Geçtiğimiz günlerde haber sitelerinde şöyle bir haber paylaşılmıştı: Türkiye’de son 10 yılda 126 bin üniversite mezunu yoksullaştı! Türkiye’de son 10 yılda üniversite mezunları yoksullaşırken okuryazar olmayanlar yoksulluktan kurtuldu.
Eğitim ile zenginlik arasındaki ilişki iktisatçılar ve araştırmacılar kadar hepimizin ilgisini çekmiştir. Nihayetinde üniversite öğrenimi, en azından ülkemizde, biraz daha iyi işlerde çalışmak, daha makul maaşlar kazanmak ve geleceğimizi garanti altına almak için elimizdeki en önemli imkanlardan birisi. Bu konudaki araştırmalar genellikle eğitim seviyesi ile elde edilen zenginlik arasında pozitif bir ilişki olduğunu iddia edegelmişse de, geçtiğimiz günlerde Türkiye İstatistik Kurumu’nun yaptığı bir araştırma son yıllarda gelirden alınan pay esas alındığında üniversite mezunlarının diğer kesimlere nazaran oransal olarak daha fazla yoksullaştığını söylüyordu. Araştırmaya göre okuryazar olmayanların son on yıldaki geliri %231 artarken, aynı dönemde yüksek öğretim mezunlarının gelir artışı %161’de kaldı.
İYİ EĞİTİM = İYİ GELİR Mİ?
Çok sayıda araştırma ‘verimlilik’ prensibini esas alarak eğitim seviyesinin artışının genellikle ortalama gelir artışına sağladığını iddia etse de, yakın zamanlarda The Atlantic’de çıkan bir makale de eğitimin iyi bir gelirin ana unsur olmadığını ortaya koyuyor ve yeni araştırmaların da bu iddiayı desteklediğini belirtiyor. Örneğin, 2014 yılında Stanford’da profesör olan Raj Chetty ve ekibinin yaptığı bir araştırma gelirin birbiriyle ilintili beş temel etkene bağlı olduğunu ortaya koyuyor: Irk ayrımı, aile yapısı, gelir eşitsizliği, çevredeki eğitim kalitesi ve sosyal sermaye. Yani iyi bir eğitim, herkes için ulaşılabilir olmaması bir yana, aynı zamanda gelir ve iş bulmayı garantileyen yegâne faktör değil.
Modern zamanlarda ebeveynlerinin eğitim seviyesini aşan gençler, aynı zamanda onlardan daha çok para kazanabileceklerine de inanmaya başlamış durumdalar. Ancak üniversite mezunu işsizlerin sayısını, zor bela iş bulabilen eğitimli gençlerin farklı alanlarda ve mesleklerde çalışmak zorunda olması, iş ortamının ve alışkanlıklarının gençlerin beklentileri ve hayalleriyle örtüşmemesi de üniversite mezunları kadar halihazırda üniversite öğrencisi olanları da kara kara düşündürüyordur, diye tahmin ediyoruz.
OKUL DIŞI FAKTÖRLERİN ÖNEMİ
Bu alanda söz alan eğitimciler de, okul-dışı faktörlerin en az okul-içi faktörler kadar önemli olduğunu dile getiriyorlar. Yüksek öğretimin sadece bir ‘çıkış yolu’ olarak görülmesinin yanlış olduğunu belirten uzmanlar, üniversite eğitiminden elde edilen kazanımın salt gelir ekseninde tartışılmasının kısıtlı bir tartışma olduğunu ve eğitimden elde edilen bilgilerin hayat karşısında hepimize oldukça yardımcı olduğuna dikkat çekiyorlar. Kişilerin eğitim seviyesi yükseldikçe, okuma, anlama ve birbiriyle barış içinde yaşama ihtimalinin yükseldiğini, sivil toplumun güçlendiğini ve demokratik değerlerin yerleştiğini hatırlatmak bile yeterli. Eğitim alanındaki en temel eleştiri, üniversite eğitiminin sektörün ihtiyaçları bir yana, aslında bilim insanı yetiştirme temelli olması gerektiği savı ise ne yazık ki ülkemizde o kadar da önemsenmiyor.
Sonuçlar gösteriyor ki, üniversite okumakla finansal anlamda zengin olunamıyor belki, ancak üniversite eğitiminin kişisel donanım açısından önemli bir zenginlik olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Yazan: Soner Sezer