Dünyanın çevresini bisikletle, desteksiz en kısa sürede dolaşan kadınsınız! Sizi motive eden neydi? Bize karar verme aşamanızdan biraz bahseder misiniz?
Ölüm deneyimi çoğu zaman güçlü bir tetikleyicidir, bu benim için de geçerliydi. Çok sevdiğim adamı kaybettikten sonra her şeyden kaçmak isterken bir yandan da hayata devam etmenin bir yolunu aradım. O bir kaşifti. Ölmeden önce büyük, macera dolu bir yolculuğa çıkacağımıza dair bana söz vermişti, ben de her hâlükârda bu yolculuğu gerçekleştirmeye karar verdim. Bunu bisikletle yapmayı seçmem tamamen tesadüf. O zamana kadar hiç bisiklet sürmemiştim, önce bunu öğrenmem gerekiyordu, fakat bu mücadele beni çektiğim duygusal acıdan uzaklaştırmak bakımından çok faydalı oldu. Yolculuğum için araştırma yaparken, daha önce dünyanın çevresini dolaşan hiç kadın olmadığını, tüm derecelere erkeklerin sahip olduğunu fark ettim. Ve dedim ki, madem dünyayı öyle ya da böyle dolaşacağım, bari rekor denemesine girişeyim. Uçlarda yaşayan bir yapım var, dolayısıyla hiçbir şeyi yarım yamalak yapmayı sevmem. Bir şeyi yapıyorsam sonuna kadar giderim. Ne var ki bu macerada esas olan rekor kırmaktan çok, yolculuğun kendisiydi. Sonunda rekor kırmak işin bonusu oldu.
Geçtiğiniz yerlerden biri de Türkiye'ydi. Türkiye deneyimlerinizden bahseder misiniz? En çok nesini sevdiniz?
Türkiye'yi pek çok açıdan seviyorum. Türk kahvaltıları örneğin... Her bisikletçinin rüyası. Ayak bastığım andan itibaren ve daha önceki ziyaretlerimde de, Türk insanının nezaketinden ve misafirperverliğinden çok etkilendim. Çok samimi ve yardımseverler. Hindistan'dan Türkiye'ye geldiğimde hava soğuktu, bu yüzden sık sık benzin istasyonlarında ihtiyaç molası verip yiyecek ve su stokluyordum. Lavabodan her çıkışımda biri elinde sıcak çayla beni bekliyor oluyordu. Bu harikaydı. Nereye gidersem gideyim bana her konuda yardımcı olmak isteyen bir grup iyi kalpli insanla karşılaşıyordum. Türkiye'nin kültürünü de seviyorum. Kadim ve zengin bir tarihi var. Sırf tarihi yerleri gezmek için tekrar gelmeyi çok istiyorum.
Geçtiğiniz ülkelerden hangisi sizi en çok zorladı? Orada neler yaşadınız?
En zorlusunun Hindistan olduğunu söyleyebilirim. Daha ilk gün kaza yaptım, feci şekilde diyare oldum, ardından da grip. Pedalladığım güneydoğu sahil şeridinde kasırga çıktı, dört gün boyunca yağmurlar seller ve sert rüzgarlarda sürdüm. Ama asıl zorluk yemek yemek veya yol sormak için her durduğumda etrafımı saran samimiyetsiz kalabalıkla muhatap olmaktı. Bazen o kadar büyük izdiham oluyordu ki, dağıtmak için elinde coplarla polisler gelmek zorunda kalıyordu. Ayrıca tacizci motosikletliler tarafından da takip edildim. Agresif ya da kafayı yemiş biri gibi davrandığımda geri çekildiklerini gördüm. Bisikletimden inip maymun taklidi yapıyordum ve bu daima işe yarıyordu.
Peki ya kalbinize dokunan hikayeler oldu mu? Yolda karşılaştığınız insanların hikayeleri?
O kadar çok ki tümünü anlatmama imkân yok, kitabı okumalısınız. Dağlarda mahsur kaldığımda, hipotermiye girmek üzereyken beni Yeni Zelanda'lı yaşlıca bir çift kurtardı. Karavanla zıt yöne doğru yolculuk yapıyorlardı, ne şans ki o gece park halindeydiler. Geceyi onlarla geçirip kendimi toparladım, sabah da beni kahvaltı ettirip yolladılar.
Türkiye'de bir başka yol meleği, beni rampada kovalayan azgın köpeklerden kurtardı. Zor durumda olduğumu gören bir şoför arabasını akşam yemeği peşindeki bu köpek sürüsünün üzerine sürdü. Ben tepeye varıp yokuş aşağı hızlanıncaya kadar yanımdan sürerek onları benden uzak tuttu.
Bisiklet üzerindeki bir gününüzü de merak ediyoruz, 24 saatlik zaman dilimindeki deneyimlerinizi... Sponsorunuz olmadan nasıl yiyip içtiniz? Nerede konakladınız? Temel ihtiyaçlarınızı nasıl karşıladınız?
Genellikle günde 8 ila 12 saat pedallıyordum. Desteksiz olduğum için, yolda bir kasaba veya şehre geldiğimde su ve yiyecek için mola veriyordum. Molalarım çok uzun sürmemeliydi, dolayısıyla çoğunlukla benzin istasyonlarında ayaküstü bir şeyler yiyip yola devam ediyordum. Bisikletimde beni bir sonraki kasabaya kadar idare edecek atıştırmalık ve bol bol su bulunduruyordum. Geceleri kalacak bir yerler bakınıyordum ya da yolculuğumu internetten takip edenler şehirlerinden geçiyorsam beni misafir ediyorlardı. O gece nereye varacağımı ya da o gün ne kadar yol alacağımı önceden bilemediğim için asla bir gün sonrasının planını yapamadım. Yolda her an bisikletle ilgili teknik sorunlar, kaza (çok fazla yaptım), karşıdan esen rüzgarlar, kötü hava koşulları ya da hastalık sebebiyle planlar bozulabiliyordu. Günlük mesafe hedefimi bozacak bir sürü etmenle karşılaşabiliyordum. Ben de her gün, koşullara rağmen mümkün olan en uzun mesafeyi sürmeye gayret ediyordum.
"İçimizde sırf yapabileceğimize inanmadığımız ya da asla denemediğimiz için belki de hiçbir zaman fark edemediğimiz büyük bir potansiyel var."
İlginç bir şey deneyimlediniz ve bu Guinness Rekorlar Kitabı'na girdi. Ne hissediyorsunuz? İnsanlık tarihinde hiç kimsenin başaramadığı bir şeyi başaran biri olarak kayıtlara geçmek size kendinizi bir süper kahraman gibi hissettiriyor mu?
Bir şey hissediyorsam adına alçak gönüllülük diyebilirim. Dünyayı ne kadar çok görürseniz, kendinizi o kadar küçük ve aynı zamanda insanlık durumlarıyla o kadar bağlantıda hissediyorsunuz. Bu türlü bir deneyim sizin dünyayı ve dünyadaki yerinizi doğal olarak daha az benmerkezci gözlerle görmenizi sağlıyor. Dürüstçe söylemeliyim ki, rekor kıran ilk kadın olduğum için kendimi özel hissetmiyorum. Gördüğüm şey şu: İçimizde sırf yapabileceğimize inanmadığımız ya da asla denemediğimiz için belki de hiçbir zaman fark edemediğimiz büyük bir potansiyel var. Ben sporcu ya da bisikletçi değildim ve bunu ben yapabildiysem herkes yapabilir. Tüm iş, birinin bunu yapmasına ve diğerlerine de yapılabileceğini göstermesine bakıyor.
Tüm bunları deneyimlerken, bir yandan yazdınız. Yazma süreci nasıldı? Küçük notlar alıp sonradan bir araya mı getirdiniz yoksa kitabı bir oturuşta mı yazdınız?
Guinness Rekorlar kuralları gereği, yanımda taşıdığım seyir defterine her gün kayıt tutmak zorundaydım. Yaptığım kilometreyi, durduğum yerleri, gece konakladığım noktaları, o gün başıma gelen ilginç şeyleri not edip, karşılaştığım insanlardan imza almam gerekiyordu. Bisiklet üzerinde uzun saatler düşüncelerimle baş başa yol aldığım için, yaşadığım idrak anlarını, hissettiklerimi ya da deneyimlediklerimi de hızlıca not düşüyordum. Bunların kitabı yazmaya oturduğumda çok faydasını gördüm; kitabın büyük kısmını zaten oraya yazmıştım. Rüzgâra Karşı'yı yazarken seyir defteri formatının aynısını kullandım. Kitaptaki kısımların çoğu orijinal seyir defteri kayıtlarından direkt alındı.
Bizim ülkemizde spor kültürünün yeterince gelişmediğinden, gençlerin ve çocukların spor alanında yeterince yer almadığından şikâyet edilir. Siz çok kültürlü bir toplumda büyüdünüz. Sizi spor yapmaya ve bu yolculuğa çıkmaya motive eden bu kültür hakkında neler söylemek istersiniz? Bizim ülkemiz için vereceğiniz tavsiyeler olur mu?
Aslına bakarsanız, ben kapalı, yüksek duvarlar ardında, çok küçük bir çevrede büyüdüm. Annemler “Tanrı'nın Çocukları” adlı dini bir tarikata katılmışlardı. Bizim "normal toplumun" arasına karışmamıza izin verilmiyordu. Aktif olarak spora yönlendirilmiyorduk. Egzersiz yapıyor, fakat asla rekabetçi bir spor aktivitesine katılmıyorduk. Benim sporla uzaktan yakından alakam yoktu ve dünya turuna çıkmadan önce bisiklet sürmeyi bilmiyordum. Diyeceğim o ki, sporcu olmak için gençleri aktif şekilde spora yönlendiren bir kültürden gelmeniz gerekmiyor. İhtiyacınız olan tek şey içsel motivasyon ve kendi sınırlarınıza gitme arzusu.
Bununla beraber, sporun gelecek nesillere disiplin, takım oyunu, dayanıklılık, bir hedef doğrultusunda mücadele etmenin zevki gibi hayat derslerini öğretmenin ve kişisel özgüven inşa etmenin harika bir yolu olduğuna inanıyorum.
Bu yolculuk hayatınıza ne gibi bir yeni boyut kattı? Size, "Aslında hiçbir amaca hizmet etmiyordu fakat tam da aradığım şeydi ve tüm zorluklara değdi," dedirten bir yönü var mı? Bu bağlamda, sizinki gibi bir yolculuğun hayalini kuran gençlere neler söylemek istersiniz?
Bu yolculuk kesinlikle bir amaca hizmet etti. Yola çıktığımda, depresyonun ve üzüntünün karanlık dehlizlerindeydim, döndüğümdeyse hayata olan tutkumun yeniden farkına varmıştım. Yolculuk içimdeki daha fazlasını görme, daha fazlasını yapma, daha fazlasını öğrenme, daha fazlasını deneyimleme ve kendi potansiyelimi keşfetmeye devam etme arzusunu yeniden uyandırdı.
Dünyayı dolaşma hayalleri kuran gençlere şunları öneririm: Yola ön yargısız, yerleşik fikirleri geride bırakarak ve beklentisiz çıkın. Böylece dünyayı, yeni deneyimleri ve kültürleri olabilecek en "samimi" şekilde keşfedebilirsiniz. Karşılaştığınız herkes sizin bilmediğiniz bir şeyler biliyor olacak, dolayısıyla size yeni şeyler öğretebilir. Bunun ne olduğunu keşfetmeye bakın.
Başarınız aynı zamanda kadınlar açısından da önemli. Kadınlar için her geçen gün daha da zor hale gelen bir dünyada yaşıyoruz. Yeteneğini gösterme şansı bulmuş bir kadın olarak, kadınlara vermek istediğiniz mesaj nedir?
Hayatta hiçbir şeyi, erkekler bunu daha iyi yapar ya da kadınlar şunu daha iyi yapar gibi bir bakış açısıyla yapmıyorum. İki cins arasında bir rekabet olduğuna asla inanmıyorum. Benim için önemli olan yapabileceğimin en iyisini yapmak ve birey olarak olabileceğimin en iyisini olmak. Kendi sınırlarınıza ulaşmaya çalışıp hayattaki büyük amacınızı ve potansiyelinizi keşfetmeye çalışırken karşınıza daima kıskananlar ve sizi kendi ortalama seviyelerine çekmek isteyenler çıkacak. Bunlarla mücadele etmek zorunda kalacaksınız.
Kadınlar genel olarak özgüvenlerini ve yeteneklerini daha çok sorguluyorlar; belki de yüzyıllardan beri süregelen bastırılmışlık ve bize hep daha zayıf cins olduğumuz söylenmesi sebebiyle. Erkekler keskin köşeler, kadınlarsa yuvarlak; doğa belli bir sebepten bu ikisiyle dolu. Biri diğerini tamamlıyor ve denge için her ikisine de eşit düzeyde ihtiyaç var. Ancak karşılıklı saygıyla hareket ettiğimizde insan toplumu doğru dengeyi bulabilir. O güne kadar da biz kadınların yapması gereken, olabileceğimizin en iyisi olmaya devam etmek, yaşamlarımızı ve etrafımızdakilerin yaşamlarını iyileştirme yolunda birbirimize destek olmak.
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı