Ne yazık ki, artık İstanbul’un insanları gerçekten tükettiğini anladığım bir sürece geçmiş bulunuyorum. Hepimizi paranoya yaptı bu şehir! Vahşi bir ormanda hayatta kalmak, İstanbul gibi büyük şehirlerde hayatta kalmaya çalışmaktan daha kolay olsa gerek.
Geçen gece yazı yazmak için bilgisayarımı açtığımda gördüğüm manzaraya inanamadım. Hemen bilgisayarımın yanında ametist taşı, lavanta kokulu mum, melisa çayım. Her şeyi kendimi sakinleştirmek için yapıyorum. Çünkü gerçekten yaşadığımız dünya bizi paranoyaya sürüklüyor artık!
Büyük bir fay hattının üzerinde yaşıyoruz. Olası deprem istanbulda bekleniyor çünkü Kuzey Anadolu fay hattından güzel bir enerji bize doğru yaklaşıyor. Bir keresinde bir belgesel kanalında, tontik bir yabancı Eminönünde kuşlara yem atarken şunları söylemişti.
“İstanbul büyük bir fay hattının üzerinde ve şehir gerçekten bakımsız. Eğer şehirdeki binalara bir şeyler yapılamazsa şu an gördüğünüz bütün insanlar gelecekte hayatta olmayacaklar”
Zaten tehlike enerjisi yayan bir toprağın üzerinde yaşamaya çalışıyoruz. Bazen geceleri yatarken evime hırsız mı, sapık mı, deprem mi, yoksa berbat yapıdaki yan bina mı çökecek diye düşünüyorum.
Aynı fikirde inançta olmadığım için bir gün öldürülecek miyim gerçekten? Cinsel tercihlerim diğerlerinden farklı olduğu için gerçekten birileri dersimi mi verecek?
Bir gün bir işime yetişmeye çalışırken patlayan bir bomba yüzünden mi öleceğim?
Bütün bunlar olmasa bile gelecekte GDO yüzünden kolumun hemen altında yeni bir kol çıkacağına dair inancım sonsuz!
Büyük şehirler aldattığından kuşkulanılan sevgili gibi, güvensiz ve tekinsiz. Terk etmek hep aklınızın kenarında var ama hatasını yakalamak mümkün olmuyor. Oysa sizin istediğiniz huzur içerisinde yaşamak. Size sunduklarından güzel şeyler öğrenmek.
Belki de geleceğin gençleri durumu değiştirecektir. Büyük iş imkanları büyük şehirlerde değil, dağınık bir halde tüm ülkede olacaktır. Adım atılmayan büyük şehirlerin modası geçecek ve gerçekten nefes aldığını hissettiğin şehirlerde hayatın tadını çıkarıyor olacaklardır.
Galiba bu gerçekten ütopya, peki yaşadığımız dünya distopyanın ta kendisi değil mi?