Öncelikle kimdir Sibel Gürcüoğlu, neler yapar, kendini nasıl tanımlar?
Rize’de doğup büyüyen, 2 nesildir botanik ile uğraşan bir ailenin kızıyım. Böyle bir yeşilin içine doğduğunuzda “Şu yaşımda doğa ile bağ kurmaya başladım” gibi romantik cümleler kuramıyorsunuz. Her yaşımda bu ilgim ailem ve arkadaşlarım tarafından net olarak fark ediliyordu sanırım. Henüz 28 yaşımdayım ve gerçekten “ben”i yansıtan bir iş yapıyorum. Uzun süredir beni tanıyanlar “sen işini bulmuşsun” diyorlar. O nedenle kendimi “erken bir uyanış yaşayan, şanslı biri” olarak tanımlayabilirim.
New York’ta bitki tasarımcılığı konusunda eğitim aldınız. Bitkilerin insanlar arasındaki iletişime etkileri üzerine bu eğitim size neler kattı? Buna bağlı olarak, Cocodema’nın ilham veren bir girişime dönüşme hikayesini bir de sizden dinlemek isteriz.
Cocodema’nın birinci yılında New York’a gitme kararı aldım. Türkiye’de botanik tasarım yapmak istiyorum diyorsanız eğitim alabileceğiniz bir yer yok. Hatta kesme çiçek tasarımı için bile resmi olmayan birkaç yeri, yeni yeni görmeye başladık. The Horticultural Society of New York’tan öğrendiklerim teknik anlamda daha yeterli hissettirdi. Bu kadar yeşilden bahsettikten sonra New York mu övüyorsun diyeceksiniz ama New York’ta sürdürülebilir tasarıma verilen değeri gördükten sonra geleceğe adapte olmak istiyorsak, doğaya yakın olmamız gerektiğini çok net gördüm. Reklam ve psikoloji okudum ama şu an sanatın, algının ve insanın ötesinde bir şeyle uğraştığımı düşüyorum. Uğraştığımı diyorum çünkü bu benim yaptığım bir şey değil. Yosun ya da toprak kokusunun hepimizin zihninde canlandırdığı his farklı. Bu doğanın dengesinin size yansıması...
Cocodema, ilk gün bir girişim olarak ortaya çıkmadı. Sağlık problemlerim nedeniyle işe ara vermek durumunda kaldığım bir dönemde, -hep özlediğim- doğal habitatımı İstanbul’a taşıdım diyebilirim. Günlük rutininizden çıkıp kendinizle baş başa kaldığınızda neye ihtiyacınız olduğunu ve neyin sizi daha çok mutlu edeceğini görebiliyorsunuz sanırım.
Japon kültürünün sadeliğini yansıtan bir saksılama yöntemi olan ‘Cocodema’ aynı zamanda markanızın kimliğini oluşturuyor ama ürünlerinizi incelediğimizde farklı kültürleri yansıtan alternatif yeşil bitkilerle de karşılaşıyoruz. Çoğunlukla kişiye özel hazırladığınız ürünler için ilham aldığınız kaynaklar neler ve bir tasarımcı olarak nelere dikkat ediyorsunuz?
Kokedama, Wabi-sabi’yi yani “nesnelerin ruhunuzda bıraktığı iz kadar güzel olabileceğini” derinlemesine anlamış bir Japon sanatı. Haliyle bu felsefe ile yola çıkan Cocodema markası da minimalizm’i esas alan diğer kültürlere de (İskandinav tarzı gibi...) biraz yakın. En başta Cocodema tasarımlarının tümünün odağında doğa ve bitki var. Bunun yanında kullanılan tüm materyaller doğa dostu. Çerçeveler kurumuş sarı çam ağaçlarından, hava bitkilerinin askıları yüzyıllardır insanın elinin altında olan bakırdan, Cocodema altlıkları ise el yapımı olarak seramik ve topraktan üretiliyor. Yani ekolojiye ve diğer tüm canlılara saygı duyarak üretirken; yerel üreticilerle çalışarak, el emeğinin de karşılığını vermeyi amaçlıyorum. Bu şekilde çalıştığınızda “Bu nasıl üretiliyor?” sorusuna da her zaman içiniz rahat bir şekilde cevap verebiliyorsunuz.
Modern çağın doğurduğu iletişim problemlerine maruz kalmış eski bir reklam sektörü çalışanı olarak, şehrin kaosundan sıyrılıp bireyin kendine alan açabilme ihtiyacından da etkileniyor olmalısınız. Bu işi sizin için sürdürülebilir kılan motivasyonu nasıl tanımlarsınız?
Reklam sektörü de dahil olmak üzere tüm eski mesai arkadaşlarım bitki ve doğa sevgimi bilirdi. Bunu üstüne basarak söylüyorum çünkü bu ilginin sebebi ‘çiçekçilik’in trend olması değil. Bana göre doğaya yakın olmak aslında varoluşsal bir ihtiyaç. Bunun benim için bir işe dönüşeceğini, Cocodema ortaya çıkana kadar hiç düşünmemiştim. Çünkü sistem bunu düşünmenize izin vermiyor. Baktığınız zaman dedemle neredeyse aynı mesleği yapıyor olmam, birçok insan için kendini ileriye taşıyamamak. Cocodema’nın ikinci yılına yaklaşırken hala bunu bir iş ya da girişim olarak görmeyen, “Madem çiçekçi olacaktın, neden o kadar okudun?”cular var. Hep olacak. Ama günlük rutininizden, ne anlattığı belli olmayan uzun toplantılardan uzaklaştığınızda anlıyorsunuz ki asıl vizyon ve cesaret elinizde olanı bugüne hatta yarına adapte etmek.
Bitkilerin gündelik hayatımıza doğrudan etki edebildiğinin ve ruhumuza etkilerinin bilincinde bir girişimci olarak, daha sürdürülebilir bir geleceğin mümkün olması adına çalışacak üniversiteli mimarlara tavsiyeleriniz nedir?
Bugün en popüler dediğimiz, ruhu olan iç mekan tasarımlarının bir ortak noktası var: Bitki. Evet, çok zarar verdik ama doğanın değerini büyük oranda anladığımızı görüyorum. Cocodema’nın çok sevilmesinde de doğaya olan özlemin etkisi büyük... Tüm bu farkındalık gösteriyor ki; tek tip, emek verilmeyen ve tüketilen estetik anlayışını artık satın almayacağız. Yeni dünyada Sevgililer Günü için alınan kırmızı güller ya da kırmızıya boyanmış kaktüsler yok. Dünyadaki kaynaklar tehlike altındayken, biz kendi habitatımızı korumak için; nefes alan, yaşayan tasarıma dönmeliyiz. Bir nevi eve dönüş... Standart bir odada orta boydaki bir yeşil bile, %25 oranında toksin temizleyerek daha rahat nefes almanızı ve daha güçlü iletişim kurmanızı sağlıyor. Bu, elimizde kalanlara sahip çıktığımızda “gezegen için hala ümit var” demek oluyor.
Mimar ya da son kullanıcı... Yaşam alanlarınızı planlarken yıllarca sizinle kalabilecek, sürdürülebilir tasarıma destek olun. Bunu yaparken hiçbir canlının yaşama hakkına müdahale etmediğinizden emin olun. Sorun. Bu gerçek mi? Nerede, kim üretiyor? Satışı, direkt olarak üreticisini mutlu eden ürünleri tercih ettiğinizde, ürüne dair cevaplanmamış sorunuzun da kalmadığını göreceksiniz.
Çok teşekkür ediyoruz. Cocodema’yla ilgili detaylı bilgiye web sitesi (www.cocodema.com) ve Instagram sayfasından ulaşabileceğinizi hatırlatalım!
Kapak Fotoğrafı: Şeyma Öksüz
Röportaj: Özge Yağmur