Sinemaya girişiniz Vizontele filmiyle oldu. Ki bu film sinemamızdaki rekortmen filmlerden birisi. Sizce Vizontele sinemamızı nasıl değiştirdi? Size katkısı ne oldu?
Aslında Vizontele’den önce de Eşkıya, İstanbul Kanatlarımın Altında filmleri de bu yolda önemli yapımlar olarak değerlendirilebilir. Vizontele de dahil olmak üzere bu filmlerin hepsi aslında Türk sinemasının bir film endüstrisine doğru evrilmesinin başlangıcıydı. Daha önceleri sinema, para kazanılabilecek bir şey olduğu düşünülmeksizin sadece prestij amaçlı yapılıyordu. Ama bu filmler sinemanın da bütün emekçilerin ve kreatif çalışanların bir sektör olarak bu işten para kazanabileceğinin bir kanıtı oldu. İyi ve nitelikli işlerin hem Türkiye’de hem dünyada izleneceğini görmüş ve deneyimlemiş olduk.
Birçok film çektiniz. En sevdiğiniz ya da en iyi olduğunu düşündüğünüz iş hangisi? Var mı sizin için özel bir proje?
Benim için her yaptığım işin ayrı yeri ve önemi var. Çünkü yaptığım her iş bana bir sonraki işi yaptıracak maddi/manevi gücü verdi. Film yaparken en önemsediğim şey, her yeni yaptığım filmin bir öncekinden iyi olması. Dolayısıyla eğer iyiden söz edeceksek, “8 Saniye” bugüne kadar çektiğim filmlerin en iyisi diyebilirim.
Filmlerinizde en çok neye dikkat ediyorsunuz? Kişisel bir imzadan bahsedebilir miyiz?
Gerçekçilik duygusuna çok önem veriyorum. Özellikle oyuncu performansında oyunculuk değil gerçekçilik peşinde koştuğum söylenebilir. Tabii ki diğer taraftan dünya sinemasının iyi örneklerinin hepimizin hafızasında kalan bütün görsel ve işitsel güzelliklerini her yaptığım filmde ben de yapmaya çalışıyorum. Dolayısıyla buna bir “Ömer Faruk Sorak Sineması” demekten çok “dünyada yapılan iyi ve nitelikli işlerin takipçisi olmak demek” daha doğru.
Bir yandan da Türkiye’nin önemli komedyenleriyle çalışma fırsatınız oldu. Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan… Sette durumlar nasıldı? Devam filmleri geldiğine göre iyi anlaşmış olmalısınız.
Tabii ki çok iyi anlaştık. Ben her zaman söylüyorum, hem Cem Yılmaz’ın hem Yılmaz Erdoğan’ın benim sinema hayatımda çok önemli yerleri var. Çünkü onlar seyircinin “bir an önce film yapmalılar ki biz de izleyelim” diye dört gözle bekledikleri Türk sinemasının iki önemli insanı. Dolayısıyla benim de film hayatımın başlamasının, belki de bugün yaptığım işleri daha nitelikli yapma yolunda attığım ilk ve doğru adım olarak nitelendirilebilir
Bir filmin başarısında en önemli faktör sizce hangisi?
Sıralamak gerekirse, öncelikle tabii ki hikâye ve senaryo, daha sonra oyunculuk, reji ve bütün diğer teknik kalite...
Şu anda Kördüğüm dizisinin yönetmenlik koltuğunda oturuyorsunuz. Son yıllarda dizi sektörümüz önemli bir gelişme kat etti. Ama daha yapılacak da çok şey var herhalde? Ne dersiniz?
Tabii ki başta dizi sürelerinin uzunluğu olmak üzere bizim şu anda yine dünyada ve dünya standartlarında çok iyi ve nitelikli, bildiğimiz, tanıdığımız, takipçisi olduğumuz birçok dizi örneği var. Bizim insanımızın da bir dünya insanı olduğunu ve herkes kadar onun da zevklerinin, beğenisinin estetik algısının iyi ve yüksek olduğunu bilmek ve buna göre davranmak gerekir diye düşünüyorum. Bunu yapmanın birinci koşulu; dizi sürelerinin dünya standartlarına indirilmesi, ikincisi de gerek hikâyelerin ele alınış biçimlerinin, gerek teknik kalitenin her geçen gün gelişen karşılıklarını sadece Ortadoğu coğrafyasındaki insanlara yönelik şekilde değil, tüm dünyadaki izleyicilere ulaşacak şekilde verebiliyor olmak.
Doğuş Otomotiv’in kurumsal sosyal sorumluluk platformu olan Trafik Hayattır’ın, üniversite öğrencilerine yönelik bir kamu spotu yarışması var ve kazanan öğrencinin filmini siz çekeceksiniz. Bu proje nasıl gelişti?
Bu proje bana teklif edildiğinde şu an yapmakta olduğum dizinin bir bölümünü çok ilgilendiriyordu. O yüzden bunun bir tesadüf olmadığını hayatta bazı şeylerin tam denk geldiğini düşündüm ve gerçekten heyecanla girdim bu işe. Türkiye’de yıllardır trafik güvenliği probleminin önemi vurgulanıyor. “Trafik Hayattır Platformu” ise 11 senedir trafik güvenliği projelerini aynı ciddiyetle sürdürüyor. Gençleri trafik güvenliği konusuna dahil etmiş olması çok önemli.
Gençler film çekerken özellikle neye dikkat etmeliler?
Bütün film çekmek isteyen, film endüstrisinde yer almak isteyen gençlere şunu söylüyorum: Kendinize “bir daha dünyaya gelmiş olsam yine aynı işi yapmak ister miydim” diye sorun. Eğer bunun cevabı sizde “evet” ise bu işe korkusuzca sarılın. Trendlerin değil inandığınız ve kendi hayalini kurduğunuz şeylerin peşinden koşun
Türkiye sinemasının mevcut durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben Türk sinemasını Türk futboluna benzetiyorum. Dönem dönem başarılı işler gerçekleşiyor. Sinema sektörü de bazı birkaç insanın başarıları üzerinde şekilleniyor. Bir İran Sineması gibi, Kore Sineması gibi, Türk Sinemasını da dünyada net bir cümlelerle söylettiğimizi düşünmüyorum. Ne zamanki Türkiye’de sinemanın bir endüstri olduğu aynı zamanda bir ülke tanıtımında etkili olduğu ya da bir ülkenin dış ülkelere kendi gücünü ortaya koymasında savaştan etkili bir yanı olduğu keşfedilirse, sanıyorum ki o zaman Türk sineması hak ettiği yeri bulacak.
Her filmin bir cümlesi olmalı denir, sizin hayatınızın cümlesi nedir?
Hayatımın cümlesi 8 Saniyeyi çekerken şekillendi. Don Miguel’in 4 Anlaşma Kitabı’nda olduğu gibi, “Elinden gelenin en iyisini yap. Ön yargılı olma. Varsayımda bulunma. Hiçbir şeyi kişisel algılama.”
Sektörde bir işveren olarak da bulunduğunuz düşünülürse, Sinema-Televizyon bölümlerinde verilen eğitim sizce yeterli mi?
Yeterli olmadığını, gelen arkadaşların neredeyse hayata yeni gözlerini açmış bir bebek gibi bocalamalarından fark ediyorum. Ama son dönemde özel üniversitelerin sinema TV bölümlerinin artmasıyla, nitelikli ve iyi eğitmen sayısı orada da arttı. Sanıyorum artık açık makas daha daralacak.
Siz bir filmi izlerken ilk önce neye bakıyorsunuz?
Tabii ki hikâyesine, oyuncularına ve kimin yönettiğine…
İzlemeye tahammül edemeyip çıktığınız film oldu mu? Yoksa ne kadar kötü olsa da sonuna kadar izlerim diyenlerden misiniz?
Çıktığım birkaç film oldu. Keşke çıksaydım dediklerim de oldu. Yine de elimden geldiğince sonunu getirmeyi hedefliyorum.
Genç yönetmen adaylarına “şunu öğrenin gerisi gelir” diyebileceğiniz, bu mesleğin kilit bir noktası var mı?
Ülkenizi ve insanını tanıyın, en önemlisi sevin. Neden başka bir ülkede doğmadım derdine düşmektense her şey yaşadığınız ülkeyi, ülke gerçekliklerini ve insanını tanımakla başlıyor.
Öğrenciyken “bu çocukta iş var” derler miydi hocalarınız sizin için?
Dedilerse de bana belli etmediler. Ben hiçbir öğretmenimden böyle bir his almadım.
Sinema Televizyon Bölümü öğrencileri arasında ya ticari ya da sanatsal iki yol öne çıkıyor. Şimdi hem yapım şirketiniz var hem de kendi hikâyelerinizi çekiyorsunuz. Siz nasıl bir eğilimdeydiniz öğrenciyken ve nasıl bir yol izleyip bu noktaya geldiniz?
Ben ikisinin de aynı yerde olabileceğini düşünüyorum. İlla bir şeyin çok ticari olması için sanatsal yanlarının olmaması çok sanatsal oldu diye de ticari başarısı olmayacağı anlamına gelmez.
Son olarak şunu soralım: Yeni film projesi var mı? Varsa sizden küçük bir ipucu alabilir miyiz?
Aşk Tesadüfleri Sever 2. Ama daha önce çektiğimiz filmin devamı niteliğinde değil, başka bir tesadüf hikâyesi. Biz bunu başarırsak eğer, “Aşk Tesadüfleri Sever” başlığı altında toplanacak başka tesadüf hikâyeleri çekmeyi düşünüyoruz.
KISA KISA...
Klip çekmek mi, reklam çekmek mi?
İkisi de
Kısa metraj mı, uzun metraj mı?
Uzun Metraj
Ankara mı, İstanbul mu?
İstanbul
Sinemada mektepli olmak mı, alaylı olmak mı?
İkisi birden
Ömer Faruk Sorak’ı 3 #hashtag ile anlatmanızı istesek?
#isinisevmek #isiniciddiyealmak #yenilikciolmak
En sevdiğiniz 3 film?
Hayat Güzeldir, Departures, Avrupa (1991- Lars Von Trier)
En sevdiğiniz 3 yönetmen?
Lars Von Trier, Rahmetli Tony Scott, Ridley Scott
En iyi 3 yerli film?
Vizontele, Aşk Tesadüfleri Sever, 8 Saniye
Senaryo mu, oyunculuk mu?
Önce senaryo, sonra oyunculuk
Yapımcı mı, yönetmen mi?
İkisi birden
Fransız Yeni Dalgası mı, İtalyan Yeni Gerçekçiliği mi?
İtalyan Yeni Gerçekçiliği
Hollywood mu, Bollywood mu?
Hollywood
Yeşilçam mı, Avrupa Sineması mı?
Yeşilçam
İran Sineması mı, Güney Kore Sineması mı?
İran Sineması
Ödül mü, gişe başarısı mı?
İkisi birden
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı