Bir film, belki dünyada birçok şeyi değiştiremez ancak bir kişinin bile hayatına dokunduğunda, bir kişinin dünyaya farklı bakmasını sağladığında başarılıdır benim gözümde. 20’li yaşlarda bu filmler daha bir etkiler bizi çünkü o yaşlarda yavaş yavaş temel fikirlerimiz oturmaya başlar. Bir film izlersin, hayata bambaşka bir açıdan bakmaya başlarsın. Bu hafta, bizi aklımızdan yakalayan ve kalıcı bir iz bırakan filmleri listeleyeceğiz.
SİNEMA, BAKIŞ AÇIMIZI NEDEN DEĞİŞTİRİR?
Lumiere kardeşlerin 1885’teki büyük adımından bu yana sinema, tüm dünya için önemli bir düşünme biçimi. Düşünme biçimi diyorum, zira bir görsel şölenden ziyade yönetmenlerin, senaristlerin fikirlerini beyan edebilme yoludur sinema. Hiç içinde bulunmadığımız hayatlar, çok özendiğimiz aşklar, en büyük intikamlar… Hepsi beyaz perdenin büyülü dünyasında farklı farklı şekillerde kendine yer buluyor. Bazı filmler ise herkesin yaşadığı, görmeye alıştığı sıradan olaylara oldukça farklı bir noktadan bakıyor ve izleyicisinde bir aydınlanma gerçekleştiriyor. Hatta bu konuda bir ödül bile var; Cannes Film Festivali’nde 1978 yılından beri verilen “Un Certain Regard”, Türkçe çevirisiyle “Belirli Bir Bakış” ödülü.
YÖNETMENİN BAKIŞI
Bazı konular vardır, hemen hemen herkesin ortak fikri olan. Aşk gibi, ölüm gibi… Biz, kendi içimizde dahi bu konuları sorgulamaya çekiniriz. Ortak kanı, “Aşk iyidir, ölüm kötüdür.” Bu konulara farklı açılardan bakmayı denediniz mi? Bergman, Tarkovski, Kieslowski gibi bu işin üstatları bir yönetmenden ziyade nevi şahsına münhasır birer filozof, düşünce insanı. Dolayısıyla yaptıkları işi salt sinema olarak değerlendirmek yerine, bir düşünce biçimi olarak ele alabiliriz. Antik Yunan filozoflarını okuduğunuz ve öğrendiğiniz o ilk zamanlarda nasıl ki yeni bakış açıları kazandıysanız, sinemada da aynı şekilde ufuk açıcı yönetmenler vardır. Bu yönetmenlerin bize söylemek istedikleri var, çok ince fikirleri var, hayata dair zarif yorumları var… Beyazperdenin değerli filozoflarına bir kulak vermemiz gerek.
EN İYİ 10 FİLM
“Ve ben, Antonius Block… Ölüm’le satranç oynuyorum!”
Çoğu otorite ve yönetmen tarafından sinema tarihinin en başarılı ve en özgün ismi kabul edilen Ingmar Bergman, Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alan Yedinci Mühür filminde; savaştan yılmış bir Orta Çağ şövalyesinin ülkesine dönüş yolunda Azrail’le karşılaşmasını anlatıyor. Varoluşçu sinemanın en büyük örneklerinden olan bu filmde, hayatın anlamını arayan karakterimiz yolda karşısına çıkan ölümü bir düelloya davet ediyor. Gayet sıradan bir tema olan yaşam ve ölümü bambaşka bir şekilde ele alıyor dahi yönetmen Bergman. Hayata, savaşa ve ölüme bir de Bergman’ın gözünden bakmalısınız. Eminim hayatınızda çok şey değişecek.
“Bizler bize sunulan dünyanın gerçekliğini kabul ederiz.”
Yaşadığımız dünya, ya gerçek değilse ve tamamen bir kurgudan ibaretse? Jim Carrey muhteşem oyunculuğuyla Truman Burbank karakterine hayat veriyor, bize de yer yer gülerek yer yer üzülerek izlemek kalıyor. Truman Show; Platon’un mağara alegorisinden yola çıkarak günümüz dünyasının en büyük problemlerinden birine yeni bir bakış getiriyor. Üzerinde yaşadığımız dünyayı ve etrafımızdaki insanları tekrar sorgulamamızı sağlayan bu film, hayattaki bazı gerçekleri fark etmemiz adına çok önemli ipuçları veriyor.
“Kabil'den bu yana hiçbir ceza dünyayı iyileştirememiştir.”
Sebepsiz yere işlenen bir cinayetin hikâyesi, 84 dakikaya sığan bir düşünceler silsilesi. Her sahnesinde hayata dair yepyeni bakış açıları edinebileceğiniz bu film; tam da Polonya’da “idam” konusu tartışılırken çekilmiş. Toplumdan izole yaşayan ama aslında kimseye de zararı olmayan bir genç, hiçbir sebebi yokken bir taksi şoförünü öldürür ve sonu idama kadar giden bir hikâye başlar. Oldukça rahatsız edici ve gerçekçi görüntüleriyle hafızalara kazınan bu filmle Kieslowski, 41. Cannes Film Festivali’nde Fipresci Ödülü ve Jüri Özel Ödülü’nün de sahibi olmuştur.
4 Dövüş Kulübü / Fight Club (1999) – David Fincher
Hazırlayan: Tugay Şahin