Bahattin amca, “kapatıyorum pastaneyi, bakkal dükkanı açacağım!” dediği gün yapayalnız kalmıştık hepimiz. Konuştuğumuz çocuklar da o günden sonra bir daha gelmemişti mahalleye. Çok sonraları öğrendik ki, iki kelama saatlerce bakışmak için söylediğimiz bir tabak muhallebiden iflas etmiş. “Bıraksaydım da kaldırım köşelerinde mi yaşasaydılar aşklarını.” demiş. Bakkalın önüne iki tabure, bir sehpa atmış. Gelen giden olursa yine soluklansın diye. Gazozu da bedavadan vermiş mahallenin okullu çocuklarına.
MÜSAİTSENİZ SİZE GELECEKTİK
Siyah beyaz televizyonlardan renkli televizyonlara geçilen ilk zamanlarmış. Apartmanın en zengin dairesinde olurmuş renkli televizyon. Konu komşu merak içinde tabii. Nasıl etmesinler, Zeki Müren’in o ihtişamlı kıyafetlerinin ne renk olduğunu mecmualardan değil, ilk kez kanlı canlı göreceklerdi. Renkli ya hani, yokluğun dramını da alırdı belki biraz üzerlerinden, iki kuruşa geçen günlere bir ağız tadı bırakıverirdi belki. İşte o zamanlardan kalmış “Müsaitseniz size gelecektik.” Akşam oldu mu, renkli televizyonu olan komşunun kapısı çalınırmış. Kimi sonuna kadar açarmış kapısını da, kimi türlü bahanelerle kapıdan çevirirmiş geleni gideni. Kapıdan dönen çocuk olunca çok üzülürmüş büyükler. Her evin en büyük vaadi olmuş sonraları, “renkli televizyon alacağım size!”. Zengin kız fakir oğlan aşk hikayelerinin de ilk filizlendiği zamanlar. Sevginin masumiyetini henüz yitirmediği, soluksuz, çıkarsız yaşanan aşklar. Gözden göze ama, el ele tutuşmak büyük hayal. Renkli televizyonu olan bir ailenin kızıysa eğer ancak müsait olduğunda sevebilirmişsin kendisini. Uzaktan uzağa artık kıza mı imrenirlermiş, siyah beyaz dünyalarında kızın yaşadığı hayatın renklerine bilmiyorum ama yokluğun kol gezdiği, anarşinin yaka bırakmadığı o zamanlarda aşk, edebi bir eserin kapıcı çocuğuymuş.
Türk Filmlerine konu olan aşklar da yaşanmışlıklardan ileri gelirmiş zaten.
Ne diyordu o filmde Sadri abi;
"Semtimizin bir tanesiydi Müjgan.
Saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür,
Elleri ufacık, gözleri dört defa lacivertti.
Ve de her ne hikmetse, o da bana gönüllüydü.
Öyle bir sevdim ki Müjgan'ı,
Dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim.
Evleniriz gibi geldi bana.
Evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar, fakir soframız kurulur gibi geldi.
Sahil bahçesinde gazoz içerekten, gizli gizli mal-ü hülya kurardık.
Sonrada çarşılara giderdik.
Eşya beğenirdik, elden düşme.
Aynalı konsolumuz, topuzlu karyolamız bile olacaktı.
Müjgan'ın her an, her bir daim yanında olacaktım.
Ama olmadı.
Gitti..
Nereye mi ?
Paraya gitti abicim, paraya."
Ah Müjgan Ah
Ah be Müjgan abla!
KARIŞIK KASETLER
Kasetlere ses kaydı alınan teypler varmış o zamanlarda. Fakirlik hayallerin önüne geçmesin diye imkansızlıklardan imkan yaratılırmış. Düşler aç kalmasın yeter ki… Radyoda çıkan şarkılardan toplama bir kaset yaparlarmış kendilerine. Rec tuşunun başında saatlerce beklediğimizi bilirim diyor o zamanın genç şimdinin ihtiyar delikanlıları. Toplama şarkılardan emek emek yapılan karışık kasetler sevdiceğine hediye edilirmiş. İçindeki her bir şarkı aşkını anlatırmış. Yan yana gelmenin mucize olduğu o günlerde aşk, karışık kasetlerden dinlenirmiş. Üst üste alınan darbelerin hatırlanan en güzel devrimi olurmuş aşklar!
Evinde teyp olmayanlarsa kasetçi dükkanlarında alırmış soluğu. Mahallenin abilerine istediğin şarkıların listesini verirmişsin o senin için karışık bir kaset kaydı yaparmış.
Kendi sesinden şarkılar, şiirler söyleyenler de olurmuş o rec tuşunun başında. Kim bilir belki sevdadan belki de meşhur olma hayallerinden… Bazen sahibine ulaşırmış da bazen çevirmeye takılırmış kasetler.
Taşınma esnasında bulduğum kutunun içinden çıktı, üzerinde “Karışık” yazan kaset. Yine eskiden kalma, atsan atılmaz satsan satılmaz küçük teybimizi buldum. Kaseti teybe taktım, bir ses, küçük, çok küçük. Kardeşimle şarkılar söyleyip kaydetmişiz. Kayıt bitmiş, biz kaseti teypte unutmuşuz, arkada Susam Sokağı başlamış.
Kasetler yerini CD’lere bıraktığında zamanın bir şeyleri alıp bir daha hiç geri getirmeyeceğini anlamıştım.
Yazan: Tuğba Badal