Öncelikle mimar olma kararı aldığınız bir an, anı var mıydı, diye sorarak başlayalım. Kararınızdan şüphe ettiğiniz oldu mu? Çünkü üniversiteli gençlerin büyük çoğunluğunda bölümleri/meslekleri ve hayalleri arasında bir paralellik bulunmuyor. Sizin için durum neydi?
Benim hikayem bu anlamda çok kısa ve net. Abim üniversitede mimarlık bölümü okurken, onu hayran hayran izlerdim ve hatta severek ve isteyerek maketlerine ve çizim süslemelerine yardım ederdim. Mimarlıkla öyle büyük bir aşk yaşamaya başladım ki, üniversitede sadece mimarlık bölümü tercihleri yaptım. Ve şu anda kendimi başka bir meslek yaparken düşünemiyor, işimle aşk yaşıyorum.
Bir de hep merak etmişsizdir; mimar ve yüksek mimar arasında ne fark var ve unvanı “yüksek mimar” olan birinin sektörde sağladığı avantajlar var mı?
Üniversiteden mimarlık bölümünü bitiren her mezun, mimar unvanı ile mezun oluyor. Sonrasında eğitim anlamında mesleğinde uzmanlaşma tercihi yapan mimarlar, istediği kürsüde yüksek lisans eğitimini alarak yüksek unvanını kazanıyor. Aslında bir nevi seçtiğiniz bir konuda uzmanlaşarak yüksek mimar unvanını elde ediyordunuz. Bunun devamında da profesörlüğe kadar ilerletebileceğiniz bir süreçte devam ediyor. Daha çok akademisyenliği tercih eden ama yine de kişisel tercihlere bağlı bir seçim bu.
"Keşke şunu da yapsaydım dediğim bir tek şey var: Keşke birinci sınıftan beri çalışsaymışım. Ben ilk çalıştığımda dördüncü sınıftaydım ve pratik yapmanın önemini o zaman anlamaya başlamıştım."
Bir de öğretim görevlisi olarak üniversitelilerle temas ediyorsunuz. Bu, sizin için nasıl bir tecrübe ve onların yerinde olduğunuz geçmiş yılları düşündüğünüzde keşke şunu da yapsaydım dediğiniz bir şey var mı, nasıldı öğrencilik yılları?
Tabii ben misafir öğretim görevlisi olarak dönem dönem derslere giriyorum. Çok zevk alarak, enerjimi yükselten bir tecrübe oluyor benim için. Benim okuduğum zamanda da şimdi de dikkatimi çeken şey, çok az pratik yapılması. Derslerin teorik olması kadar, uygulamalı ve araştırma ihtiyacına yönlendirecek eğitim sisteminin de önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü mezun olunduktan sonra sudan çıkmış balık olma durumu var ki, bu da gençlerimizin hevesini maalesef kırmakta, iş hayatında zorlanmalarına sebep olmakta. Keşke şunu da yapsaydım dediğim bir tek şey var: Keşke birinci sınıftan beri çalışsaymışım. Ben ilk çalıştığımda dördüncü sınıftaydım ve pratik yapmanın önemini o zaman anlamaya başlamıştım. Çok çalışkan bir öğrenciydim, aslında mimarlık fakültesinde okuyanlar hep proje yetiştirmek için sabahlara kadar çalışmaktan ve proje çizmekten bahsederler. Bense öğrencilik hayatımda çok düzenli ve disiplinli ilerlediğim için neredeyse hiç sabahlamadığımı itiraf etmeliyim. Ama sosyal hayatımdan da hiç eksik kalmadım. Yani planlı çalışıldığında hem kendinize hem işinize rahatlıkla vakit ayırabiliyorsunuz.
Projelerinizi size özgü yapan bir ya da kariyerinizde sizi, tabiri caizse, diğerlerinden ayrıştıran şeyler var mı, varsa neler?
Son yıllarda öncüsü olduğumuz yeni trend beni en çok ayrıştıran durum aslında; Magic Touch. Yani bizim Touching “mimari dokunuş” yöntemi, var olan mekanı, küçük değişikliklerle, genelde kırma dökme olmadan, nokta atışı seçimlerle ve hatta eski kullanılan mobilya ve ürünlerden faydalanılarak yaratılan yepyeni ve enerji dolu mekanları dekore etme yöntemidir. Aslında nasıl makyaj yaparken güzel bir makyajla çok daha çekici hale gelebiliyoruz, touching için de mekanlara kalıcı makyaj yapıyorum diyerek açıklıyorum ben durumu. Bir diğeri antrasit rengine duyduğumuz inanılmaz ilgi ve her projemde az ya da çok bu rengi uygulamam. İşime duyduğum saygı ve sevgi, konuştuğum herkese sanırım yansıyor çünkü çalıştığım herkes işime olan bağlılığımdan çok etkilendiklerini söylüyorlar.
Üniversiteli genç mimar adaylarına, kariyerinin başındaki genç mimarlara kat ettiğiniz yollardan çıkardığınız nasıl önerileriniz olur?
“Ne yaparsan yap, aşk ile yap” demişler ya, kesinlikle bu çok doğru. Püf noktası mesleği çok sevmekle başlıyor, sonrasında dünya insanı olmakla devam ediyor. Dünyayı, trendleri, yeni teknolojileri araştırmak, yurt içi ve yurt dışı fuarlarını takip etmek ve etkileşim halinde olmak. Mimarlık aynı zamanda müşteriyi çok iyi tanıma ve analiz yapmayı da yanında getiriyor ki, müşteriyle bire bir aynı frekansı yakalayıp isteklerine doğru cevap vermeyi sağlıyor. Başarılı bir mimar, öncelikle işini çok sevmeli, idealist olmalı ve farklı fikirler üretebilmeli. Kendine özgü bir çizgisi, savunduğu bir özelliği ve farklılığı olmalı. Müşteri taleplerinde doğru yönlendirme yapmalı, esneklik payını kendi tarzı ve doğrularına göre ayarlayabilmeli.
Son olarak, çalışmak ve işinize saygı duymak da çok önemli. Çalışın, işinizi sevin, işinize saygı duyun ve elinizden gelen en iyisini yapın. Başarı kaçınılmaz olacaktır.
Röportaj: Erkmen Özbıçakçı