Dorock XL dediğimizde hemen hemen herkes sizi tanıyor ama hikayenizi bir de sizden dinleyelim.
11.02.1975 Giresun doğumluyum. 18 yaşına kadar orada yaşadım. Giresun’da olduğum dönemlerde yani 15-16 yaşlarındayken büyük çay partileri verirdik. Bu çay partilerini organize ederek eğlence sektörüyle organik bir bağım oluşmaya başladı. İşletmecilik ve eğlence sektörü ailemizde de herkesin bildiği bir dildi. 18 yaşıma geldiğimde yine ailenin diğer üyelerinin daveti üzerine İstanbul’a, Beyoğlu Balık Pazarı’na geldim. O günlerden beri hep sektörle iç içeydim.
Dorock hikayesi nasıl başladı?
Taksim Caravan benim ilk başladığım yerdi. 12 yıl kadar burada hizmet verdim. Caravan’da çalıştığımız ekiple beraber Taksim Dorock Bar’ı açtık. Dorock’ı açarken ciddi bir misyonumuz olduğunun da farkındaydık. Elbette Dorock’ı bir işletme olarak açtık ama metal, rock müziği seven belli bir kitle vardı ve bu kitleye de sahip çıkmaya çalıştık.
Birçok organizatörün yurt dışından gelen müzik gruplarına maddi anlamda destek veremediği dönemlerde bu festivallerin ana sponsorluklarını yaptık. Zorda olan organizatör arkadaşlarımızın yardımına koştuk. İptal edilen birçok konseri biz sahiplendik. Bu tarz işler bizim devamlı o kitleyle iletişimde olmamızı ve kemikleşmemizi sağladı. Emeklerimizin karşılığında biz artık kocaman bir aile olmuştuk. Dorock Taksim’deki yerini böyle sağlamlaştırdı. Kadıköy yakasına geçmeye karar verince bu defa da o insanlar bizi yalnız bırakmadı.
Genç yaşta edindiğiniz deneyimlerle kendi işletmenizin sahibi oldunuz ve üzerine ekleyerek devam ettiniz. Birçok mekanın kepenkleri indirdiği o dönemlerde sizin ayakta kalma başarınızın sırrı neydi?
Ben insana yatırım yaptım. Bu işin olmazsa olmazıdır bu. Birçok ünlü mekanın, popüler düzenin getirdiği dezavantajları yaşadıklarını düşünüyorum. İşletmelerin birkaç kritik köşesi vardır. İşletme yapısı, müzikal anlayışı ve personel yapısı. Bunlardan biri oynamaya başladığı zaman bütün dengeyi bozuyor. Bu önceliğimizdi tabii ama dediğim gibi biz sahiplendiğimiz için bizi de sahiplenen insanlar oldu. O insanların bizi tercih etmesi, kendini evinde gibi hissetmesi ve gittiğimiz yerlerde bizi yalnız bırakmaması da en önemli unsurdu. Biz bir aile olduk. Aile olmak kavramı ayakta durmak için en sağlam duvarınızdır. Fakat son dönemde açılan işletmeler bu konularla ilgili ne yazık ki aynı eforu gösteremediler. Tamamen ticaret üzerine kurulan işletmeler olunca kitle çekilmeye başladı.
Ben Taksim’den giderken tekrar döneceğime dair söz vermiştim. Beşiktaş tamamen bittikten sonra 2019 itibariyle şartlar da uygun olursa Taksim’e tekrar dönüş yapabiliriz. Türkiye’de ilk defa hem konser, hem pub hem de yeme içme alanı birbirine entegre olan bir mekan olarak Dorock XL bir öncülük yaptı. Biz tüm birikimlerimizi düşüncelerimizi bu mekana yansıttık. Bu nedenle Taksim’e dönerken yine bir fark yaratmak isteriz. Şu an beklemedeyiz. Önümüzdeki sezon ne getirir bilemiyoruz.
Taksim’e Taksim’deki o kitleye geri döneceğinizin müjdesini verebiliriz o halde?
Biz eski dinazor dediğimiz tayfayla beraber büyüdük. Yeni nesillere de ağabeylik yapmaya, yol göstermeye çalıştık. Hiçbir zaman sırtımı dönmedim, dönmeyeceğim de. Onların bakışlarından bazı şeyleri hissedebiliyorum. Ticaret, insanı bir yerlere savurabiliyor ama biz gönülden bağlıyız. Hiçbir zaman o kitleyi terk etmeyi düşünmedim. Bu birliktelik ömür boyu gider.
Neredeyse 7/24 çalışıyorsunuz. Yoruldum dediğiniz zamanlar oluyor mu?
Aslında çok yorgunum. Ama bizim uykuyla pek aramız olmuyor. Yılların getirdiği bir alışkanlık da diyebilirim. Zamanım olursa ben de uyumak istiyorum ama yapılan her işin başarısını görmek o yorgunluğu üzerimden biraz olsun alıyor. Özellikle Kadıköy’ün açılmasıyla birlikte sosyal hayatımdan da biraz uzaklaştım tabii ama bunun mutsuzluğunu yaşamıyorum. Yanımıza gelen insanların yüzlerinde gördüğümüz mutluluk tüm yorgunluğumuza değiyor.
Beşiktaş projemiz bitince biraz ortadan kaybolmayı istiyorum. Sonra resetlenmiş ve dinlenmiş bir şekilde kaldığımız yerden devam edeceğiz.
22 yıl Beyoğlu’nda ve son 3 yıldır Kadıköy’de aynı hızla devam ediyorum. Belki 10 yıl sonra emekliliğime yaklaşırken daha uzun bir dinlenmeyi planlayabilirim.
Tam burada gelelim yeni projeniz, Dorock XL’ın da içinde yer alacağı Meydan Beşiktaş’a. Biraz projeden bahseder misiniz?
Meydan Beşiktaş, 12.000 metrakare üzerine kurulmuş bir tesis aslında. Şu ana kadar Türkiye’de açık ara en büyük yeme-içme ve eğlence tesislerinden bir tanesi olacak. İçinde kahvaltı salonundan konser alanına, otelinden roofuna, dinlenme alanına kadar birçok nokta var. İçinde Dorock XL Boutique Shop’un da olduğu bir alışveriş pasajımız da var aynı zamanda. Tüm insanların 7/24 ihtiyaçlarını karşılayacağımız bir tesis olacak. Yavaş yavaş açılışlarımız başladı. Öncelikle sport pub alanımız Champs’i hizmete açtık. Dorock XL Bistro, Dorock XL Saloon oyun alanı, Dorock XL Breakfast da hizmet vermeye başladı.
Eylül ayında tüm tesisi işletmeye açmış olacağız. Konser alanında Dorock yerine Be’live adını kullanacağız. Çünkü Dorock başladığında belli sounddaki grup veya isimlerle yol alıyorduk. Burada ise daha geniş yelpazedeki müzik dinleyicilerine ulaşacağımız bir model üzerine çalışıyoruz. Rock, Pop, RnB, DJ performansları, fantezi ağırlıklı müzik yapan isimleri bir araya getirmeyi planladığımız bir yapı olacak.
Dorock ismi bizim için çok önemli. Devamlı kendini geliştiren bir marka ve biz de bunun için gerekli mesaiyi harcıyoruz.
Bir tatil köyü hayaliniz varmış. Yazlık mekanlarda da Dorock ismini görebilecek miyiz?
Aslında tatil köyü hayalinin bir provası gibi Beşiktaş. En büyük hayalim gerçekten bu. Birkaç yıldır bununla ilgili planlar yapıyorum. Demolarımız var. Çünkü gençlerin artık yazlık yerlerdeki festivallere bakışı da daha farklı. Gönül istiyor ki kendi yerlerinde, kendileri gibi olan insanlarla buluşabilecekleri bir yer olsun. Birkaç sene içerisinde de bu hayali gerçekleştirebiliriz.
Son olarak, yaşadığımız coğrafyanın değişken şartlarında böylesine yatırımlar yapmak nasıl bir cesaret gerektiriyor? Bir işletme sahibi olmak isteyen genç okurlarımıza neler tavsiye edersiniz?
Sermaye bu işin önemli bir unsuru ama bu işi çok sevmek gerekiyor. Ben her zaman işimin başında durdum. Hiçbir zaman işin başından ayrılmadım.
Öncelikle kendinize bir misyon yüklemeniz gerekiyor. Sadece ticaret olarak bakarsanız markalaşmanız çok zor. Biz insana yatırım yaptık. Ve yıllardan beri çok ciddi bir kitle oluşturduk. Onların desteğiyle bir yerlere geldik.
2010’da İzmir Foça’da bir festivalin alkollü içecek çalışmalarını yaptık. O zaman sadece bizim için oraya İstanbul’dan 20-30 otobüs insan gelmişti. Bu bizim birbirimize bağlanma şeklimizdi. Perdenin arkasında, kendimizi göstermeden verdiğimiz desteklerin, emeklerin karşılığı bu... Dediğim gibi, bir misyonunuz olmalı ve o misyondan hareketle taşları yerine doğru koymalısınız.
Teşekkürler
Röportaj: Tuğba Badal