Tüm bu oyunculuk serüveni nasıl başladı? Kariyerin, hayatının neresinde duruyor?
Oyunculuk serüvenim aslında ilkokul öğretmenim Emine Sağlam'a dayanıyor. O okuldaki tüm tiyatro ve organizasyon işlerini yürüten kişiydi. Sürekli tüm öğrencileri sosyal faaliyetlere yönlendirirdi, hala da öyle. Klasik oyuncu cevabı olacak ama ben aşırı yaramaz ve hiperaktif bir çocuktum. Emine Hanım “Karışmayın bu çocuk konservatuvar okuyacak” dedi. Benim alakam yok, tek derdim futbolcu olmaktı. Sonra sürekli beni tiyatro kulübüne sokardı, orada oyunlar oynatırdı ve o gösterilerde yaramaz çocuğu herkes severdi. Anasınıfından liseye kadar aynı okulda, Özel Evrim Lisesi’nde okudum. Ortaokulda artık Emine öğretmen yok, baktım dersler kötü gidiyor, bayağı sınıfta kalınıyor… Ama ben hala top peşindeyim, Beşiktaş’ta, Dikilitaş’ta kulüplerde oynuyorum. Sonra sağlık sebepleri yüzünden futbol hayatım bitti. Yine okulda tiyatroya devam ettim, hala derslerle işim yok! Oyunculuğu çok sevdim sonra, bunun meslek olabilme ihtimali çok heyecan yarattı, çekici olmaya başladı. Liseye geldiğimde bazı topluluklarda profesyonel oyunlar oynamaya başlamıştım zaten. Sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tiyatro Bölümü’ne girdim. O günden beri de hayatım kariyerimin içinde!
Rahmet karakteri üstün başarıyla girdiği okulda ekonomik sebeplerle hademe olarak çalışmak zorunda kalırken, şimdi aynı okulda asistan oldu. Ailesi için hayallerinden vazgeçebilen, hem hırslı hem fedakar biri diyebiliriz. Bu bağlamda karakterle özdeşim kurduğun bir özellikten bahsedebilir miyiz?
Yani Rahmet’in koşullarında bulunmadım hiç, eğer olsaydım onun gibi fedakâr olur muydum bilemiyorum. Ama çok yüksek bir zekadan bahsediyoruz, sınava girmiyor kazanacağını bile bile, okumak yerine üniversitede hademe olarak çalışıyor. Ailesi ve yetiştiği ortamın alışkanlıklarını kırmıyor başta, bu bir vefa mıdır, delilik-dahilik arası bir durum mu, kendi akvaryumunun dışına çıktığında karşılaşacağı korkular mı, yoksa iç titreten hüzünlü bir kadercilik mi bilmiyorum. Rahmet’i işte bütün bu ihtimallerin arasında oynuyorum.
Aynı zamanda sıkı bir tiyatro tutkunusun. Hem televizyon hem sinema projelerinde de yer aldığın düşünülürse mesleğini yaparken bu üç mecra sana neler kazandırdı, senden neler götürdü?
Bir de hayatımda seslendirme var tabii. İmaj’ın kapısından gireli dokuz yıl olmuş, seslendirmeye başladığımda çocuktum! Zamanımın büyük bir kısmı da stüdyoda geçiyor. Yaratıcılığımı geliştiren bir yer stüdyo ve çok kuvvetli biçimde güvende hissediyorum kendimi. Tiyatro ölümle dans tabii, inanılmaz bir adrenalin tutkusu, uçaktan paraşütle atlamak gibi, her an risk altında olmak ve tüm sorumluluğun sende olması inanılmaz bir şey, çok keyifli. Yalnız olduğunu hissediyorsun bir an dünyada, sonra hüzünleniyorsun. Oyun komedi de olsa dram da olsa aynı duygular yeşeriyor hep. O gün oyun varsa dünya yansa pek de umurumda olmaz açıkçası. Dünyayla ve kendimle yüzleşme oluyor bir nevi. Bu sezon yoğunluktan henüz oynayamadık ama İştar Gökseven ve Faruk Barman’la oynadığımız Çıkmaz Sokak Çocukları’na çeşitli sahnelerde oynamaya devam edeceğiz. Sinema daha çok yapmak istiyorum. Bu yıl vizyona girecek bir filmimiz var: "AV", onun heyecanı var şimdi, perdede kendini görmek çok büyülü bir şey. Sinema ölümsüzlük gibi, sen öldükten sonra bile biri kalkıp seni izliyor olacak! Film çekimlerinin ilk gününden paydosa kadar böyle söylüyorum kendime: İyisi de kötüsü de unutulmayacak Yağız Can, unutma!
Dizide oynarken aynı zamanda “Çıkmaz Sokak Çocukları” oyununda da yer almak seni zorlamıyor mu? Dizi setlerinin zorlayıcı koşulları bir yana, tiyatro da emek isteyen bir çaba nihayetinde. Bu çalışma performansının sırrı nedir?
Sevmek. Çok Sevmek. Biraz daha ileri gitmek sevgide. İleri giderken geri dönememek artık. Sır değil yani, bayağı açık...
Peki, üniversite yıllarından unutamadığın bir anı var mı? Oyuncu olmak isteyen üniversiteli arkadaşlarımıza neler söylemek istersin?
Beş yılımın hiçbir gününü unutmuyorum desem ne kadar inandırıcı olur bilmiyorum ama öyle. Mimar Sinan çok güzel bir okul oldu bize, çok iyiydi her şey… Hep eğlendik, çok çalıştık, okulda yattık ve hiç eve gitmek istemedik. Gitmedik de sahiden! Zaten 24 saatimizi geçirmek için can attığımız bir yerde neyi unutabilir ki insan. Tavsiye mi? Yaşlı mıyım ben! Onu Reha Özcan'a sorun. Kendisi üniversitede hocam idi..!
Röportaj: Özge Yağmur