Ne dersin, biz de yüzyıl konuşulur muyuz seninle?
Talihin bir türlü dönmediği o dik yokuşlu sokaktan aşağıya doğru yuvarlanıyoruz. Can acısından duyulmuyor çığlığımız. Elini bıraksam geçmişimde kalacaksın ve ben bunu tek başıma hatırlamak istemiyorum. Elimi bırakırsan dününde kalacağım ve dün göz gözü görmez bir kalabalık. Dik yokuşlu sokaktan aşağıya, başladığımız yere doğru yuvarlanıyoruz ve birazdan hiç tanışmamış olacağız seninle.
BİR İSTANBUL HATIRASI
Piraye’nin mektuplarını yıllarca tahta bir bavulda saklaması gibi…
Afife’nin ağrılarına merhem olamayan Selahattin’in müziği gibi, söylesene biz de yüzyıl konuşulur muyuz seninle? Filmlere, şarkılara, kitaplara konu olur muyuz?
Bizden ne köy olur, ne kasaba!
Bir adım yer bile bırakmamışsın ki gidip sığınacağım. Mabet dediğim her yere tükürmüşsünüz! Kaçıp kurtuldum sandığım savaşı kaybettirmişsin! İyileşiyor dediğim yaraları kabuk kabuk soyup kanatmışsın. Dalga sesi hatıramı bile yok saymışsın! Mutluluğun şarkılarda okunmuş! Şu saatten sonra kim konuşsa bizi boğazında kalırız…
AKLIMIN KÖŞESİ
Sana bu mektubu aklımın bir köşesinden yazıyorum. Gerçi akıl da bırakmadın ya bende…
Az sonra kendi adresime göndereceğim bu mektubu diğerlerinin yanına bırakacağım. Ağzı açılmamış küfürlerimi, beni hep güzel hatırla diye derleyip toparlıyorum. Edebiyle sustu diye hafifletici bir cezayla kurtulacağım az sonra senden!
Öfkeni kustuğun hayallerimi sandığa kaldırdım. Piraye kadar sabırlı olamadığım için aşktan özür diliyorum. Dünden daha üzgün olduğumu söyleyemem ama bugünün de bir faydası olmayacak bana. Çekip gitmekle kalıp ölmek arasındaki gel gitlerim umarım sahiline vurur! Ve sen dalgasına şiirler yazdığın o denize dilerim bir özür borçlu olduğunu hatırlarsın. Hatırlamak? Senden herhangi bir şeyi hatırlamanı beklemek ne tuhaf oldu. Neyse, satır aralarıma sıkıştırdığım “ne olur geri dön!” çığlıklarımı umarım okuyamazsın. Çünkü dönme!
İkimize de son bir iyiliğin olsun, dönme!
Kendi ellerimle boğdum seninle düşlediklerimi! Bu ikimizin de asla unutamayacağı bir ihanet olacak. Güneşi siyaha boyadım. Bu kış yüzümüz hiç gülmez artık.
Sana bu mektubu aklımın beş karış havada olduğu saatlerde yazıyorum.
Dün gecenin sersemliği üzerimde, cümlelerin devrilişine çok takılma diye söylüyorum. Dinlediğim şarkılarda Afife’yi duyuyorum sanki. Sen şimdi bu mürekkep kaymasını üzerine alınacaksın ama değil. Afife’nin dinmeyen ağrılarına ağlıyorum.
Neresinde kalmıştım? Hatırladım.
Sen şimdi yolun sonundan sağa doğru döneceksin ya hani, hah, beni de bir zahmet aldığın yere bırakıver. Sonra kime sorsan gösterir zaten sana cehennemin dibini!
Mektubuma burada son verirken, yüzyıl konuşulmaz belki ama yüz yaşıma gelsem de unutmayacağım ben seni, diğerlerini de unutamadığım gibi.
Herkese selam, sana hasret…
Nazım Hikmet
Yazan: Tuğba Badal