Yaşayan her şey ölür, fotoğraflar nefes alır.
FOTOĞRAF ALBÜMLERİ
Eskiden her evde bir tane olurdu fotoğraf albümlerinden. Gelen misafirlere çay ikram edilir gibi sunulur, her bir fotoğrafın hikayesi özenle tekrar tekrar hatırlanırdı. Aynı fotoğraflara baktıkça sanki ilk kez bakıyormuşçasına yeni hikayeler dökülürdü ağızlardan. Arka planda çıkan bir insan silüetinden, kareye giren bir masa örtüsünden bile saatlerce sohbeti geçecek hikayeler dinlenirdi. Güzel de olurdu hani. Bazen çok iyi tanıdığın, bazen de hayatında daha önce hiç görmediğin insanların hayatlarına tanık olurdun. Özlenenler olurdu o fotoğraflarda. Çok özlenenler olurdu… Özlesen de geri gelmeyecekler olurdu... Gözler dolardı, “ben bir çay daha koyayım da devam ederiz” diyerek geçiştirilirdi.
Pişmanlıklar dökülürdü bazen dillerden. Küs gidilen fotoğraflar olurdu. Bazı kalabalık fotoğraflardan yırtılanlardı onlar. Fotoğrafın onun olduğu taraf ya yanmış ya da özenle kesilmiş olurdu. Yırtık bir fotoğraftan anlardın küskünlüğü. Yine de yerinden edilmezdi o albümde. “Burada kim vardı?” diye sorardın, bazen cevabı olurdu, bazen “boşver onu şimdi!” olurdu. Boşverilen fotoğraflar akılda kalırdı. Albüm sahibi aklının bir köşesini yırttığını bilirdi o fotoğrafta, bir şey demezdi. Zaman çok geçmişti, telafisi yoktu yırtıkların. Üzerine konuşulsa da geri gelmeyecek zamanlardı onlar…
İlk binilen otomobil, ilkokuldaki ilk aşk, gidip de hiç görmediğimiz memleketlerle dolu olurdu o albümler. Sünnet fotoğrafları en çok gülünen fotoğraflar olurdu mesela. Büyümüş adam olmuş görmek istemezdi, göstermek istemezdi o anlarını. Sansürü olmazdı çünkü sünnet fotoğraflarının. Eskidendi ya işte, istesen de üstünü kapatamazdın çıplaklığın.
Fotoğraf albümleri bazen çay saatlerinin, bazen de gecenin bir vaktinin en güzel sığınağı olurdu insana. Herkes ölürdü ama fotoğraflar nefes alırdı, nefes aldırırdı. Sarılmayı özlerdin mesela, fotoğraf gelir sarılırdı sana. Fotoğrafı öperdin, teselli niyetine. Öpmüş kadar olurdun.
GÜLÜMSEME, SİLİYORUM
Seninle olan fotoğraflarımızı saklamışım. Bir eski mailden diğerine geçerken gördüm. Albümlerde yerimizi alamadık belki ama saklanmışız özenle dijital bir ortamda. Kendimize saklanacak bir yer bulmuşuz ya bu gürültülü yalnızlıktan, sevindim sanki. Seni hatırladım. Gittiğimiz şehirlere baktım. O gülen yüzler nasıl böylesine nefretle doldu şaşırdım. O fotoğrafı çekinirken biri gelip bize anlatsaydı olacakları falcılara güldüğümüz gibi gülerdik yine seninle. Bir görsen, ne çok gülmüşüz seninle.
Ayrılıklar, fotoğrafları silmekle başlıyor.
Gözümüzü kırpmadan siliyoruz hayatımızı. Bir aşktan diğerine geçtiğimizin en güzel ispatı oluyor. Bir yerlere arşiv edilmediysek eğer evrende bir yerde hiç olup gidiyoruz. Oysa annem kalbindeki ilk haliyle saklıyor ilk aşkının fotoğraflarını. Babam gülüyor. Niye gülmesin ki. Siyah beyaz kalmış albümdeki en kalabalık fotoğrafın içindeki bir adama neden kızsın ki. Öyle bir yerde duruyor ki, yırtmak da mümkün olmamış belli. Onu yırtsan fotoğraftaki herkesi kesip atmış olacaksın hayatından. Anısı var denmiş, hatırasına kıymet verilmiş, bırakılmış öylece. Zaten kaç zaman oldu kimse de açmıyor ya o albüm kapaklarını… Bırakılmış öyle. Ama hatırası güzel be.
Biz bir aşktan diğerine fotoğrafları silerek başlıyoruz önce. Bilinsin istiyoruz bittiği. Silince bitiyor mu gerçekten?
Öyle sansınlar istiyoruz. Çünkü silinmeyen bir fotoğraf ayrılığı yok sayıyor. Yazık oluyorsun akıllarda, zavallı oluyorsun sohbetlerin ortasında.
-Anne, fotoğraftaki şu adam kim?
Nereden buldun sen o fotoğrafı?
-Albümlere bakıyordum.
Karıştırma şimdi oraları, gel bana yardım et.
Herkes ölür, fotoğraflar kalır. Fotoğraflar kalsın. Zamana o kadar da kıymayın.
Fotoğraflar andır. An’lar güzeldir. Bazen kızgınlığı da öfkeyi de alır bir fotoğraf.
Gülen yüzlerinizi silmeyin zamandan.
Küs gitmeyin fotoğraflara.
Yazan: Tuğba Badal