Bize ait olmayan tüm etiketleri söküp atmıştık üzerimizden. Yalın halindeydik hayatın. Kimsenin bilmediği coğrafyalarda, kimsenin bilmediği bir dili konuşuyorduk. Hayatı hep almak, kazanmak ve yarışmak olanların yıkımına şahit olmuştuk. Muazzam bir seher vaktinin ilk ışıklarında “biz onlar gibi olmayacağız!” demiştik.
Bir kabusun vardığı yol ayrımındasın. Bildiğin ilk haliyle aşkı yaşayıp bugüne uyanmak gibi bir hata yaptın. Bugün ise işler değişti dostum. Ne sen ne ben ne de onlar… Hiçbirimiz hatırlamıyoruz artık. Bugün, bugün bizim en büyük düşmanımız oldu. Üzerindeki uyku, uyuşukluk ve çaresizlik halinden kurtulamadın. Kendine dar geldiğin yerlerde kimseye verecek bir şeyin de kalmadı. Her yaşadığına aşk demek zorunda değilsin. Her yaşattığını da aşk gibi süsleme. Düz ol, sade ol, kelimelere anlamından fazlasını yükleme. “Görüşürüz” en kötü vaadin olmasın günün sonunda.
ŞİBUMİ
Türkçesi nezaket, zarafet, sadelik anlamına gelen Japonca bir kelime olan şibumi, yazar Trevanian’ın bir romanıdır. Ve romanda şöyle der;
“İnsanı en mutlu eden şey, ihtiyaçlarıyla varlıkları arasında bir denge bulunmasıdır. Bütün sorun, bu dengenin nasıl sağlanacağı. İnsan bunu belki varlıklarını yükseltip ihtiyaçlarının düzeyine çıkararak yapabilir. Ama bu budalalık olur. Bunu yapmak, arada bir sürü doğa dışı şeyler yapmayı gerektirir. Pazarlık etmek gibi, çalışmak gibi, çabalamak gibi. Öyleyse? Öyleyse akıllı bir adam dengeyi, ihtiyaçlarını azaltarak, yani onları varlıklarının düzeyine indirerek sağlar. Bunu yapmanın en iyi yolu, bedava olan şeylerin değerini bilmektir. Dağların, kahkahanın, şiirin, bir dostun verdiği şarabın, yaşlı ve şişman kadınların. Bakın bana! Ben elimdekilerle mutlu olmayı çok iyi bilen biriyim. Bütün mesele elimdekileri çoğaltmak.”
Bedava olan şeyler? Dağlar, kahkaha, şiir okumak, evde, sokakta şarkılar söylemek dilediğince… Peki sen? En son ne zaman sokaklarda şarkı söyledin? Hiç şiir okudun mu?
Biliyor musun bunların hepsi aşkı aşk yapan duygulardır. Biliyor musun, biz aşklarımızın içine bunlardan hiç eklemediğimiz için tadını alamıyoruz.
KAYBETMEK
Kimi gelir bir gün, geldiğini söylemez. Kimi gider bir gün, gittiğini söylemez. Neden geldiğini, bizi nasıl bulduğunu bilmeyiz. Gelir… Kimi buna tesadüf der, kimi kader, kimi de kuantuma inanır, enerjinin çağırdığını söyler. Biri gelir ama bir gün. Fark edersen bir şeyler yapmak istersin. “Hoş geldin” demek ya da kaçmak gibi. Bir şey yaparsın ama mutlaka, sana gelen birine.
Kimi de gider bir gün. “Hoşça kal” der ve gider, “sonra görüşürüz” der, gider ve bir daha hiç görüşmezsiniz. Söylemeden çeker gider kimi de… Neden gittiğini bilirsin bazen. Bazen de bilemezsin. Gitmesine anlam veremediğinin, gitmek eylemine anlamlar yükleyip sebebini bulmak istersin. Bulursun da bazen. Bazen de bulamazsın. Yorulursun giden birinin neden gittiğini anlamak isterken. İçin geçer, uyursun. Sonra gelen herkesi uyutursun…
Her iki durumda da kaybedersin. Gelen, geldiği gibi toparlamaya başlar bazen seni. Bazen de geldiği gibi dağıtır her yeri. İkisine de izin verebilirsin. Bazen de “ne yaparsa yapsın!” dersin. Ne olacağını bilememek kekremsi bir tattır bazen. Limonu ikiye bölüp yalamak gibi. Yüzün ekşir, için ürperir ama yine de devam edersin.
Kalmasını en çok istediklerin gelir bazen. Bazen de kalmasını en çok istediklerin gider. Sen olduğun gibi dururken öyle, kimi gelişiyle, kimi de gidişiyle kaybettirir sana kendini.
''Önce sen kendini bulamazsan misafirin çok olur. Kendini bulsana önce! Sonra ihbar edersin yalnızlığını.''
Beklemekten ve bekletmekten vazgeçemiyoruz. En serseri halimizde bile biri çıkıp geliyor ve özenle yaptığımız dağınıklığımızı toparlamaya çalışıyor. İzin veriyoruz. Bu defa oldu sanıp, “Bu ‘O’ galiba.” diyoruz. Bir erkek en masum olduğu zamanda vurulabiliyor. Bir kadın en kalabalık anında. Bir kadın bu defa biri çekip vursun beni istiyor. Bir kadın bu defa bildiği tüm ezberleri bozmak istiyor. Bir kadın yaşamak istiyor bu defa yolda. Yola çıkmak, yoldan çıkmak istiyor. Bir kadın bildiğimiz tüm ezberleri de bozuyor bu defa. Adam tam da orada karışıyor işte. Bir kadın, tanıdığı tüm kadınlardan farklı…
Aşktan yara almış olanın vereceği aşk da yaralı oluyor. Tedavi olmazsa ölecek yanımıza pansumanı yapanın da tedaviye ihtiyacı olması… Ne tuhaf.
Kaybedenler Kulübü yola çıkmış bu defa. Kaan ve Mete yoldan sesleniyor. Yaşlar alınmış, tecrübeyle sabit ilişkiler yaşanmış. Vazgeçilemeyen alışkanlıklar huy olmuş, dert olmuş, sanki biraz da yük olmuş bazen ama sorular hep aynı. Cevaplar hala yaralı. Ama yol özgür hissettiriyor izleyene. Yolda olmak iyi geliyor izleyene de. Kaan hala bildiğimiz gibi, Mete biraz daha soruyor bu defa. Mete’nin bir acısı var bu defa, paylaşmak istemediği. Acısını kendine bile söylemek istemediği. Söylerse tüm hayatı acı çekecekmiş gibi.
Bir kadın, yolda buluyor onları. Yola çıkıyor. Kaan, yaşlandığından mı yoksa sıkıldığından mı ya da Kaan ilk defa kendi gibi bir kadına rastladığından mı, aşık oluyor! Kaan, hani bildiğimiz serseri. Kaan, hani bilirsin onlar için aşk nedir, ilişki nedir. Kaan, sahip olmayı da, sahip olunmayı da sevmeyen, fark ettiği anda da gidenlerden. Kalmak istiyor bu defa! Kalıyor da aslında. Yolda, seyir halinde ama yolda kalıyor sanki. Yolun ortasında, yarı yolda kalmanın farkına varıyor Kaan.
''Olmuştan yana mutluyum, olandan hoşnutum, olacak başımla beraber.''
TERK ETMEK
Biriyle birlikteyken bir başkasına aşık olmak gibi içinden çıkamayacağız duygularla karşılaşabiliyoruz kimi zaman. Kimi zaman da biraz kafa dağıtmak için bir şeyler yaşayıp, birkaç güne biter zaten dediğimize aşık oluyoruz. Aşk öyle ölçüp biçeceğin bir şey olmadığından yolun ortasında vurulabiliyorsun.
Korkularımız standart hayatlarımızdan vazgeçmemize izin vermiyor. Standartlarımız hayat sigortalarımız gibi. Ay başında mutlaka maaşımızı alabildiğimiz işlerde çalışmayı tercih etmek gibi. Herkesin standardı kendine. Peki sen, standartlarından vazgeçtin mi hiç? Hiç olmadık biri için terk ettin mi sevgilini? Standartları terk etmek cesur işidir.
Yola çıkıyoruz baylar, bayanlar. Önce kendimizi, sonra beklediğimizi buluyoruz. Biraz daha kalsın diye kimseye olur olmadık sözler söylemiyoruz. Unutmuyoruz, mıh gibi aklımızda taşıyoruz. Güzel sözler de yaralar bazen.
Kendini beklerken başkasını, başka birini beklerken de kendini terk etme.
Yazan: Tuğba Badal