Medya, kaza yapan şirketlerin adlarını yayınlamaktan vazgeçene kadar da sürdü bu perdeleme faaliyeti. Uzun zamandır sorgulanmayan, artık bir alışkanlığa dönüşen, trafik kazalarında firma adlarının yazılmaması uygulaması, İlhami Akkum adlı okurumuzun dikkatini çekmiş. 13 Haziran’da çıkan “Uykuyla gelen facia” başlıklı haberi bu açıdan eleştiriyordu: “Kütahya’da sürücünün direksiyon kontrolünü yitirdiği bir seyahat firmasına ait otobüs.’ Bu ifade altı kişinin öldüğü trafik kazasıyla ilgili haberinizden alınmıştır. Hangi şirkettir bu kazayı yapan? Korkmayın, açıklayın.”
Akkum’a, bütün medyanın yıllardır seyahat şirketlerinin adlarını vermediğini hatırlattım. Bu sözlerime bir soruyla yanıt verdi: “Söz konusu olan bir otobüs değil de uçak olsaydı ne yapardınız?”
Haklıydı, uçak kazalarında şirketlerin adları gizlenmiyordu. Hatta haberin ilk satırlarında yer veriliyordu bu bilgiye. Öyleyse otobüs firmalarına neden böyle bir ayrıcalık tanınıyordu? Şöyle düşünelim, şirketin adı verilirse kim kazanır, kim kaybeder? Kaza yapan firmaların adlarının verilmesi piyasa kurallarının işlemesini sağlar. Firmalar otobüslerinin kazaya karışmaması konusunda daha dikkatli olmak zorunda kalır; kendi hataları olmadan kaza olursa da onun nedenlerini hedef kitlelerine açıklarlar. Otobüsleri sürekli kaza yapan firmalar kaybeder. Kaza yapan firmaların adlarının yazılmasından tüketici kazanır. İnsanlar, sürekli kaza yapan firmalar konusunda uyarılmış olur. Tıpkı Tarım Bakanlığı’nın, sağlığa aykırı katkılar olan et ürünlerini piyasaya süren firmaların adlarını teşhir etmesi uygulamasında olduğu gibi...
Biz gazetecilerin haber yazarken gözden kaçırmaması gereken temel ilke, kamu yararıdır. Kaza yapan firmaların adlarının verilmesinde de kamu yararı olduğu tartışma götürmez. Nicedir işadamlarının ve şirketlerinin başarılarını yazmakta cesur davranan kalemlerimiz, başarısızlıkları ve yanlışları konusunda da ödünsüz tavır alabilmeli.
Kaldı ki, bu firmaların isimlerinin verilmesinin önünde hukuki bir engel yok. Hatta Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 4. maddesinde “ölümlü trafik kazasına karışan otobüs işleticisinin unvanının medyada yayınlanmasının ticari itibarın ihlali sayılmayacağı” vurgulanıyor. Teşhir teşvik ediliyor yani.
Karayolu Trafik ve Yol Güvenliği Araştırma Derneği Genel Başkanı İhsan Memiş de birkaç gün önce Ulaştırma Bakanlığı’na başvurarak, kaza yapan otobüs firmalarının isimlerinin kamuoyuna duyurulmasını istedi. Onların gerekçesi de kamu yararı...
Sorgulamadan olmaz
BAŞBAKAN Erdoğan, hemen her önemli gelişmenin ardından bir eleştiri rüzgarını da medyaya doğru savuruyor. Suriye krizinde de öyle oldu. Başbakan, uçağın düşürülmesiyle ilgili sorular soran köşe yazarlarını neredeyse vatan haini ilan edecekti. “Sanki bu ülkenin insanı değil bu insanlar” demekle yetindi. O yazarlar, ne yapmışlardı da Erdoğan’ı bu kadar kızdırmışlardı? Ya da kızdırmamak için nasıl yazmaları gerekiyordu? Bu soruların yanıtları, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, gerginliğin görüşüldüğü Bakanlar Kurulu sonrasında yaptığı açıklamalarda vardı: “...Bunu herkese izah etmek, herkese ispatlamak durumunda değiliz. Biz söylüyorsak bunun doğru olduğu kabul edilir, bir.” İşte medyadan beklenen buydu. Erdoğan, Arınç söylüyorsa o mutlaka doğrudur! Hiçbir gazeteci onu sorgulamamalıdır! Aksi halde “sanki bu ülkenin insanı değil bu insanlar” sözünü hak eder! Soru sorulmayacak, hükümet sözcülerinin söyledikleri doğru kabul edilip aynen yayınlanacaksa bunun adı gazetecilik değil, “bülten servisi” olur. Biz gazetecilerin asli işlevi, iktidarın söylemlerini topluma aktarmak değil. İşimiz, insanlara olup bitenleri yorumlayabilmeleri, karar oluşturabilmeleri için bilgi sunmak. Ama Suriye krizinde hükümetin ve resmi kaynakların açıklamalarını yeterli gören bir gazetecilik anlayışı pek de bir şey yazamaz. Zira Genelkurmay, “uçağın düşmediğini Suriye’nin düşürdüğünü” olaydan 12, uluslararası ajansların duyurmasından 6 saat sonra açıklayabildi. Ayrıntılı bilgiler içermeyen ikinci açıklama ise tam bir hafta sonra geldi. Aradan 10 gün geçti ne radar görüntüleri açıklandı ne de pilotların konuşmaları. Hangi hava sahasında, nasıl düşürüldüğüne dair şüpheli bir durum var ortada. Üstelik Wall Street Journal’da bile “Suriye hava sahasında vuruldu” diye yazılmışken asıl sorgulamamak, neden, nerede, nasıl sorularının peşine düşmemek, bu ülkeye zarar verir. Hem kör uçuşun nereye varacağı belli olmaz.
Pembe tablo anketi
KELEBEK’te, “Bir pembe tablo anketi” ara başlığı altında 14 Mayıs’ta şöyle yazmıştı Onur Baştürk: “Türkiye’deki genç internet kullanıcılarının eğilimleri belirlenmiş. Belirleyen de bir anket. Alternatif Bilişim Derneği’nin bir anketi. Fakat anketteki pembe tablo hiç de inandırıcı değil.” Araştırmaya adres gösterilen Alternatif Bilişim Derneği’nin başkanı Ali Rıza Keleş, bu bilgiye itiraz etti, yanlışlığın düzeltilmesini istedi: “Sözü geçen anket, Avrupa Komisyonu tarafından yurttaşlık ve yönetişim teması altında 2006-2009 yılları arasında ‘Civicweb:İnternet, gençlik ve sivil/politik katılım’ başlıklı bir araştırma kapsamında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın Türkiye ayağı ise Bilgi Üniversitesi tarafından yürütülmüştür. Ne araştırmayı yürüten bilim insanları ne de derneğimiz anketin ortaya çıkardıklarını, pembe bir tablo olarak değerlendirmemektedir. Aksine TBMM Bilişim Araştırma Komisyonu’na yaptığımız sunumda belirttiğimiz gibi, Türkiye’de internet kullanımı hem düşük hem de niteliksizdir.”
Kayseri Şeker davası
KAYSERİ Şeker Fabrikası’ndaki yolsuzluk davası sanıklarından Vedat Ali Özışık, duruşmada “Tutuklanacağımı, bir yemekte Tarım Bakanlığı Hukuk Müşaviri Erdal Celal Sumaytaoğlu söyledi” demişti. Özışık’ın bu iddiası, 24 Haziran’da, “Mahkeme zarfında savcıya rüşvet” başlıklı haberde yayınlandı. Bu iddiayı reddeden Sumaytaoğlu ise soruşturmayı başlattığı ve bu konuda açılan bütün davaları hukuk müşaviri olarak takip ettiği için Özışık’ın kendisine karşı “iftiralarda bulunduğu” yanıtını verdi. Sumaytaoğlu, “Söz konusu kişi ile haberde yer aldığı gibi herhangi bir görüşme asla olmamıştır” açıklaması yaptı.
Okurdan kısa kısa
Alihan Ereörnek/Alinur Uğurpakkan: “Ülkesini kana bulayan Esad ateşle oynuyor!” Bu nasıl başlıktır? Halka haber vermek yerine taraf olup savaş kışkırtıcılığı yapmaktır bunun adı. Gazetenizi kınıyorum.
İmran Pekkay: 24 Haziran’da Hürriyet Ege İlavesi’nde 15. sayfadaki “Gizli cennet Karina” yazısında 85 km olarak yazılmış ama orası İzmir’den 145 km uzaktadır.
Nezih Akkutay: Spordan dertliyim. İspanya’nın Fransa’yı 2-0 yendiği maçta golleri Xabi Alonso attı. Birinci sayfada Xavi yazıyor. İkisi ayrı oyuncular. Gazi Koşusunun saati başlıkta 17.15, haber içinde 15.15. İngiltere-Ukrayna maçı TV ekranı köşesinde İtaya-Ukrayna diye yazıldı.
Suphi Bediz: Futbol dışındaki spor branşlarının medyada yeteri kadar yer almadığı bir gerçek. Ancak bugün (27 Haziran) Helsinki’de Avrupa Atletizm Şampiyonası başlıyor ve gazetenizde konu ile ilgili tek satırlık, evet tek satırlık dahi olsa haber yok. Pardon, sadece Spor Ekranı köşesinde yazılmış!
Orhan Candan: 28 Haziran’da Kelebek’te, ikinci sayfada “Bakan Okka’da” deyip, Abdülkadir Aksu’yu devlet bakanı ilan etmişsiniz. Aksu, bakanlıktan ayrılalı yaklaşık beş yıl oldu. Partide genel başkan yardımcısı.