Kampüs okuyucuları için sizi tanıyarak başlayalım. Kimdir Caner Peçenek, neler yapıyor?
1982’de İstanbul’da doğdum. Profesyonel bale sanatçısıyım. Ortaokuldan üniversiteye kadar İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Bale Anasanat dalında okudum. Kariyerimi balenin yanında, koreografi, sahne tasarımı, prodüksiyon ve müzisyenlik üzerine devam ettiren ender sanatçılardan biriyim. 1999 yılında “Çağdaş Bale Dans Topluluğu”nda dans ettim. O dönemde klasik gitar çalmaya başladım ve Niran ÜNSAL, Nida ŞAN gibi isimlerle sahne ve konser çalışmaları yaptım. 2001’de Mustafa Arslan, Aykut Oray ve Gülsüm Soydan ile oyunculuk atölyelerinde asistanlık yaptığım süreçte tiyatro eğitimi aldım.
2003 yılında ise ilk profesyonel işim olan “Night Of The Sultans” grubuna girerek yirminin üzerinde ülkede yüzlerce gösteride dans ettim. Dansın birçok türünde ve disiplininde eğitim aldım diyebilirim. 2007 yılında ise İstanbul Şehir Tiyatroları’nda “Leyla ile Mecnun” adlı oyunda Mecnun rolünde solist dansçı ve oyuncu olarak görev aldım. Bu sırada müzisyenliğe devam ederken, İstanbul Belediye Tiyatroları’nda, tiyatro oyunlarına koreografiler ve sahne düzenlemeleri yaptım. Zaman zaman da reklam, dizi ve klip çekimlerinde dans ettim. 2009 yılından itibaren, çeşitli özel kurslarda ve kolejlerde dans eğitmenliğe başlarken sahne ve teknik tasarımlar yapıp sahneye koyduğum eserlerde kullandım. 2013 yılından bu yana ise özel bir kolejde bale ve dans eğitmenliği yapıyor, geleceğin dansçılarını yetiştiriyorum. Şu an ise beş yıldır Zorlu PSM de yapılan büyük bir gösterinin sahne tasarımı, koreografi çalışmalarını, müzik edit ve sahne prodüksiyonluğunu yapmaya devam ediyorum.
Dans, hayatınıza nasıl dahil oldu? Ne zamandır yapıyorsunuz?
Ben de hemen hemen her çocuk gibi ilkokulda halk dansları ile dans hayatıma başladım. Ailemde birçok müzisyenin olması, beni küçük yaşta müziğe yönlendiriyordu. Özellikle Türkiye’nin önemli kompozitörlerinden Muzaffer Uz ve yine Türkiye’nin ilk arp sanatçılarından ve Alman Ateşesi olan Bülben Uz’u dinledik ve gördükçe müziğe olan sevgim artmıştı. Ardından ilkokulda konservatuara girmeye karar verdim. 1992 yılında Kadıköy’de konservatuarın önünden geçerken, anneme burada okumak istediğimi söyledim ve müzik bölümüne kayıt oldum. Üç sınavın ikisini kazandım. Son yetenek sınavında beni yetiştiren bale hocam Oral Yazıcı ile karşılaştım, bana müzik bölümünü kazanamazsam bale okumak ister misin diye sordu. Ben de tabii ki dedim. O gün bale sınavına girdim. Müzikte yedek listesine girdim ve baleyi kazandığım için bale hayatım başlamış, ailedeki ilk balet olmuştum. Ta ki babamı kaybedip 1998 yılında gitarla tanışana kadar.
Devam eden koreograf kariyeriniz var ve birçok performans sanatında siz de yer alıyorsunuz. Meslek olarak koreograflığa nasıl geçiş yaptınız?
Her şey uzun bir zaman ve birikime dayanıyor. Fazla çalışıp birçok dans disiplinini öğrenince zamanla sizden bir şeyler çıkmaya başlıyor. Aslında bilgilerin artık bedeninde ve beyninde harmanlandığını, açığa çıkmak isteği doğurduğunu görüyorsun. Biz buna olgunluk dönemi diyoruz. Ben de elimden geldiğince aldığım diğer eğitim ve bilgileri harmanlayarak farklı yaratımlar ve koreografiler ortaya çıkarmak istedim.
Bir yandan da müzisyen kimliğiniz var. Hepsinden biraz mı demeliyiz yoksa sizin için asıl mesleğim şu dediğiniz hangisi olurdu?
Müzisyen olabilmemin en büyük avantajı konservatuarda okumuş olmamdı. Dans ederken bir yandan müzisyen olan sınıf arkadaşlarımdan müzik ile ilgili birçok şey öğrenip, hatta onlarla çalışıp kendimi geliştiriyordum. Dans, müzik, tiyatro hepsi çok değerli sanat dalları. Hepsini bir bütün olarak görüyorum birbirlerini tamamladıklarını düşünüyorum. Kendimi en iyi ifade edebildiğim yer olduğu için dans ilk sırada yer alıyor.
“Yaratıcılığınızın açığa çıktığı her an, her yerde çalışabilir, bir proje için aylar, belki senelerinizi harcayabilirsiniz. Tabii bu, sadece sahnelediğiniz bir gösteri ve sonundaki o muhteşem alkış için çalışmaya, yaratmaya, yorulmaya değen bir emek.”
Sahne sanatları hem eğlenceli hem de çok fazla insanın sorumluluğunu aldığınız bir iş. Bu mesleğin zorlukları neler?
Sahne sanatları sonu olmayan, her zaman sizi şaşırtan ve kendinizi sonsuz geliştirebileceğiniz bir sanat dalı. İçinde sanat disiplinleri dışında çağın getirdiği teknik veya teknolojik birçok şeyi barındırıyor. Bu yüzden siz ona ayak uydurmaya çalışırken sürekli öğrenip kendinizi geliştirmek durumundasınız. En büyük zorluğu ise hata payının yüksek olması ve yapılan hatayı seyirciye, pardon biz hata yaptık oyunu baştan alıyoruz, diyemeyecek olmanız. Ne yaparsanız o şekilde hatırlanıyor, beğeniliyor ya da acımasız bir şekilde eleştiriliyorsunuz. Bu mesleğin mesaisi yok. Yaratıcılığınızın açığa çıktığı her an, her yerde çalışabilir, bir proje için aylar, belki senelerinizi harcayabilirsiniz. Tabii bu, sadece sahnelediğiniz bir gösteri ve sonundaki o muhteşem alkış için çalışmaya, yaratmaya, yorulmaya değen bir emek.
Şu an eğitimine sahne performanslarının bölümlerinde devam eden ve kariyerini bu yönde geliştirmek isteyen okuyucularımıza mesleğinizle ilgili neler önerirsiniz?
Kesinlikle araştırmalı, ne olursa olsun izlemeli ve akımları takip etmeliler. Klasik ya da popüler kültüre ait olan, sinema, tiyatro, bale, opera, müzikal, resim, heykel gibi aklınıza gelebilecek bütün sanat dalları ve sanatçıları hakkında bilgi edinmek ve onları anlamaya çalışmak şart. Sanatçı, korkmadan, kimsenin ne düşüneceğini umursamadan, doğaçlama yapabilmeli; birine, ya da bir şeye benzetmeye çalışmadan, bir yandan tanıdık diğer yandan şaşırtıcı olmalıdır. Son olarak eserlerinizde imzanızı taşıyan izler bırakın, işte o zaman kendinizi daha mutlu hissedeceksiniz.
Röportaj: Tuğba Badal