Hiç saydınız mı? Kaç kişiye aşık oldunuz bugüne kadar? Kaçından sadece hoşlandınız? Flörtten öteye gidemediğiniz kaç tane “bi kahve içelim mi?” buluşması yaşadınız? Toplasan bir aşk eder miydi yaşadıklarınız?
GECE ONLINE OLMUŞSUN DİYEN YOK
Başımıza gelen en iyi ama ilişkilerimize çöken en kötü şey oldu sosyal medya. Bir tıkla ulaşabilirsiniz diye gün be gün bizi avucunun içine alan, hapseden, gasp eden sosyal medyaya robot muamelesi yaptık ama adam etten kemiktenmiş gibi ilişkilerimizi yönetir oldu zamanla. Çok mu üzüldün arkadaşının durumuna, gönder bir ağlayan emoji hemen anlasın ne kadar bedbaht olduğunu.
“Evet ya, bak tüm arkadaşlarım yanımdaydı bu kötü günümde. Sağ olsun hepsi ağlayan emoji bırakmış acımın altına. Harika bir sosyal çevrem var. Çok arkadaşım var benim. Sevgilim de var, daha ne olsun? Öpücüklü emoji gönderdim geçen gün, üşenmemiş bir sürü kalp emojisiyle seni seviyorum yazmış bana. Deli gibi seviyor beni deli ya. Kalplerden seni seviyorum yazmış diyorum. He, en son geçen hafta görüştük, işleri çok yoğun da bu aralar. Ama her akşam mutlaka Face-Time yapıyoruz. Aramız baya iyi yani.”
Ah be ahmaklık.
Ayrılık da sevdaya dair elbette. Her gün Cemal Süreyya’dan bir dize paylaşır, ne kadar acı çektiğimizi, bir an önce dönmesini istediğimizi yazar dururuz sosyal medya hesaplarımızdan. Eğer birkaç gün içinde anlamazsa bir konsere gideriz. Ne acısı be, ayrıldığımız için pek mesudum mesajları göndeririz. Yetmez, bütün konseri Instagram hikayemizde paylaşırız. Çok eğleniyorum, hiçbir şey canımızı sıkamaz mesajı veririz. Tamam anladık da, keşke sen de konseri izleyip tadını çıkarsaydın biraz ortamın.
Tüm bunlardan sonra bir anda durursun. Metro istasyonunda, kırmızı ışık yeşil ışığa dönerken trafikte, çubuk kraker alırken rafların önünde, hesap öderken kasada, durursun bir an. “Ne yapıyorum ben?” Hakikaten ne yapıyorsun sen?
İşte tam olarak burada başlar, yalnızlığını kabullenip, ona sahip çıkmak. Oh be hayat! Arayan soran yok, gece online olmuşsun diyen yok. Mavi tık okyanusta bir balık sanki.
"Yalnızlığına aşık olmak da bir Stockholm sendromudur. Celladına aşık olmak gibi… İyi biri değildir yalnızlık."
ÇARESİZLİK KUYUSU
Eskisi gibi yalnızlık yok artık. Onun yerine kendini değersiz hissettirme oturdu. Aynı odalarda, aynı mekanlarda birbirimize temas etmeden saatler geçirebiliyoruz. Kısa zamanda çok işler başarmaktan kasıt bu olmasa gerekti. Sorumluluk almamak, gevşek iplerle birine bağlanmak, en az çabayla onu elde etmek. Kısa yoldan zengin olmak fikriyle aynı şekilde ilişkiler yaşamayı ne zaman öğrendik biz?
Etrafımızda olan biteni fark ettiğimiz anda başlayan direnişimiz bizi kendi yalnızlığımıza itti işte. Anlamsızlıklar silsilesi özgürlüğümüzün tadını getirdi. Olan biten bu aslında. Var olan, kanıksanan hayat düzenini saçma bulduğumuz an döndük kendi dünyalarımıza. “Oh be hayat! Saatlerce kitap okumak, istediğin filmi istediğin zaman izlemek, istediğin zaman makyaj yapıp, istediğin zaman dışarı çıkmak. Bütün zamanlar benim artık. Benim ve yalnızlığımın.” dedik.
Yaşadığımız ilişkinin başarısızlığıyla dünyaya küsmek harika bir eylemdir. Aynı başarısızlıkla bir ilişki daha yaşamaktansa yalnız kalalım gitsindir. Bir süre kendinle kalmak iyidir ama. Yeniden kendine benzemeye başlamak. Bir insanın hayatlarımıza girmesiyle yarattığı değişiklikler muazzam. Onun sevdiği gibi sevmek, onun sevdiği gibi giyinmek, onun sevdiği yemekleri yemek, onun gibi, onun gibi, onun gibi… Peki ya ben gibi? Sen gibi yok işte. Emojilerden yazılmış sevgi sözcüklerinin karşılığı da yalnızlıktır.
Yalnızlığına aşık olmakla, sosyal medyada aşk yaşamak aynı şeylerdir. His yok, duygu yok, biri var ama yok. Şimdi o elinizdeki telefonları yavaşça yere bırakıp dışarı çıkın. Öpücüklü emojiyi eyleme geçirin. Yalnızlığınız çok güzeldi. Harika bir iş çıkardınız ama artık bu aşktan da vazgeçmelisiniz.
Yalnızlığın iyisi, çabuk gidenidir.
Yazan: Tuğba Badal