Zaman 19’uncu yüzyıl: Boston’ın banliyösü Massachusetts Concord’da yaşayan dört kız kardeşin çocukluktan olgunluğa evrilmeleri ve giderek kişiliklerini kazanmaları... Louisa May Alcott’un ‘Little Women’ (Küçük Kadınlar) adlı eseri, yayımlandığı tarih olan 1868’den beri çok sevildi ve bir klasik olarak günümüze kadar geldi. Her daim okurlar kadar sinemanın da ilgi alanındaydı; defalarca beyazperdeye uyarlandı, adeta her kuşak ayrı bir filmle tanıdı, sevdi ve belleğine yerleştirdi bu romanı. En son 1994’te Gillian Armstrong imzalı yapımla huzurlarımıza gelmişti, 2020 itibariyle sahne sırası Greta Gerwig’in adaptasyonunda.
Gerwig, romanı zamansal atlamalar eşliğinde seyirciyle buluşturuyor. Kız kardeşlerin öncüsü konumundaki Jo’nun New York’ta yazdıklarının basılması için editörü Dashwoord’la yaptığı konuşmalar ve ana kadın karaktere ilişkin ‘finalde ya ölmeli ya da evlenmelidir’ tavsiyeler aldığı sahneyle açılan filmde daha sonra March ailesinin genel profiline yavaş yavaş vâkıf oluyoruz. Meg, Jo, Beth ve Amy’den oluşan gövdenin bağlandığı dayanak noktası anneleri Marmee. Bir rahip olan baba Robert ise cephede ‘Kuzeyliler’ safında yer alıyor.
İç savaş ortamında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, bazen yalpalayan bazen düştükleri yerden tek başlarına ya da elbirliğiyle kalkıp yollarına devam eden kızlar, zaman içinde başka yerlere ve ülkelere dağılsalar da edindikleri birliktelik ve dayanışma ruhundan hiç kopmuyorlar. Ekonomik yönden zor dönemlerden geçiyorlar ama yine de kendilerinden fakir olana kol kanat germeye çabalıyorlar. Yakın çevrelerindeki malikânenin sahibi Laurence ve torunu Theodore ‘Laurie’ Laurence ise zamanla hayatlarındaki en renkli unsurlara dönüşüyor. Yaşlı adam, Beth’i ölen kızına benzetiyor ve evdeki piyanoyu kullanmasını istiyor. Torun ise önce Meg’e, sonra Jo’ya ve nihayetinde de Beth’e âşık oluyor...
Louisa May Alcott, ekonomik olarak zorlanan bir aile ortamında büyüdü. Eve destek amacıyla birçok işte çalıştı. Ama öte yandan, babasının aralarında Ralph Waldo Emerson, Henry David Thoreau, Nathaniel Hawthorne, Margaret Fuller gibi yazar ve düşünürlerin yer aldığı entelektüel bir çevresi vardı. Bu ortam onun için bir tür ilham kaynağı ve eğitim alanı oldu. Kadın hakları ve köleliğin kaldırılması gibi hareketlerin içinde yer aldı. Zaman içinde rotasını yazmadan yana belirledi; birçok roman, öykü, çocuk kitabı vs. kaleme aldı ama insanlığın hafızasına ‘Küçük Kadınlar’la yerleşti. Kendi aile ortamından, kız kardeşleriyle ilişkilerinden ve yazma tutkusundan beslenen bu kitabın sinemadaki her uyarlaması ve de son olarak Greta Gerwig imzalı film, bizi hep şu noktaya taşıyor: Biz bu metne şimdiki zamandan bakmıyoruz, asıl olarak ‘Küçük Kadınlar’ o zamanlardan bu zamanlara bakmış. Ve adeta kadın hareketinin ancak uygarlığın bu aşamasında gelebildiği noktalara ve farkına vardığı meselelere çoktan ulaşırken 1800’lerin ikinci yarısından uyarılarda bulunmuş.
Yönetmen: Greta Gerwig
Oyuncular: Saoirse Ronan, Emma Watson, Florence Pugh, Eliza Scanlen, Laura Dern, Timothee Chalamet, Meryl Streep, Chris Cooper, Tracy Letts, Bob Odenkirk, James Norton,
Louis Garrel, Jayne
Houdyshell / ABD yapımı
90’lı yılların başında piyasaya sürülen popüler bilgisayar oyunu ‘Kirpi Sonic’ (‘Sonic the Hedgehog’), film olarak huzurlarımızda. Yönetmenliğini Jeff Fowler’ın üstlendiği yapımda süper bir enerjiye sahip olan mavi, sevimli bir kirpinin gezegen sathındaki yıllar süren yalnızlığı yok etme adına yaptığı hamleyi ve ardından ‘deşifre’ olmasıyla peşine düşen kötü niyetli ‘icatçı’ Dr. Ivo Robotnik’e karşı kasabanın genç şerifi Tom Wachowski ile birlikte verdiği mücadeleyi anlatıyor.
Görsel olarak bilgisayarda yaratılmış ana karakterin sürüklediği film, akıcı ve izlenmesi keyifli bir seyirlik olmuş. Süper kahramanlardan en çok ‘Flash’i seven, Keanu Reeves’in ‘Speed’ine bayılan ve bir tür ‘Yüzüklerin Efendisi’ olma refleksiyle hareket eden ‘Kirpi Sonic’, yıllardır bir röntgenci tavrıyla hayatına uzaktan vâkıf olduğu -çörek sevdiği için de ‘Ponçik Bey’ adını taktığı- şerif Tom’la güç birliğine soyunurken mekân bellediği Montana’ya bağlı Green Hills kasabasından önce San Francisco’ya, sonra da ‘dakika ve skor aldığı’ Paris’e, Çin Seddi’ne ve Mısır Piramitleri’ne de uğruyor. ‘Men In Black’e de şık bir göndermede bulunan yapımda en güzel bölüm, ağır çekimlerle beslenen ‘bar kavgası’ olmuş.
Yönetmen: Jeff Fowler
Oyuncular: Jim Carrey, Ben Scwhartz (Kirpi’nin sesi), James Marsden, Tika Sumpter, Lee Majdoub, Neal McDough, Adam Pally, Emma Oliver
ABD, Japonya, Kanada ortak yapımı
Yazar: Uğur Vardan