkları için yapmadılarsa ve tedavi gecikerek uygulandıysa, Türkiye’de sağlık sistemi, kaynak değil, ciddi bir yönetim sorunu ile karşı karşıya demektir. Bu açıklama, devlet hastanelerinde "Hipokrat yemininin" değil, "mesai saatlerinin" geçerli olduğunu düşündürür ki, bu da iyi bir şey değildir.O nedenle, bu olayı, kamunun sağlık yönetiminin temelli bir eleştirisi olarak tüm boyutlarıyla araştırarak sunmak yerine, tek bir boyutunu öne çıkarttığı için Hürriyet’in eleştirilebileceğini düşünüyorum. Şu ya da bu nedenle, Konya’da bir sağlık rezaleti yaşandığına göre, haber, ağırlıklı olarak böyle işlenebilir ve Hürriyet, "yalanlandı, yalanlanmadı" tartışmalarının dışında kalabilirdi.Kelebek haberine açıklamaHÜRRİYET’in Kelebek ekinde geçen cuma günü yayımlanan bir haberde, Kral TV’de müzik kliplerini sunan VJ’lerin baskı altına alındığı, bir VJ’nin çay ocağında görevlendirildiği belirtiliyordu. Bu aslında bir "haber" değil, Kelebek yazarlarından Onur Baştürk’ün "Kral’ın memur VJ’leri" başlıklı yazısının bir bölümü. Biliyorsunuz, köşe yazıları Okur Temsilcisi’nin alanına girmiyor ancak bu yazının bir bölümü, habere dönüşüp, Kelebek’in manşeti olduğu için tepkileri değerlendirmek mümkün oluyor.Baştürk, Kelebek’in manşetine giren yazısında, "VJ’lere, ’Sabah dokuz- akşam altı çalışacaksınız’ denilmeye başlanmış. İtiraz edene de, ’Siz TMSF memurusunuz’ diye yanıt verilmiş. Ve kapı gösterilmiş. Malum Kral TV ortada kaldı, yani kimseye satılmadı, hálá TMSF’de kanal. Bu yüzden VJ’lere köle muamelesi yapıldığı epeydir söylentiler arasındaydı. Ama iş artık söylentileri aştı, mesela en son VJ Yonca’ya, ’Sen kahve pişirebilir misin?’ denmiş ve çay ocağında çalışması istenmiş. Kızcağız birkaç kez kahve yapıp sinir krizi geçirince suya düşmüş Kral’cıların bu düşünceleri."Kral Medya Grup Başkanı Yüksel Evsen, bu haber üzerine uzun bir açıklama yazısı gönderdi. Bu yazı, sorunu kişiselleştiren bir üslupla kaleme alındığı için, ancak çok seçici davranarak, Evsen’in habere ilişkin eleştirilerini aşağıda özetliyorum: "Kelebek ekinin manşetinde yer alan haberle Hürriyet Gazetesi yıpratılmış, uydurma bir haber manşete taşınmıştır. Kral TV’de ne ben, ne de alt yöneticilerin hiçbirinin VJ’ler için böyle bir talebi olmamıştır. VJ’lerden asıl işleri olan sunuculuk dışında hiçbir görev talep edilmemiştir." Evsen, cevap yazısında, Baştürk’ün iddialarının Doğan Yayın İlkeleri’ne aykırı olduğunu da vurguluyordu.Baştürk’ün yazısında kaynak göstermemesi ve söylentileri aktardığına işaret eden miş’li, müş’lü cümleleri, iddialarını kuşkusuz zayıflatıyor. Ancak Kelebek’i hazırlayan Hürriyet Magazin Müdürü Selim Akçin, bu iddialar karşısında şunları söyledi:"Kral TV’nin değişen yayın çizgisi sonrasında, hem halen kanalda çalışan hem de eski VJ’lerinden çok sayıda şikayet geldi. Çalışanların işlerinden olmaması için bu iddia sahiplerinin isimlerini yayınlayamıyoruz. Bugünkü Kelebek’te de kanalın eski bir VJ’inin, Kral TV’nin garip uygulamalarıyla ilgili açıklamaları yer alıyor. TMSF yönetimindeki medya kuruluşlarında ’sabah 9-akşam 6’ mesaisinin oturtulmaya çalışılması bilinen bir gerçektir. Yine geçmişte TMSF’nin yönettiği kanallarda, çalışanlara ’arşivdeki binlerce filmin adını ve bilgilerini, elle, tek tek kağıda yazmak’ gibi garip ceza sistemleri uygulanmıştır. Onur Baştürk’ün yazısında miş’li, müş’lü bir dil, VJ’leri olası baskılardan ve atılmalardan kurtarmak için bilerek kullanılmıştır."

<ımg>

Haberle ilgili daha fazlası: