Dilimin Ucu Çınlıyor, "biriktirme" hastası bir baba ve "atma" hastası bir annenin kızı olarak Barbie ve onun sevgilisi Ken'den nefret ederek büyümüş bir kadının yaşamını anlatıyor. Üniversitede tercih kurbanı olarak mühendislik okumaya başlayan, bir yandan da fotoğrafçılık kulübüne üye olup okulda tüm zamanını bu kulüpte geçiren genç bir kadın... Eski dergi ve gazetelerden reklam sayfaları topluyor ve bunları biriktiriyor, düğün, sünnet nişan derken rock gruplarının fotoğrafçılığına başlıyor. İlk kez âşık oluyor ama görünen o ki yanlış adama... 21 yaşında tek başına anne olan ve hayallerinin peşinde koşmaya karar veren, derdini, aşkını, hüznünü, sevincini reklam sayfalarına yazdığı notlarla anlatan bu kadının hikayesi hem tanıdık hem yabancı...
Dilimin Ucu Çınlıyor, yer yer kahkaha attıracak kadar keyifli, kendinizle yüzleşmenizi sağlayacak kadar samimi, gerçekten istediklerinizi yapmanız için adım attırabilecek kadar cesur bir roman.
"Konuştular, sustum. Çünkü çok anlamlı bir şey diyecektim."
Annem atmasaydı, babam tutmasaydı,
amcam bir kere olsun altılıyı tuttursaydı.
Barbie ve Ken’in bebek olmadığını herkes anlamış olsaydı,
sırtımızı o koca çınar ağacına hiç dayamasaydık.
Zeus’la Europa’nın o mitolojik hikâyesi söze dökülmeseydi,
Superman mavi taytının üstüne o kırmızı donu giymeseydi,
kadın olarak evrildikçe sarkmasaydık,
belki de her şey çok farklı olabilirdi.
Ama olmadı...
1980 yılında, kışın ortasında doğmuşum. Doğumum pek kolay olmamış. Tam vazgeçmiş gidiyormuşum ki zorla yaşayacaksın demişler. Bebeklik, çocukluk derken orta okul... Bakmışlar ki kız çocuklarından pek haz etmiyorum Erenköy Kız Lisesi'ne göndermişler, kız arkadaşlar edineyim diye. Lacivert formalı yüzlerce kız çocuğuyuz, Allahtan bahçesi güzel okulun. Hâlâ mahallede futbol oynayıp bisiklete binen bizim çocuklarla daha mutluydum. Kesin liseyi de burada okuturlar bana derken süper lise diye bir furya çıkıyor. Kendimi Fenerbahçe Lisesi'nde buluyorum. İlk süper lise kurbanları olduğumuzdan epey dalga geçiyorlar bizimle. Sıralarımıza otlar bırakılıyor, sabah okul bahçesinde sıraya girmiş beklerken tüm normal liseliler mööö diye bağırıyor... Halbuki hiçbir süperliğimiz yok bizim. Aynı ergenlik dertlerinde çırpınıp sabahın köründe kalkıp okula gidiyoruz. Her sivilcede hepimiz aynı agresiflikteyiz. Benim kafa matematiğe, fene çalışınca zorla fen sınıfına koyuyorlar beni lisede. Sonrası İTÜ... Jeoloji Mühendisi olacağım sanıyor herkes. Olayla alakam yok. Okul biter bitmez web grafik eğitmenliği yapmaya başlıyorum. Birkaç ajans denemesi. Oturduğum yerden çalışmak bozmaya başlıyor beni. Motosiklet tutkum yüzünden motosiklet federasyonunda işe giriyorum. Sonra ajanslarda çalışıyorum. Ajans diliyle "event management". Yaş oluyor 27 ben hâlâ ne yaparsam mutlu olurum bulabilmiş değilim. Bir gün çalıştığım ajansın bir müşterisi için sergiler hazırlamaya başlıyorum. İşte kırılma noktası! Anlıyorum ki işin içinde sanat olmalı... Bunu keşfedince büyük rahatlama ve çok çalışma süreci... Sonrası küratörlük. Tuluhan Tekelioğlu’yla çalışmaya başlıyorum bir yandan. Belgeseller çekiyoruz; “40’ında 40 Kadın”, “50’sinde Erkek”. Bu sırada Kültür Sanat Haritası dergisinde yazmaya başlıyorum. Mutluyum, sanat eserleri, sanatçılar, fikirler... Bu olaya bir de bilimsel yaklaşayım diyorum. YTÜ'de müzecilik yüksek lisansı yapmaya başlıyorum. Belgesellere yenileri ekleniyor; “Yeni Hayat”, “Persona Non Grata”. Dergi devam. Müzecilik hazırladığım sergilere bilimsel bir yaklaşım katıyor. Ah şu tezi de bir bitirsem... Yaş oluyor 35 hâlâ kendimi ararken bakıyorum ki herkes kendine bakınıyor. Biraz benden biraz senden biraz ondan esinlenip bir hikâye hayal ediyorum. Ve onu “Dilimin Ucu Çınlıyor”da anlatıyorum.