Tartışmaların gazetecilik etiğine katkıda bulunabilmesi için kavramın tanımı, kökeni ve içeriğini araştırdım. “Kamu yararı”, 1789 Fransız Devrimi sonrasında “ortak iyilik” kavramına tepki olarak doğmuş. O dönemden itibaren de Fransa’da kamu hukukuna girmiş. Ne olduğunu tanımlamak yerine “Yasaların kamu yararını ifade ettiği” ilkesi benimsenmiş.
Aynı anlayış, halen Türkiye’deki hukuk sisteminde de hâkim. Anayasa ve yasalarda “kamu yararı”nın tanımını yapmak yerine neyin kamu yararı taşıdığı, hangi durumlarda kamu yararı olduğunun belirtilmesi yoluna gidiliyor.
Yasaları “kamu yararı” ile eşdeğer gören bu yaklaşımın gazetecilikte geçerli olmayacağı aşikâr. Evrensel gazetecilikte “o ülkede yaşayan herkesin ortak çıkarı” olarak algılanıyor “kamu yararı”.
Aslında yöntem hukuk ile benzerlik taşıyor. Gazetecilikte de genel bir tanım yapmak yerine kamu yararı taşıyan durumların sıralanması yoluna gidiliyor. En yetkin örneklerden biri BBC’nin ‘Yayın İlkeleri’. “Aşağıdakilerin yapılması kamu yararınadır” denilerek şu maddeler sıralanıyor:
1- Bir suçun ifşa edilmesi ya da ortaya çıkarılması,
2- Ciddi antisosyal davranışların ifşası,
3- Yolsuzluk ya da adaletsizliklerin ifşası,
4- Ciddi yetersizlik ya da ihmalin açıklanması,
5- Halk sağlığı ve güvenliğinin korunması,
6- Bir birey ya da kurum tarafından yapılan bir açıklama ya da eylemin halkı yanıltmasını önlemek,
7- Kamuyu ilgilendiren konularda insanların çok daha bilinçli karar vermesine yarayan bilgilerin açıklanması,
8- İfade özgürlüğünün kendi de kamu yararınadır. Neyin kamu yararına olduğuna karar verirken, zaten herkese açık olan ya da açıklanmak üzere olan bilgileri de göz önünde tutmamız gerekir.
Ülkemizde ise tüm gazetecilerin anayasası haline gelen Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde daha sınırlı bir yaklaşım sergileniyor. “Büyük bir suç yahut yolsuzluk, toplumu kötü etkileyici bir tutum, toplumun güvenliği veya sağlığının korunması, halkın yanıltılması veya yanlış yapmasının engellenmesi” kamu yararı olan durumlar olarak belirleniyor bildirgede.
Görüldüğü gibi, kamu yararının çerçevesi çizilirken ne devletin çıkarı gözetiliyor ne de yasalara işaret ediliyor. Devletten ve yasalardan bağımsız olarak “toplumdaki herkesin ortak çıkar” sağlaması amaçlanıyor ilkelerde.
Elbette pratikte tartışmalı durumlar olacaktır. O zaman da editoryal kadro, evrensel gazetecilik deneyimleri ışığında takdir edecektir “herkesin ortak çıkarını”.
AİHM’nin ‘iyi niyet’ koşulu
AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi de “kamu yararı”nın açık bir tanımını yapmıyor kararlarında. Ancak “... kamu yararını ilgilendiren bilgi ve fikirlerin açıklanması basının görevidir” diyerek, “toplumun bilgi edinme hakkı”nın bu yönde kullanılabileceğine dikkat çekiyor. (Sunday Times davası/1979)
AİHM, basının kişisel bilgileri, gizli belgeleri, hatta yargıya intikal eden konuları yayınlanmasını bile “kamu yararı” bağlamında değerlendiriyor. Ancak basının bu tür bilgi ve fikirleri yayınlarken, “yükümlülükleri ve sorumlulukları ile tutarlı bir tarzda” davranmasını istiyor. (Bergen-Norveç davası/2000)
“Kamu yararı”nın sınırlarının takdirini de gazetecilere bırakıyor AİHM. 1999’da Fressoz ve Roire-Fransa davasıyla ilgili kararda gazetecilerin takdir yetkisi kullanırken uymaları gereken koşulların da altı çiziliyor:
“... bu tür belgelerin haberin güvenilirliğini sağlamak amacıyla yayınlanıp yayınlanmayacağı kararı gazetecilere bırakılmıştır. Gazetecilerin, iyi niyetli ve olgulardan hareket ederek davranmaları ve basın kuralları ile tutarlı biçimde, güvenilir ve belirgin haber vermeleri kaydıyla, kamu yararını ilgilendiren konularda bilgi yaymaları güvence altına alınmıştır.”
Neymiş? AİHM, gizli bir belgeyi “kamu yararı” gerekçesiyle yayınlayan gazetecilerin “iyi niyetli olmasını, olgulara dayanmasını, basın kuralları ile tutarlı, güvenilir ve belirgin haber vermesini” istiyor!
Demek ki, bir haberin sadece toplumda herkesin yararına olması yeterli değil. Gazetecilerin, o haberi hazırlarken temel gazetecilik kurallarına uymaları ve salt gerçeği insanlara aktarma güdüsüyle hareket etmeleri gerekiyor. Asıl mesele misyonlar, güç odakları ve çıkar ilişkilerinden bağımsız gazetecilik yapabilmekte...
Terzi Fikri’nin son fotoğrafı
CUMARTESİ ekinde “En iyiler” sayfasında yayımlanan “10 efsane başkan” araştırması, yerel seçimler öncesinde “şehirleri şehir yapanlar”ın hatırlanması bakımından övgüye değer bir çalışmaydı. Ancak 29 Mart’taki bu sayfada Lütfi Kırdar yerine Münir Nurettin Selçuk’un fotoğrafı kullanılmıştı. Üstelik sayfadaki bu yanlış ana gazetenin ilk sayfasına da aynen yansımıştı. Yanlışı ilk fark edip uyaranlar, Rıfat Bali ve Sezer Dikmen oldu.
Sayfadaki bir eksiğe de Cumhuriyet gazetesinin eski foto muhabirlerinden ve arkadaşım Saim Tokaçoğlu dikkat çekti. Fatsa’nın sosyalist belediye başkanı Terzi Fikri’nin fotoğrafında imza yoktu. Oysa o fotoğrafı Tokaçoğlu çekmişti; öyküsünü de anlattı:
“12 Eylül öncesiydi. Demirel’in ‘Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın’ sözlerinden birkaç gün sonra askeri birliklerin Fatsa’ya operasyon yapacağını duyduk. Işık Kansu ile birlikte sabah erkenden yola çıktık. Akşama doğru Fatsa’ya vardığımızda doğruca belediyeye gittik. Fikri Sönmez makamında karşıladı. Bazı gazetelerin yaptıkları kasıtlı haberlerle Fatsa’yı hedef göstermelerinden yakındı. Terzi Fikri’yle makamında sohbet devam ederken beş kare fotoğrafını çektim. Masasındaki takvim 10 Temmuz’u gösteriyordu. Meğer bunlar, Fikri Sönmez’in son özgür fotoğrafları olacakmış. O gece sabaha karşı operasyon başladı. Terzi Fikri’yi de aldılar içeri. Yaşamı cezaevinde son buldu. Fotoğrafların bazılarını Cumhuriyet’te yayınlamıştık o günlerde. Bazılarını da 26 yıl sonra ‘Fatsa Gerçeği’ belgeselinde kullandık. Şimdi çeşitli yerlerde, hatta kitaplarda bile izinsiz kullanılıyor fotoğraflarım. Mümkün olduğu ölçüde mücadele ediyorum bunlarla.”
Aslında Hürriyet, telif ve imzalar konusunda duyarlı davranıyor, ama bu fotoğrafı çekenin bilinmemesinden kaynaklanmış eksiklik. 12 Eylül öncesinin zorlu koşullarında çekilmiş o fotoğrafa verilen emeğe saygı bakımından editörlere böylece duyurmuş olalım.
Okurdan kısa kısa
Levent Evkuran: Bin yılın Amerikan bezini başlık uğruna “ABD bezi” yapan Hürriyet için benden Pulitzer. Artıran var mı? (24 Mart)
H. Ertaş: İnternet sayfanızda dikkat çekici olsun diye “Tüm dünya şok oldu”, “Herkesin şok olduğu an”, “Öyle bir şey oldu ki”, “Bu iddia dünyayı ayağa kaldırır” gibi başlıklar atmayın lütfen. Hürriyet gibi bir gazeteye yakışmıyor.
Ahmet Atalay: Hurriyet.com.tr’de 15 ana başlık var; üçü, bilemedin dördü ciddi haber. Diğerleri yok “Öyle bir şey yaptı ki”, yok “Canlı yayında öyle bir şey dedi ki” gibi zekâmız ile alay eden, dedikodu bile olamayacak şeyler.
Gürel Çelikkanat: 1 Nisan’da ilk sayfada partilerin oy oranları listesinin altına “İl Genel Meclisi ve Büyükşehir Belediye Meclisi” yazılmış. Oysa Belediye Meclisi seçimleri büyükşehir değil, ilçeler düzeyinde. Bu nedenle “İl genel meclisi ve büyükşehirlerdeki ilçe belediye meclisleri” denilmeliydi.
E.Elçin/B. Tuncer/G. Fayat: Uzun zamandan beri Kelebek ekinizde Asena Erkin ve Berkay fotoğrafları görmekten bıktık. Onların hoşuna gidiyor olabilir ama bir müddet sonra okurları sıkmaya başlıyor.
Musa Alioğlu: Uludağ Ekonomi Zirvesi ekinde Hürriyet ailesinden yönetici hanımefendinin dışında bir tek kadının görüşü yoktu. Ekonomimizin hali bu mu veya başka kadın davet edilmedi mi? Edildiyse neden onların görüşü yoktu?