Önce biraz kendinden bahseder misin? Sencer Piyancı kimdir, neler yapar, yaptı?
1977 yılında İzmir’de doğdum. Anadolu Üniversitesi Sinema-TV Bölümünü bitirdim.
Yeditepe Üniversitesi’nde E-Business MBA yaptım. 20 yıldır bilişim telekomünikasyon ve pazarlama alanında çalışıyorum. SaintJer adıyla DJ’lik yapıyorum. Murat Renay ismiyle iki kitap yayımladım. Dijital dergi GZone’u kuran isimlerden biriyim ve halen bu derginin genel yayın yönetmenliğini yapıyorum.1.90 cm’e 129 kiloyum ve kendimi bildim bileli kiloyla ilgili soruların/sorunların muhatabı oluyorum.
Kilolulara yönelik bir kitap yazma fikri nereden çıktı? Eminim uzun süredir aklındadır, ama "Tamam hadi, yapıyorum" diye tetikleyen bir olay oldu mu?
Bir arkadaşım bana büyük beden bloggerı olmamı önermişti, ona da hafif hafif başlamıştım aslında ama ben göstermekten çok, yazarak anlatmaktan yanayım. Sosyal medyada yaptığınız paylaşımlar bazen uçup gidiyor gibi geliyor bana. Ben bu konuyu daha kapsamlı anlatarak başlamak istedim. Aslında yıllardır kilolu insanların, özellikle sosyal alanda yaşadığı sorunları yazmak istiyordum. Kitabın ilk taslaklarını bazı yayınevlerinin reddetmesi beni daha da kamçıladı. Kilo konusuna uzak durulacak bir şeymiş gibi yaklaşan insanlara bu konuya her açıdan bakmak gerektiğini anlatmak istedim.
“Fazla kilosu olan insanları itici bulma, onlardan hazzetmeme, onlarla olan kötü yargılarını akıl süzgecinden tarafsız olarak geçirememe rahatsızlığına kısaca “kilostrofobi” deniyor. Bunu aslında ben uydurdum ama gerçek olduğunu biliyorum…”
Tecrübelerine binaen soruyorum: Kilostrofobi nedir? Olup olmadığını nasıl anlatırız?
Fazla kilosu olan insanları itici bulma, onlardan hazzetmeme, onlarla olan kötü yargılarını akıl süzgecinden tarafsız olarak geçirememe rahatsızlığına kısaca “kilostrofobi” deniyor. Bunu aslında ben uydurdum ama gerçek olduğunu biliyorum çünkü neredeyse hayatımın tüm dönemlerinde buna maruz kaldım. Kilostrofobik inanları nasıl tespit edebileceğimizi kitapta daha detaylı anlatıyorum ama özetle; kilolu insanları arkadaşlık gruplarından dışlamaya çalışan, kendisinde bile fazla kilo fikrine dayanamayan ve kilo konusunda çirkin şakalar sıralayan herkesin kilostrofobi refleksinin çok gelişmiş olduğunu söyleyebilirim.
Bu kitap beden olumlama hareketini mi anlatıyor? Yoksa bir kişisel gelişim kitabı mı? Senin hikayen mi? Okuyucu ne tür bir beklentiyle okumaya başlamalı bu kitabı?
Kitabı sadece “beden olumlama” kalıplarına sokmamak lazım -ki aslında beden olumlama kilonun da ötesinde çok daha büyük bir kavram. Bu kitap, kilosunu kafaya takmış, fazla kilosu olduğunu düşünen, kilosunun hayallerini gerçekleştirmekte veya başarıya ulaşmakta ona engel olduğuna inanmış herkese pozitif mesajlar veren bir şifa kitabı aslında. Kitap sadece kilolu insanlara hitap etmiyor, tüketim yüzünden mutsuz olan insanların sorunlarını da irdeliyor. Amacım kilosu yüzünden mutsuz olan insanlara hem umut vermek hem de motivasyon kazandırmak. Elbette benim deneyimlerim ve hatalarımdan aldığım dersler de var.
Biraz klişeleşelim ve madem ki kilodan bahsediyoruz, en sevdiğin yemeği ve en sevdiğin dünya mutfağını soralım. :)
Sanırım en çok İtalyan mutfağını seviyorum. Pizzalar, makarnalar, risottolar favorim. Gluten ağırlıklı bir menü olduğunu biliyorum ama yine de normalde çok fazla hamur işi yemem. Vücut için gereksiz şişkinliklerle sonuçlanıyor. Çok sevsem de kararında tüketmeye çalışıyorum bu yemekleri.
“Bu kitap, kilosunu kafaya takmış, fazla kilosu olduğunu düşünen, kilosunun hayallerini gerçekleştirmekte veya başarıya ulaşmakta ona engel olduğuna inanmış herkese pozitif mesajlar veren bir şifa kitabı aslında.”
Kilolu bir insan olarak iş hayatında ve özel hayatında yaşadığın, aklında ya da içinde kalan bir olaydan bahseder misin?
Özellikle çocukluğumdan başlayarak pek çok olaydan bahsedebilirim ve büyüdükçe de bu olaylar farklı bir şiddet boyutuna evrildi. Aslında her kilolu insanın yaşadığı ve kendisinde hem kompleks yaptığı hem de savunma mekanizması oluşturduğu bir sürü olay vardır ve bu olaylar yaşanmaya da devam edecektir, bence asıl sorun, bu tip olaylara çoğunlukla insanın kendisinin müsaade etmesi. Kişi ona söylenen kötü sözleri, olumsuz anıları çok kafaya takıp ona göre hareket etmemeli. Bu yüzden ben de hatırlamamayı tercih ediyorum.
"Bunu sadece kilolu insanlar anlar" diyebileceğin birkaç şey söyler misin?
İstediği kıyafetleri bedenine göre olmadığı için bırakın satın almayı, üzerinde deneyememeyi, restoranlarda tek başınayken iştahla yemek yiyememeyi, denize girerken herkesin ona bakıp onunla alay ediyormuş gibi hissetmesini, hoşlandığı insana kendine olan güvensizliği açılamamayı sadece kilolu insanlar anlar.
Kilostrofobi senin bulduğun bir kelime mi? Bu konuda bir kullanımı Türkiye'de ya da yurtdışında mevcut mu?
Kitap ilk yazıldığında ismi “Kilolu ve Mutlu” idi ancak pazarlama ekibimizle kitabı yayına hazırladığımız sırada bu ismin obeziteyi övmek gibi anlam çıkarılabileceğine karar verdik. Oysaki amacımız hiçbir şeyi övmek değil, herkesin kendi bedeniyle mutlu olmasıydı. Kelime oyunu yaparken aklıma bu isim geldi ve bu ismin Türkiye’de ve dünyada adı konmamış olsa da bir “fobi”nin adı olabileceğine karar verdim. Yani bu ismi ben uydurdum ancak bu “fobi” yüzde yüz gerçektir.
Dünya ve Türkiye'yi karşılaştıracak olursan, kilolu insanlara bakış ve onların hayata katılımı ile ilgili bir farklılık var mı?
“Boğazını tutamayan insan hiçbir işe azmedemez” gibi bir bakış var bizde. Türkiye’de fazla kilo kavramı kadın ve erkekte farklı ayrımcılıklara yol açıyor. Erkekte bazen güç bazen de zenginlik kaynağı olarak görülebiliyor. Kadın içinse hem sosyal hayatı hem de iş hayatında her zaman daha sıkıntılı bir durum haline dönüşüyor. Kişisel gelişim kavramının da önemi aslında burada ortaya çıkıyor; kişi etiketlerinden sıyrılıp “birey olma” bilincini ne kadar yerleştirirse hem kendisi hem de çevresi için faydalı oluyor. Özellikle Avrupa’da ve ABD’de bu bilinç bize oranla daha yüksek olduğundan “herkes daha zayıf olmalı” kafaları değişmeye başladı diyebilirim. O rüzgar ise bizde son zamanlarda daha kuvvetli esiyor. Elbette Türkiye’deki “Beden Olumlama Hareketi”nin ve benzer hareketlerin de buna büyük katkısı var.
Röportaj: Yeşer Sarıyıldız
Fotoğraf: Kemal Dedecan