Öncelikle sizi tanıyalım. Kimdir Evrim Kuran, neler yapar?
Ben odak alanı jenerasyonel sistemler olan bir araştırmacıyım ve kurucu ortağı olduğum Dinamo Danışmanlık’ta iç müşteri ya da dış müşteri motivasyonu ve etkileşimine dair yaptığım tüm çalışmaların merkezinde kuşak teorisi yer alıyor. İki ülkede birden yaşıyorum ve şirketimin Toronto ve İstanbul ofislerinde, kurumlara tüketici markası ya da işveren markası çalışmalarında hedef kitleleri olan kuşak segmentlerine uygun iletişim stratejileri geliştirmeleri konusunda danışmanlık veriyorum. Seminer ve konferanslarda konuşuyor, yazılar yazıyorum. Aynı zamanda işveren markası alanında dünyanın önde gelen araştırma ve danışmanlık şirketi Universum’un Türkiye liderliğini yürütüyorum. Türkiye’nin en önemli işveren markası konferansı People Make the Brand’in yaratıcısı ve küratörüyüm.
Kuşak araştırmalarınızla tanınıyorsunuz ve son olarak “Telgraftan Tablete” isimli bir kitap çıkardınız. Bu kitap okuyucusuna ne vadediyor?
Telgraftan Tablete’de Türkiye’nin yaşayan beş kuşağını, pek çok alan araştırmasının yanı sıra kişisel hikâyelerim üzerinden de anlatmaya çalıştım. Kuşak meselesine bir de buradan bakarak, ninelerimizi ve dedelerimizi anlayacağımızı, kızlarımızla ve oğullarımızla anlaşacağımızı düşündüm. Çünkü sevmek anlamaktır. Telgraftan Tablete’de jenerasyon sistem teorisini ve Türkiye’nin yaşayan 5 kuşağını dedem Ali ile başlayan oğlum Ali’ye kadar devam eden aile hikayelerimle harmanlayarak anlattım. Böylece kitabı okuyanların da kendi hikayelerine giderek kuşakları daha kolay çözümleyeceklerini umut ediyorum.
Bir nesli anlamak için sizin kriterleriniz nedir?
Her jenerasyon kendi yaşam parçacığını taşıyor. O kara parçasında, bir döneme ait hikâyeler, gerçekler, tabular, duygular var. Bunları değiştirmek gayreti ancak beyhude bir çaba olur. Asıl olan, bu parçaların dokusunu bozmadan, birlikte nefis bir “takım” oluşturabilmek. Mümkün mü? Bence mümkün. Bu yüzden bir nesli anlamak için, hayata ideolojik kulelerimizden değil, o kuşağın gerçeklerinden bakmalıyız. Benim bu yaşamda kendime biçtiğim görev de kendi neslinden olmayanları hızlıca yargılayanları o gerçeklerle buluşturmak.
Kuşaklar arası iletişimde “olmazsa olmaz” dediğiniz bir yaklaşım var mı?
Her yeni nesil, hayatın iktidarında olan orta yaşlı nesilde gördüklerini düzeltmeye ya da telafi etmeye çalışır. Ait olduğunuz nesil, size şekil veren neslin bir benzeri değildir; size şekil veren nesle şekil veren neslin bir benzeridir. Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır. Bir dönemi anladığınızda ise paradigmanın kıskacına sıkışmaktan kurtulursunuz. Ve sizin gibi olmayanları kendinize ait yargılarla değil, onlara ait gerçeklerle görmeniz mümkün olur. Bu mümkün olduğunda ise dönüşürsünüz. Kuşaklar arası etkileşimin olmazsa olmazı yargılamadan görmeyi öğrenmektir.
Özellikle üniversite öğrencilerini de kapsayan, ülkemizin %32’lik kısmı “Y kuşağı”na özel bir parantez açacak olursak siz bu kuşağı nasıl konumlandırıyorsunuz?
Y Kuşağı’nın (1980-1999) büyüdüğü yıllar dünya Körfez Savaşı, 11 Eylül gibi olaylarla didişirken, ülkemizde refah ve kriz dönemlerinin iç içe geçtiği yıllar. Internet, iPod, Playstation eğlencelerinin hayatımıza girdiği yıllar. Dünyanın evvelce hiç karşılaşmadığı baş döndürücü bir hız ve dehşet verici meydan okuyuşlarla buluştuğu yıllar. İşte bu zorlayıcı bağlamın misafirleri olan Y Kuşağı, önceki kuşak gibi sonuç odağında kalmak değil sürecin tadını çıkarmak isteyen, saygının hak edene sunulması gerektiğine inanan, içinde bulunduğu topluluğu etkileme ve onlardan etkilenme eğilimi yüksek, harekete geçmek için anlam arayan, eşzamanlı olarak birkaç işi birden yapabilen, teknolojiyi çok iyi kullanan, kariyer yaşamları boyunca 10 kereden daha fazla iş değiştirebilecekleri öngörülen ve dahi iş bulmadan işten ayrılabilen, kısaca hem gündelik yaşamın hem de iş yaşamının kodlarını yeniden yazan bir kuşak. Y Kuşağı gerçek yaşamın dokusunun korunduğu, önce mutlu olduğu ve insan olarak hak ettiği değeri gördüğünü düşündüğü bir ortamda var olmak istiyor. Başarılı olmak için önce mutlu olmam lazım diyor. Sebebi çok açık: İnsan kendinde olmayanın peşindedir. Ve bu kuşak duyguların epeydir unutulduğu, çok acımasız bir dünyada kendine yer bulmaya çalışıyor.
Tüketim alışkanlıkları nasıl, marka tercihlerini ne belirliyor? Özellikle seçim döneminde olduğumuz düşünülürse liderler ‘Y kuşağına’ nasıl seslenmeli sizce?
Yeni neslin eski nesilden, liderlerden, yönetenlerden, kural koyuculardan, eğitimcilerden ne istediğini kitabımda anlatmaya çalıştım. Y jenerasyonunun markalardan istedikleri aslında çok da zor şeyler değil. Y Kuşağı markalara “Başkası olma, kendin ol!” diyor. Kendin ol çünkü külyutmaz bir kuşaktan bahsediyoruz. Gerçek hayattan sosyal medyaya, akla gelebilecek her türlü platformda taklit olanın, sahte olanın, uyduruk olanın ipliğini anında pazara çıkarabilme gücünde olan bir kuşak bu. Y Kuşağı “Erişilebilir ol!” diyor. Ulaşılabildiğin kadar varsın. Erişilemiyorsan yoksun. İçerik kadar bağlama da odaklan! Markaların geleneksel alışkanlıkları var. Örneğin, ürünlerimizin veya hizmetlerimizin içerikleri hakkında bıraksalar sabahlara kadar konuşacağız. Oysa ürün veya hizmetin içerik kalitesi artık ayrıştırıcı değil. Y Kuşağı’nın en büyük kâbusu olan “sıkıcılık”tan korunmanın en güçlü yöntemi ise mizah dili ile barışmak. “Mizah dilini öğren!” diyen Y Kuşağı’na erişmek isteyen markalar mizahın dahil ediciliğinden mutlaka faydalanmalılar. Tipik bir Y Kuşağı, çok sadık olduğu markanızdan, herhangi bir çalışanınızın davranış biçimi veya tavrı nedeniyle buz gibi soğuyabilir. Tüketici markan kadar, işveren markanıza da önem verin! Y Kuşağı gözünde tüketici markası ve işveren markası arasında arada dehşetli bir etkileşim var.
Türkiye’de kaç kuşağın varlığından bahsedebiliriz?
Türkiye Cumhuriyeti’nin 95 yıllık varoluşu, jenerasyonel sistem döngüsüne belirgin biçimde oturuyor. Doksan beş yıllık Cumhuriyet an itibariyle beşinci nesli olan Z Kuşağı’nı yetiştiriyor. Türkiye’nin yaşayan 5 kuşağı Sessiz Kuşak (1927 - 1945), Bebek Bombardımanı Kuşağı (1945 – 1964), X Kuşağı (1965 - 1979), Y Kuşağı’nın (1980 - 1999) ve Z kuşağı (2000 - …).
Her kuşak, kendisinden bir sonraki kuşağa sosyal bir miras da bırakıyor. Bu bağlamda sizin de dahil olduğunuz X kuşağı, Y ve Z kuşağına nasıl bir dünya bırakıyor sizce?
İtiraf etmek gerekirse kabuğu sertleşmiş, hayatta kalmayı ve başarmayı keyif almak ve mutlu olmanın önüne geçirmiş bir kuşak olarak, biz X’ler Y ve Z kuşaklarına ziyadesiyle rekabetçi bir dünya bırakıyoruz. Böyle bir bağlamda milenyumun ilk iki kuşağından beklentim dünyanın bizim kuşağın haddini aşmış sorumluluk anlayışıyla yorulmuş iklimine biraz hayat kanıtı getirmesi. Kutular, ölçekler, analizler ve hep daha fazlasına talip olma motivasyonuyla büyüyen tükenmişliğin yerini daha yaşanır bir dünya almak zorunda. O kapıyı Y’ler araladı; Z’ler bu hayali gerçekleştirecek.
Röportaj: Özge Yağmur